Temsili Demokrasinin Sonu

TAKİP ET

Bundan çok değil yirmi otuz yıl sonra okula başlayanlara (muhtemelen tüm dünyada değil, gelişmiş toplumlarda) eskiden ülkenin nasıl yönetildiği öğretilince çocuklar hayretler içinde kalacaklar

Bundan çok değil yirmi otuz yıl sonra okula başlayanlara (muhtemelen tüm dünyada değil, gelişmiş toplumlarda) eskiden ülkenin nasıl yönetildiği öğretilince çocuklar hayretler içinde kalacaklar. “Nasıl yani” diyecekler, “insanlar o zaman kendilerini temsil etsin diye başka insanlara mı yetki veriyormuş? Ne saçma!” Geçen hafta bir para kazanma fırsatı/meslek olarak aracılığın sona ereceğinden bahsetmiştim. Onu zaten kademeleri olarak yaşıyoruz, temsilciler, acenteler, bir katma değer eklemeden iki tarafın iletişimini sağlayarak para kazananlar ortadan hızla kalkıyor. Yerlerini çok düşük, cüzi bir ücretle tarafları standart kurallar dâhilinde bir araya getiren platformlar alıyor yahut taraflar birbirini bulup kendi işlerini görüyorlar. Ama bir grup aracı var ki, şimdiye kadar burunlarından tek bir kıl bile aldırmamayı becerdiler. Sade vatandaş olarak bizi temsil eden milletvekilleri ve herhangi bir organizasyondaki organizasyon üyelerini temsil eden delegeler. Bugün katılımcı demokrasi diye Batı toplumlarında dahi önümüze sürülen sistemler, aslında temsili demokrasinin azıcık parlatılmış versiyonlarıdır. Sivil toplum örgütleri, inisiyatifler, sendikalar, siyasi partiler; hepsinde asıl kararları veren, gündemin içeriğini ve sırasını belirleyen, insanların önüne A veya B seçeneğini koyan, insanların önüne geçip yürümeye başlayan “liderler” mevcuttur. Bunların hemen arkasından da kitleler gelmez, nerede öyle yayvan hiyerarşiler, çok beklersiniz. Liderlerin hemen altında organizasyonların ruhban sınıfı, mandarinleri olan profesyonel abiler (pek azı abladır maalesef) ve delegeler vardır. Delege onlarca, yüzlerce veya binlerce üyenin kararlarını toplamak zor olduğu için onları temsil eden tek bir oya sahip olan über-üyedir. İşin vahim yanı ise şudur, bu delegeler, temsil ettiği kişiler tarafından ve onların içinden çıkarak seçilmez, üst kademe tarafından belirlenir. Bu nedenle de temsil ettiklerine değil, kendisini delege yapan büyüklerine sadıktır. Diyeceksiniz ki bunun tersi örnekler de var, eminim vardır ama işleyişi değiştirebildiklerini görmedim henüz. Bir organizasyona üyeyseniz, gidersiniz seçim vakti, önünüze konulan iki-üç delege adayından birini seçersiniz. Bir vatandaşsanız, seçim zamanı gelince önünüze konan partilerden/ittifaklardan birini beğenir, ona basarsınız oyunuzu. Seçtiğiniz kişinin sizi doğru temsil edeceğini, çıkarlarınızı koruyacağını umabilirsiniz en fazla. Bu kişi üzerinde herhangi bir gücünüz, kudretiniz, baskı uygulama olanağınız yoktur. Temsilciniz ise kendisini o listede seçeneklerden biri haline getiren ağır abilerin peşine düşer, onların kavalını çalar, onlar koyununu otlatır. Bunun hep böyle devam edeceğini düşünüyorlar. Aşağıdakiler bir şeyleri değiştiremeyeceğine emin, yukarıdakiler bu