Tatar Çölü'nde Anlatılan Hayatın Bomboş Yaşanmışlığıdır

TAKİP ET

İtalyan yazar Dino Buzzati'nin en önemli romanı Tatar Çölü'dür

İtalyan yazar Dino Buzzati’nin en önemli romanı Tatar Çölü’dür. Romanın kahramanı Genç Teğmen Diovani Drogo’dur. Mekan Bastiani Kalesi’dir. Eser 1938 yazılmasına ve editöre teslim edilmesine rağmen 1940 yılında yayımlanır. Türkçeye zannederim 1969’lu yıllarda çevrilir. Günlük hayatın rutinine kapılan insanın kaderine razı oluşunu; geçen yıllarını fark edemeyişini; aynı idealleri paylaştığı insanların arasında bile yaşadığı yalnızlık anlatılır. Karakter, mekan ve anlatı öyle güzel kurgulanmış ki Drogon’la birlikte sizde yaşlanıyorsunuz ama bunu romanın sonunda ölen Drogo ile vedalaşırken hissediyorsunuz. Drogo ölerek yalnızlık ve acılarından kurtuluyor ama bizi de yaşadığımız hayatın bomboş yaşanmışlığı ile başbaşa bırakıyor. Yaşadığı şehirden ve annesinden bir sonbahar günü, eylül sabahı, günün sonunda güneşi görmeden ayrılır ki vakit ve mevsim hüznü çağrıştırır. “Yıllardan beri, hep bu anı, beklemişti… Kenti bir eylül sabahı terk etti.’’ “Yıllardan beri, hep bu anı, gerçek yaşamının başlayacağı bu günü beklemişti… Ne saçma! Neden Giovanni Drogo, annesiyle vedalaşırken kaygısız bir biçimde gülümseyemiyordu ki?’’ Hangimiz ilk meslek hayatımıza atılırken ideallerin coşkusuna rağmen evden ayrılışın buruk hüznünü yaşamadık? Kim yıllar geçse bile bu insani duyguyu unutabilir ki? Romanda başlıca imgeler Tatar Çölü ve Bastiani Kalesi’dir. Bence Tatar Çölü bizi çevreleyen korkularımızın kaynağı hayatın bilinmezliği ve daha kötü olma ihtimali olan diğer hayattır. Bastiani Kalesi ise kadere razı olup yaşamak zorunda hissettiğimiz hayatın kendisidir. Romanın benim için önemi hayatın tekdüzeliği karşısında takvim yapraklarının ilerlemesi karşısında zamanın durmasıdır. Yazar bunu kahramanın ağzından çok güzel vermiştir. Genç Teğmen Diovanni Drogo ve arkadaşları ömürlerini çölü gözlemekle geçirirler. Bastiani Kalesi onlar için bir hapishaneye dönüşür. Drogo ilk aylarda hep gitmeyi hayal eder. Fakat kalede gelenleri bağlayan bir güç vardır. Dört yıl sonra çocukluk ve gençliğinin geçtiği şehre dönen Drogo her şeyin değiştiğini görür. “Evin kapısı açıldığında, Drogo birdenbire, çocukken yaz tatili sonunda şehre döndüğünde duyduğu o tanıdık kokuyu duydu. Bu bildik ve dost bir kokuydu ama yine de bunca zaman sonra içine bayağı bir şeylerin karıştığını hissetti.’’ “Odası, tıpkı bıraktığı gibi korunmuş, tek bir kitap bile yerinden kaldırılmamıştı ama yine de gözüne başkasının odasıymış gibi göründü.’’ ‘ ’Tıpkı bir yabancı gibi, şehirde dolaşıp eski arkadaşlarını aradı, her birinin işyerlerinde, büyük şirketlerde ya da siyaset alanında çok meşgul olduğunu öğrendi.” Yıllar sonra çocukluk ve gençliğimizin geçtiği şehre dönünce hangimiz aynı duyguları yaşamadık ki? Bazen hayat devam eder ama biz farkına varmayız. Adrian Bardon, Zaman Felsefesinin Kısa Tarihi isimli kitabında; “Ağırlığı tartıyla, sıcaklığı termometreyle ölçeriz. Zamanı, diyelim bir saatle ölçerken, ölçtüğümüz şey nedir? Eski dünyanın düşünürlerine göre bu sorunun cevabı, zaman diye adlandırdığımız şeyin basitçe değişimin olduğuydu. Gerçek olan şey, değişen evrendir; zaman ise düzenli değişim ve hareketlerden türetilir ve bunları takip etmekte kullanılır.” Aristoteles, “Zaman, önceye ve sonraya istinaden değişimin sayısıdır.’’ "Drogo…, ne gitmesinin kendisine nasıl bir çaba gerektirdiğinden, ne de kaledeki yaşamın günleri, baş döndürücü bir hızla yutup gittiğinden haberdar değildi. Dünle evvelsi gün birbirinden farksızdı, üç gün önce olmuş bir şey de yirmi gün önce önce olmuş bir şey de sonuçta ona eskiden olup bitmiş bir şey olarak görünüyordu. Böylece o ayırdına varmadan, zaman akıp gidiyordu.’’ "Elvada Binbaşı Ortiz elvada kendini bu yapıdan bir türlü kurtaramayan melankolik dost; elvada, senin gibi çok uzun zaman inatla umut eden ve sana benzeyenler: Zaman elini sizden daha çabuk tuttu, sizinse artık her şeye yeniden başlama hakkınız yok. Ama Giovanni Drogo, her şeye yeniden başlayabilir. Halbuki Bastiani Kalesi’nde Drogo’nun hayatından on beş yıl eksilmiştir. Ne yazık ki, kendisinde hiçbir değişiklik hissetmemektedir, zaman çok çabuk geçmiş, ruhu yaşlanmaya vakit bulamamış ,bedenen yaşlanmanın da Drogo farkına varamamıştır. Yazar bunu okuyucuya anlatırken adeta Drogo’ya hissettirmez. Farkeden Drogo’nun ruhu ve bedenidir. “…artık hiçbir şeyin eskisi, yani önündeki zamanın kendisine upuzun bir dönem, harcamakla tükenmeyecek bir servet gibi göründüğü zamanlardaki gibi olmadığını görmemektedir.” "Hayır, Drogo fiziksel olarak çökmemişti, eğer yeniden ata binmek ya da merdivenleri hızlı çıkmak istese, bunu pekala yapabilirdi ama önemli olan bu değildi. Önemli olan böyle bir şeye hiç heves etmemesiydi, öğleden sonraları taşlıklı ovada yürüyüş yapacağına kısa bir uyku çekmeyi tercih ediyordu. İşte önemli olan budur, ancak bu yılların geçişinin bir göstergesidir." On beş yıl sonra kaledeki duyguları budur. Hala yeni bir hayata karşı umutları vardır. Otuz yıl sonra kaleden ayrılırken Drogo’da şu duygular hakimdir: “Hiçbir şey, evet Drogo’ya gerçekten de hiçbir şey kalmıyordu, Dünya’da yapayalnız ve hastaydı, bir cüzzamlı gibi kapı dışarı edilmişti.” Kaleye ilk gelişinde bir yüzbaşıyla karşılaşır genç teğmenimiz… Otuz yıl sonra kaleyi terk ederken de yeni tayini çıkan bir teğmenle karşılaşır. O an geriye döner anlar ki hayat bir kısır döngüdür. Roman kaderine teslim olup, hayatın yegane gerçeği olan “kaderin” tahakkümünü varoluşçu bir yaklaşımla anlatmaktadır. Aklımızın mı yoksa kaderimizin mi tercihlerini yaşayacağımızı Tatar Çölü kaderden yana kullanmıştır. Hem de alışkanlıkların, uyuşturucu etkisi altında hiçbir şeyi fark etmeden ta ki ölüm gelene kadar; o zaman da her şey çok geç olmuştur. Ölüm karşısında Drogo çaresizdir. Ama hayat boyu yaşayamadığı kahramanlığı ölüm karşısında göstermek ister. “Haydi biraz cesaret Drogo, bu senin son kağıdın ölümün karşısına bir asker gibi çık ki, hiç olmazsa kandırılmış yaşamın güzel bitsin. Yazgıdan intikamını al, kimse sana kahraman ya da buna benzer bir şey demeyecek ama işte tam da bunun için böyle yapmaya değer. Gölgenin sınırını, resmi geçitteymiş gibi dimdik, kararlı bir adımla aş hatta becerebilirsen gülümse sonuçta vicdanın çok rahatsız değil Tanrı seni affedecektir." "Oda karanlığa büründü, yatağın beyazlığı zorla seçiliyordu, geri kalan her şey kapkaraydı. Az sonra ay doğacaktı." Drogo’nun ayı görmeye vakti olacak mı, yoksa daha önce mi gitmesi gerekecek? Odanın kapısı hafifçe sarsılıp gıcırdar. Belki bir esinti ya da böyle bahar akşamları görüldüğü türden hafif bir rüzgardır. Belki de, sessiz adımlarla gelen ve şimdi Drogo’nun koltuğuna yanaşan O’dur. Giovanni bir gayretle dikilir, bir eliyle üniformasının yakasını düzeltir, camdan dışarı son bir kez  göz atar, yıldızları son kez görebilmek için fırlatılan küçük bir bakıştır bu. Sonra karanlıkta hiç kimsenin kendisini göremeyeceğini bilmesine rağmen gülümser.” Bu gülümseyiş veda edilen hayata mı, yoksa zamansız gelen ölüme mi? Bilinmez. Bence yaşayamadığı idealleri uğruna terk ettiği, özlem duyduğu, çalınmış hayatınadır. Hayatın monoton ritmi insanın içine işleyen, zamanla terk edilmeyen bir alışkanlığa dönüşüyor. Biz sevdiğimiz hayatı yaşamaya karar verene kadar hayat geçiyor. Hayatın monotonluğunu, bizim ağırkanlılığımızı, takvim zamanı ne yazık ki beklemiyor. Yazar bir romanla bize hayatın varoluşunu mükemmel bir şekilde tasvir etmiştir. Yaşarken bir anda sessizce, dostlarla vedalaşamadan, habersizce bizi bulan ölümün gelişi hüzünlü bir dille anlatılmıştır.