Turan Hayal midir?

TAKİP ET

Haritalarda ırkımızın yaşadığı yerlere baktığımızdan beri, Turancılık öyle ya da böyle içimize işlemiştir

Haritalarda ırkımızın yaşadığı yerlere baktığımızdan beri, Turancılık öyle ya da böyle içimize işlemiştir. “Türklerin Birliği” fikrinden, “Türk sıfatının hudutlarımızın ötesine taştığı” fikrinden hiç değilse hoşlanmayan Türk bulmak zordur; yeter ki zehirli ideolojilerin tesiriyle aptallaşmış olmasın. Fakat iş tatbike gelince, en koyu milliyetçi dahi mevcut manzaraya bakarak Turan’ın bir hayal olduğunu, Turancılığın hayalperestlik olduğunu söyleyiverir. Milliyetçilik karşıtlarının nutuklarını anmaya bile gerek yok, bizi hiç olmayacak bir hayalin peşinden koşan bir avuç zavallı, ya da biraz insaflı iseler erişilmez ideallerin peşinde romantikler olarak görürler. Turancılığın hayalperestlik olmadığına dair birçok argüman üretmek mümkün, ama aklıma Elçibey’e atfedilen “Ermeniler bize de Türk derler, Türkiye’dekilere de. Düşman bizi bizden daha iyi tanıyor” mealindeki söz geldi. “Öteki”nin gözünden de bakarak Turan ve Turancılık fikirlerini ele almak, herhalde Turan fikrinin ne kadar ciddi ve ne kadar gerçekçi bir emel olduğunu daha iyi anlatacaktır. Devleri Ürküten Vizyon 1918 denince çoklarının aklına 1. Dünya Savaşı’nın bitişi gelir. Fakat 1918’in sonlarında, Mondros imzalanmadan hemen önce Türk Ordusu’nun Azerbaycan’a girdiğini hemen unuturuz. “Nuri Paşa at belinde / Türkiye’den Kars’tan gelir / Azerbaycan diye diye / Yenilmeyen arslan gelir” dizeleriyle ölümsüzleşen bu harekat, Brest-Litovsk’u imzalamış, ihtilaller ve iç savaşla hırpalanmış Rusya’nın savaştan çekilmesiyle, Türklerin “Turan” istikametinde attığı dev bir adımdır ve, bu harekat kapsamında Türkiye, Azerbaycan ve Dağıstan Türklerinden müteşekkil ordumuz Ruslar, Ermeniler ve ilginçtir ki, İngilizlerle savaşmıştır. Bu dönemde harekatın ve Turancılığın nasıl bir akis uyandırdığını, iki gazete kupürüyle anlatmak mümkün. The Brooklyn Daily Eagle, New York, 17 Mart 1918 künyeli ilk küpür, Amerikan Kongre Kütüphanesi’nin dijital arşivinde mevcut. “Berlin – Buhara Hattı Orta Asya’da Alman Hegemonyası’nın Yolunu Açıyor” başlıklı makalede ilginç tespitler var. Aşağıdaki kesitler, uzun makaleden önemli kısımların çevirisidir: İslam birliği fikrini, bir başka deyişle Sultan’ın dini liderliğinde birleşme rüyasını gözden düşüren 1908 ihtilalini takiben, Genç Türkler kendilerini “Turancı” olarak adlandırma ve bir “Turan Rönesansı” için mücadele etme fikrine kapıldılar.  … Turancılık akımının şimdiye dek pek duyulmamasının nedeni, Rusya’nın çöküşüne kadar büyük önem arz etmemesindendi. O anda, neredeyse bir gecede olgunlaştı. Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan 8.000.000 Türk’e karşılık, çoğunluğu Orta Asya’da olmak üzere, Rus bölgesinde 16.000.000 Türkçe konuşan insan yaşıyor. Turancıların hedefi, savaş çıkmadan önce de benimsedikleri gibi, güçlenmiş ve yenilenmiş bir Türkiye ile, Rus bölgesinde yaşayan Türkçe konuşan bütün toplulukları yeniden birbirine bağlamak. Rus ihtilali de onlara bu şansı tanıdı. … Eğer Almanya Rusya’nın batısının büyük bir kısmını yutar, ve aynı zamanda Orta Asya’yı Türk araçları sayesinde kontrol ederse, Eski Dünya’da karşılaştırma kabul etmez şekilde bütün diğer güçlerden daha hakim bir pozisyona gelecek. … Bu dev projeyi gerçekleştirebilmek için Türklerin Kafkasya’yı askeri kontrolleri altına almaları gerekiyor. … İran’ın bir yandan Osmanlı Türkü, diğer yandan Çağatay Türkü tarafından diz çöktürülmesi, Anglo-Rus rejiminden pişman olmasına neden olacaktır. … Kuzey İran’a da Berlin-Buhara demiryolu hattının tamamlanması için ihtiyaç duyuluyor. Makale, Tebriz’in Kafkas demiryolları açısından önemini, Turancı ideallerin Alman ittifakıyla birlikte gerçekleşmesinin İngiliz İmparatorluğu’na özellikle Hindistan’da vereceği zararı anlatarak devam ediyor. Almanya’yla ittifak yapmış Türkiye’nin, Rusya’nın çöküşünden kaynaklanan güç boşluğunda Turancı bir hamle yapması, ta “Çin Türkistanı”na uzanan bir havzada hakim olmasını sağlayacaktır, bunun önünde duran tek engelse, Kafkasya’dır. Demek, Bakü’ye girerken İngilizlerle bu yüzden savaşmışız. Kafkasya’da Türk aleyhtarı cereyanlara -bugün dahi süren- Batı desteğinin nedenlerini anlamak için, aşağıdaki makaleyi de dikkate almak lazım, New York Sun’da, 12 Haziran 1918’de, “Kafkasya’da Ermeni ve Gürcülerin Mücadelesi başlığıyla yayımlanmış: [Türkler] Bu dayanıklı savaşçıların kuvvetini yenmeyi başarırlarsa, Türkiye Türklerini Kafkasya’daki Türko-Tatar akrabaları ve İslam Dünyası’nın kalanından ayıran yegane bariyer ortadan kalkmış olacak. Makale, Kafkasya’da “yiğitçe savaşan Ermeniler”in önemine vurgular, burada bulunan 17 tümenin güney cephesine kaydırılması durumunda İngiltere’nin yaşayacağı sıkıntılar ve Türklerin nasıl da Hindistan’a kadar gidebileceğinden bahisle devam ediyor. Ermeniler ve Gürcülere para yardımı yapılması gerektiğini söylüyor. Örnek olarak seçilen bu iki gazete küpüründe Turancılık hiç de öyle boş, romantik bir hayal gibi görünmüyor. Aksine, epey ciddi bir tehdit algısı söz konusu. Tabii, jargonun oldukça etkileyici olduğunu söylemek mümkün: “Türkiye Türkleri”, “Osmanlı Türkü”, “Çağatay Türkü” gibi ifadeler yazarlara ait. O dönem bırak bizimkileri, yabancılar dahi bu terminolojiyle konuşmuş, bugün bu doğru terminolojiyle konuşan Türk’ü geç, Türkçüyü bulmak bile zor! Ermeni meselesinde Batılı desteği yalnızca Türkiye’yi sıkıştırmak için değildir. Bu, bütün olarak Turan’a kast eden, Turan’ı engellemek için kurgulanan ve epey başarılı olan uzun soluklu bir projedir. İran ve Turan Şimdilerde “anti-emperyalist” “vatansever”lerimizin cansiperane toprak bütünlüğünü savunduğu İran, esasen bir Türk yurdudur. Milli mitolojisinin en önemli