'Tuğrul ve Ejderha'ya Bakışlar

TAKİP ET

“Âlem-i şemsin ahvâlini tasvir etmekle bir hurdebinî 
böceğin kalbin teşrih eylemek edebiyatça müsâvîdir.”
Şemsettin Sami

Not: Öncelikle söylemem elzem ki Bahadırhan Dinçaslan’ın Tuğrul ve Ejderha üzerine Genç Sanat Dergisi’nde bir söyleşisi vardı. Aziz dostum Mevlüt Kaan Akçatepe söyleşiyi dergiye işlerken okuyucu için hemen hiçbir dergide görmediğimiz bir âdete başvurarak çoğu yerde “Dikkat! Spoiler!” diyordu. Olmayan güzellikleri yaratabilecek başarılı bir şair olduğundan dolayı, adı geçen söyleşiye, romanı okuduktan sonra bakmak istedim. Gözüme çarpan ilginçlik şudur ki, ben bu kitabı okurken bir yandan notlar alıyor bir yandan hafızamda silinmeye yüz tutmuş telmihleri eser ile birleştirmeye çalışıyordum. Bu incelemenin içerisindeki pek çok paragraf, romanın okunduğu sırada yazıldı ve ben söyleşiyi okuduktan sonra kendimce yaptığım pek çok eleştirinin üzerini sildim. Çünkü, yazarın kurgu evreni hiçbir kusura yer bırakmamaya and içmiş gibi her suale birer cevap tasarlamış. Eserden evvel, bu incelik takdir edilmeli…

Genel Bakış

Tuğrul ve Ejderha'yı birçok kişi okudu. Fantastik Edebiyatın mahir kalemlerinden Mehmet Berk Yaltırık bu eser üzerine bir inceleme yazdı ve Bahadırhan Dinçaslan da Genç Sanat Dergisi'ne bu eser hakkında bir röportaj verdi. Gözlemlerim gösteriyor ki, daha ilk 5 sayfada bile birkaç yazarın izlerine rastlayabiliyoruz. Bahadırhan Dinçaslan “iyi okuyucu" vasfıyla da bazı yazarların eserlerinden ilham alıp bizlere o eserleri telmih ediyor. Buradaki mümeyyiz vasıf; dil işçiliği, milli motifler ve kurgunun tekmil serüveni.

Dil işçiliğine pek iyi demem için, Dinçaslan'ın şairlik azabından kurtulması lazım. Şöyle ki; Mevlüt Kaan ile şiir sohbetleri yaparken bana anlattığı bir şey vardı. Afaki şöyle: 

“X şahsiyet diyor ki iki tür şair vardır: Birisi katil şair, birisi anaç şair. Katil şairler bir girdap misali kendi halelerine esir eder fakat anaç şairler… İşte onlar yeni şairler yaratmaya namzet şiirler yazarlar.”

İşte burada Bahadırhan Dinçaslan bu ikisinden hangisi, diye sormak geliyor akıllara. El-cevap: Evet, o katil bir şair. 

Katil olan şairlik, roman ve öykülerin gidişini teknik anlamda kusura çeviriyor. Yazar her ne kadar “Bu serüvende bir Şaman benim rüyama giriyor ve bütün hikayeyi bana o anlatıyor. Ben sadece naklediyorum.” dese de bu Şaman, tıpkı Balzac veya Yaşar Kemal gibi uzun betimlemelere yer veriyor, Bahadırhan Dinçaslan’ın şiirlerinden sözcükler çalıyor (Yalaz, Bıyık, Boz…) ve onun iç dünyasındaki “kadın” anlayışını çok iyi tanıyor… Acaba bu Şaman, Bahadırhan Dinçaslan’ın Türkçe’ye hakimiyetinin ispatı olan şairliğinin, Öz Türkçe’ye olan hakimiyeti de kapsadığının bir ilanı mı? Bence öyle.