kurallarla oynamaktan memnun. Ben diyorum ki, bu böyle sürmez! Sürmez. Süremez. Sürmeyecek. Bir gün o küçümsediğiniz gençlerden biri çıkacak ve diyecek ki “Bir parti/sendika/STK kuruyoruz yarın ve farklı biçimde yöneteceğiz. Alınacak TÜM kararlar TÜM üyelerin oyuna sunulacak, 24 saat içinde herkes internet üzerinden oy verecek ve öyle karar alacağız. Neyi oylayacağımızı da yönetim olarak biz belirlemeyeceğiz, üyelerin %5’i bir araya gelip bir öneride bulunduğunda hemen gündeme alınacak. Biz yönetimdekiler işin bürokrasisini, ameleliğini, eşgüdümünü sağlayacağız sadece. Herkes HER İSTEDİĞİNDE ve HER ŞEYE itiraz edebilecek, muhalif olabilecek, herkesin sesi eşit duyulacak ve asla bastırılmayacak. Dışarıya karşı birlikte dursak da içeride her gün birbirimizi yiyeceğiz, her adımda tartışarak ilerleyeceğiz.” Eski tüfekler böyle bir fikre burun kıvıracak, gençler sonunda seslerini duyurabilecekleri için akın akın katılacak bu türden bir düzenlemeye. Başta çok hantal, ağır yürüyen bir makine olacak, öyle ki rakipleri dalga geçecek. Sonra iç dinamikleri oturduğunda hızlanıp güçlenecek, tüm eski yapıları ezip geçecek. Tehditler alacaklar muhtemelen, ya da tehdit olarak görülecekler. Ama kimse durduramayacak onları. Yavaşlatmak bile pek mümkün olmayacak. Karşılarında duramayan peşlerine takılacak. Sonra bir başka genç diyecek ki: “Ülke böyle yönetilmez. Temsili demokrasi ömrünü doldurdu. Ülke yönetiminde de gerçek demokrasiye geçelim. Önce değişmez kuralları oturtalım, hukukun üstünlüğü diyelim, düşünce özgürlüğü diyelim, laiklik ve demokrasi diyelim. Onun dışında tüm yasama faaliyetleri her vatandaşın oyuyla yürütülsün!” Yapılamaz mı? Devlet kilitlenir mi? Yoksa gerçekten güvenebilir miyiz sokaktaki adama? Oy verdiğiniz bölgedeki milletvekiline daha fazla mı güveniyorsunuz kendinizden? Hayal edelim, akşam işten eve dönüyorsunuz. Cep telefonu ya da o zamanda nasıl bir zımbırtı varsa ona 3 tane oylama düşüyor. Zaten birkaç haftadır tartışılan konular. Mesela barolar kanunu değişecek. İktidar değiştirmek istiyor. Sevdiğiniz, güvendiğiniz parti muhalefette, ama iktidar gibi o da bir öneri geliştirmiş. Diğer bir parti de üçüncü bir alternatif önermiş. Yorgunsunuz, partinizin önerdiği seçeneğe basıp geçeceksiniz; ama diğerlerini de okuyasınız geliyor. Üçüncü alternatif aklınıza yatıyor, ona veriyorsunuz oyunuzu. Eve gidince bir bakıyorsunuz ailede herkes başka bir alternatifi seçmiş. O sırada kızınızdan bir istek geliyor, staj süreleri konusunda arkadaşları ile bir öneri hazırlamışlar, elli binden fazla da destekçi bulmuşlar, yüz bini geçerlerse eğitim komisyonu sitesinde görünecek, daha fazla insana ulaşma ve gündeme dâhil olma şansları olacak. “Olsa bile bizde olmaz bu, İsveç’te falan olur” mu diyorsunuz? Unutmayın ki İsveç umutsuz, gelecek kaygısıyla dolu, hakkını alamadığı için öfkeli, önü asla açılmayacağı için bir yol arayan gençlerle anılmıyor. Ama bu topraklar içten içe yanan, kendisine bir yol bulmak veya yol açmak zorunda olan gençlerle dolu! Erkin Çam