Biz okuyucular bütünlük içerisinde bu serüveni okusak da, gözümüze bu kusurlar çarpmıyor gibi olsa da, bir yazarı ulusal çizgiden evrensele ve oradan da ebediyete mâl eden şey, kusursuz bütünlük anlayışıdır. Basit okuyucu kitleleri tatmin oluyor diye kusurları görmezden gelemeyiz. O sebeple mezkûr eserde, Necip Fazıl hikayeciliğinin bariz kusurlarını görüyoruz. "İsimsiz Dağların Tanrısı"ndaki şiirlere göz atan her okuyucu, Bahadırhan Dinçaslan'ın bu romanı için "Şairlikten kurtulamıyor." diyecektir. Bana kalırsa o, "hüküm dağının ateşinde" dövülmüş olan bu şairlikten ebediyen kurtulamayacaktır çünkü zehr-i müphem olan şairlik, yok edilemez.1

Yazar, bir Tolkien hayranı olduğunu hemen her yerde dile getiriyor. O yüzden Tuğrul ve Ejderha'nın baş ilhamı Tolkien demekte gecikmeyeceğim. Kitabın sonunda yer alan harita âdeta bir Orta Dünya haritasının Türklükle sınanmış ve yoğrulmuş bir başka örneği. İlhamın kendisine atlattığı bu eşik  mümeyyiz vasıflar ile birleşerek (yukarıda bahsi geçenler) özgün bir eser yaratmaya yetiyor. Pekala ilham yalnızca burasıyla mı kaim? Elbette hayır. Daha ilk sayfalarda mezardan kalkan ölülerin kendi mezar taşlarındaki yazıları cilalayıp tekrar yazması mevzubahis. Bahadırhan Dinçaslan, gerçekten iyi bir okuyucu olacak ki, Maupassant'ın "Ölüler Ne Diyor?" adlı hikâyesindeki aynı sahneyi Tuğrul ve Ejderha'ya uyarlayabilmiş. 

Çok zorlama bir tahminle ise bana Attack On Titan tarzı bir telmih yaratan bir sahnesi de var bu kitabın… Batar’ın devasa bir Tuğrul’a dönüşmesi:

“Kendisine bir şeyler oluyordu. Kaftanı titremeye, uçuşmaya başlamıştı. Vücudunu sarıyor, sanki derisiyle bütünleşiyordu. Bir anda kollarını çırpma ihtiyacı hissetti. Uçuyordu! Kaftan, onu dev, Yalaz dağının tepesine konsa, bütün Baltar diyarından görülecek kadar büyük bir Tuğrul kuşuna çevirmişti.” 2

Attack on Titan’ı izleyenler Eren Yeager’ın şehri istila eden hunhar devlere karşı büyük bir deve dönüşüp insanlara yardım etmesiyle, Batar’ın Tuğrul kuşuna dönüşüp Gök Atlıların evlatlarına yardım etmesi arasında büyük bir benzerlik görecektir. 

Kanaatimce İslam inancından da izler taşıyan eserde “Emegen’in, vurduğu yerdeki canı çıkaran dokuz budaklı gürzü”nü hatırlayacaksınız. Eskiden Diyanet'in dağıttığı kitaplarda ve ilmihallerde, berzah hayatında bizi sual edecek Münker-Nekir meleklerinin ellerinde dev bir balyoz olduğundan bahsedilirdi. Bu balyozun ağırlığı hakkında “bütün insanlar ve cinler bir araya gelse onu kımıldatamazlar” denir ve eğer meleklerin sorusuna doğru yanıtlar verilmezse, insanın iki kaşının arasına, onu un ufak eden bir darbe vurulacağı hikaye edilirdi. Öyle ki, hayat süren insanlar haricinde tüm mahlukatın, un ufak olan cesedin çığlıklarını duyacağı da… Buradaki dehşeti Dinçaslan’ın kaleminde bir Emegen’in gürzü olarak tahayyül etmek, ve en az acısını ruhumuzda duyacağımız kadar hissetmek, ancak mahir bir kaleme yakışırdı. Öyle de oldu.

Bu bahiste son olarak söylemek istediğim şey ise tarihi Kore dizilerinin (Efsane Prens - Jumong, Rüzgarın Krallığı…) genelde bir efsane ile başlaması… Asya kıtasının kadim kültüründen esinlenilen bu dizilerdeki efsaneler veya olağanüstülükler, Gök Atlılar’ın yine büyük bir göndermesi. Mesela Efsane Prens dizisinde Eski Joseon krallığının Çin ile yaptığı savaşta yenilip, halkının Çinlilere esir edilmesi ile mitlerin birleşmesi (Üç Bacaklı Kuzgun mesela) ve ayrıca bağımsızlık savaşı bu coğrafyanın özünü oluşturuyor. Yine tek bir karakterin etrafında şekillenen bu muhteşem hikaye, ona, birtakım manevi güçlerin yardım etmesiyle başarılı bir neticeye ulaşıyor. Evet, benim de aklıma Batar geliyor bunları söyledikçe… 

Dinçaslan’ın bu dizileri seyrettiğini düşünmüyorum ama beslendikleri coğrafyanın ve kaynakların aynı olması yönünden okuyucular için kısa bir dipnot…

"Dede Korkut Hikayeleri" İle "Tuğrul ve Ejderha" 

Dikkatli okuyucular için görülebilecek bir başka şey de Dede Korkut Hikayeleri. "Başkarakterin bir kahramanlıkta ismi olursa atının da olacaktır." 3

Bu kural, Dirse Han oğlu Boğaç Han'ın sergüzeştine konu. Esasen bir kahramanlık gösterdiği vakit erkek çocuklarına ad verilmesi… Yazar, arka fonda çalan türkünün bir Dede Korkut emsali olduğunu zaten söylüyor. Biz gelelim ak ile karayı ayırmaya…

İlk olarak Dede Korkut ile Tuğrul ve Ejderha, ikisi de on iki hikayeden müteşekkil. Ayrıca hem destan hem hikâye özelliği taşıması da bir başka nüans. Görmemiz gereken şudur ki, Dede Korkut’ta manzum anlatım daha ağır basarken (“roman” kavramı yoktu o dönemde) Tuğrul ve Ejderha daha çok mensur anlatımı tercih ediyor. Destanların o dönem için manzum ifade edilmesi ile mezkur eserimizin daha çok nesir olarak ilerlemesi elbette ki Şaman’ın bir günümüz yazarının rüyasına girmesi ile çok bağlantılı. Anlatıcı (yani yazar) bize olayı naklederken yer yer birçok karaktere manzum ağız yüklemesi yapmıyor değil elbette ama bir benzerlik oluşturacak kadar yoğunlukta değil. 

Dede Korkut’ta benim dikkatimi çeken bir başka şey Bayındır Han’ın buyruğu altında yaşayan boylar, aileler vesair. Bunun Tuğrul ve Ejderha’ya yansıması ise Bayan Kağan’ın buyruğundaki Kuta Hanlığı… Hatırladığım kadarıyla Dede Korkut’ta yerleşik bir hayat biçimi de yoktu ama Dinçaslan kendi eserinde geçen Taras diyarında (mezkur kitabın arkasındaki haritada Batı’da kalan il) yerleşik hayata da yer vermiş. 

Dede Korkut’taki hikayelerin tarihsel gerçeklikle yer yer örtüştüğünü göz önüne alırsak Dinçaslan’ın bu eseri için bir fantazya demekte de gecikmemeliyiz. Kendi deyimiyle Proto-Türkler döneminde geçen bir hikaye yazıyor ama ilhamların Türk kavimleriyle pekala ilgisi var: Avşarlar ile kitapta geçen Alaşlar buna büyük emsal… 

Bazı okuyucular Dinçaslan’ın ufak söylemlerinden yola çıkıp bu eser için bir Dede Korkut ve LOTR ortak potasından söz edebilir. Bence bu büyük bir yanlış olur. Evet benzerlikler yok değil ama ortada bir pota da yok. Dede Korkut’taki manzara genelde toylar ile başlarken, şairlik azabı Dinçaslan’ın yakasına tünediği için tamamen bohem ve sisli bir atmosfer bizi karşılıyor. Ben Batar’ın Baudelaire olduğuna yemin edebilirdim elbette. Yahut Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ından kaçmış bir betimlemeye de kanaat getirebilirdim. Neyleyelim ayırt etme noktasındaki evrimsel tekamülümüz buna müsaade etmiyor. Varın gerisini siz hesap edin.

Dede Korkut’ta sık sık şenlik ve düğünlerin uzun süre bir Bey’in, Ağabey’in esareti sebebiyle ertelenmesi, kurtarılması; boylar, şahıslar arasındaki entrikalar mevzubahis iken Dinçaslan’da bu bambaşka bir odak nokta taşıyor: Fantazya kökenli bir monografi.  Ben burada şahsen Mehmet Berk Yaltırık kaleminin izlerini de görmekteyim. Yedikuleli Mansur’u okuyanlar toy bir delikanlının omuzlarına yüklenmiş kaderi Batar ile muhakkak benzeştirecektir. Edebiyat dünyasının mahdut sonsuzluğu beni içine almış olsa ve reenkarnasyon temelli bir inanca sahip olsam Frodo (LOTR), Yedikuleli Mansur ve Batar’ın aynı kişi olduğunu söylemekte gecikmeyecektim. Çünkü hepsi kendi kaderini yaşamakla beraber, özellikle Frodo ve Batar’da kendisine yüklenen misyona ve gayeye bağlılık sarahatle görünecekti. Kadere inanç ve gayeye bağlılık özellikle Tolkien ve Dinçaslan’ın karakterlerindeki büyük bir vurguyu ifade etmektedir zira.

Şairlikten Kurtulamamış (ve Kurtulamayacak) Bir Yazar

Umuyorum Dinçaslan’ın şairliğinden çok söz etmem sizi sıkmamıştır. Fakat neyleyelim şiirlerinden ayrı düşünülemeyecek bir şahsiyetin bambaşka bir türde Türk Edebiyatına tohumlarını ekmesi, onun özü ile bir değerlendirilmeli. Misalen, sizce mezkur eserdeki harita: Yalaz Dağı, Boz Tepeler… Kitapta bahsi geçen Yada Taşı (ayrıca Hobbitteki Arken Taşı’na atıf olduğunu düşünüyorum bu taşın). ‘Tekinsiz’ Suretler, ‘Uğursuz’ sözler… Bunlar benim Şair Dinçaslan’da gördüğüm ve sözlerine özgünlük maşlahını giydiren kelimeler:

“Tuhaf sonsuzlukların en tekinsiz rüzgarı.” 
“Buzul yalaz mengeneler kasığında burulur.” 
“Soluk yeşil bir ürperti kadim Yada Taşı’nda.” 

Boz kelimesini ise örnekleyecek pek çok şiir var. Baatırdın Sözü adlı blog sayfasına kısa bir arama yapmanız bunu görmek için fazlasıyla yeterli. Tabi kendisi genelde Buzul, yalaz, boz gibi kelimeleri “z” harfiyle yarattığı aliterasyonlar için kullanıyor olabilir ama bunun ardında yine yazarın okuma atlası ve özgünlüğü var.

Kadın Bahsi

Bahadırhan Dinçaslan benim gözümde Peyami Safa kadar kadınları çözebilmiş biri değil. Yahut öyle fakat henüz böyle eserlerini okumadık. Mevcutlar üzerinden yola çıkarsam bahis mevzuu ettiğimiz kitapta Kanıkey ve Batar’ın pek de iyi işlenememiş aşkı bizlere yine birtakım şeyleri telmih ediyor. Ama benim gördüğüm daha çok, Bahadırhan Dinçaslan’ın ruhundaki kadın imgesinin halk edebiyatı ile harmanı…

 “Sarhoş değildim ama sen uyandırınca sarhoş oldum.”

Genç âşığımız Batar’ın sözleri bunlar. Tam bir halk hikayesi imajı veren Kanıkey ve Batar hikayesi, Dede Korkut bahsinde ele almak istemediğim özel bir yere sahip. Misal… Dede Korkut’ta evlilik için gereken şartlarda yiğitlik, nam almak, anne baba rızası veya esirlerin esaretten kurtarılması gibi kurallar var. Aksi halde toy olmaz. Batar’ın kaderindeki olay da anne rızası, esaret tehlikesinden bir halkı kurtarmak, alplik almak ve Kanıkey’in “Kırk kesik kulak...” şartı… Bunların hepsi bize Doğu’dan Batı’ya kadar zengin bir okuma kültürünün işaretlerini veriyor ve de takdire şayan…

Son Olarak

Dokuzunca Hariciye Koğuşu kadar kısa hacimli bu kitabın, ondan daha fazla detay taşımasının tek bir açıklaması olabilir: Mesaisiyle kaim bir adam: Bahadırhan Dinçaslan. 

Bir ara kendisine bir methiye yazma fikrindeyken onu acaba nasıl tarif edebilirim diye düşünüyordum. O sıralar okuduğum Tevfik Fikret bana bu hususta çok yardımı olacak bir dize bahşetmişti. Ben de onun dizeleriyle bu üç noktalı incelemeyi kapatmayı uygun görerek, Gök Atlılar efsanesinin bin yıl sonrasında hatırlanacak bir Dede Korkut Hikayesi olmasını temenni ediyorum, yahut hiç unutulmayacak bir LOTR…

“Yüzünde aksi nümayandı bir mülahazanın.”

Mehmet Can KUYUCU

Tuğrul ve Ejderha kitabını satın almak için tıklayınız.
 

tuğrul ve ejderha mehmet can kuyucu bahadırhan dinçaslan tuğrul ejderha