anlatısı “bizimkilerle kavgası”na dair bir destandan ibaret olan bu coğrafyanın düşmesi, bize Batı’nın yollarını açmıştı. Tarihi süreç, İran’ın “Farslığı”nı geri kazanmak için Türklükle kavgası hikayesidir, Şehname’deki kavga aslında devam ediyor. İran büyük ölçüde –maalesef- başarılı olmuştur. Halil Kut’tan Mehmet Emin Yurdakul’a uzanan devler kadrosunun dahli bile, Settar Han’dan sonra İran’ın Türk yurdu özelliğini muhafaza etmesine yetmedi. İran’ı İslamcı Devrim’e dek İngiltere’yle yakın tutan birçok sebep vardı, ancak “Türk tehdidi” bunlar arasında epey önemliydi. İlk olarak İsmail Arar’dan Kamuran Gürün alıntılıyor: (Bkz: Savaşan Dünya ve Türkiye, s. 163) Şah, 1929’dan daha önceki bir tarihte, Türk Ataşemiliteri ile görüşürken şunları söylemiş: “Binbaşı Hüsameddin Bey, öyle zannediyorum ki Türkiye’nin İran Azerbaycanında gözü vardır. Burasını almak ister. Öyle değil mi, ne dersin? Evet Azerbaycan halkı Türktür. Türkiye bunu ihmal edemez. Vakıa şimdiki türkiye böyle bir politika gütmüyor. Mustafa Kemal Paşa çok akıllı bir zattır. Fakat kendisinden sonra Türkiye yine İttihat ve Terakki hükumetinin siyasetini benimseyebilir. Görüyorum ki demiryolu inşaatınız iki koldan Azerbaycan’a doğru yönelmiştir. Gerektir ki Türkiye er geç Azerbaycan’ı alsın.” Yukarıda zikredilen gazete küpürlerinden birinde de, Tebriz’in demiryolları açısından önemi üzerinde duruluyordu, bu hususu hatırlamakta fayda var. İran’ın Türkiye’yi ve “Turancılığı” bir tehdit olarak algılaması bununla kalmıyor. İngilizler başta olmak üzere İtilaf’ın Ermenilere desteği gibi, İran’ın Kürtlere desteğini anlatan çok güzel bir pasaj, yine aynı kitapta alıntılanıyor. Bu bozguncu faaliyet, sonraları mezhepçilik boyutunu da kazanacaktır: Rıza Şah’ı böyle bir politikaya [İngiltere ile yakınlaşma] iten sebepler (…) içinde en önemlisi (…) İran’da %50’den az olmayan Türk unsurudur. (…) Neticede Şah, İran Nijad Kavimleri Mektebini himayesine alarak ari ırk politikası takip etmeye ve “Kürt”lerin de aynı ırktan oldukları propagandasını yürütmeye başladı. Bununla da yetinmeyen Şah, 1925 Raman ve Recko, 1925 Şeyh Sait, 1926 Koçuşağı, 1926-1930 Ağrı, 1928 Sason, 1930 Zeylan Deresi ve Şemdinli (…) olaylarında Türkiye aleyhtarı bir politika takip etti. Bilhassa Ağrı olaylarından sonra Türk kuvvetlerinin önünden kaçan isyan elebaşlarına sığınma hakkı tanıdı. Türkiye’de binler seviyesinde Fars yaşarken, İran’da milyonlarca Türk yaşıyor. Buna rağmen “mezhepçilik” gibi araçlarla İran’ın Türkiye’deki etkisi, Türkiye’nin İran üzerindeki etkisinden büyüktür. Bunda elbette kendi Caferi vatandaşını düşman gören Sünnici devletin günahı vardır, ancak en büyük sebep, Turancılığı hayal gibi gösteren, İran’da yaşayan Türkleri gündem yapmayan “gizli el”dir. Bu elin Turancılıktan kaçınması, Turancılığı besleyebilecek bütün motifleri, farkındalığı bastırması, Türkiye için güvenlik/espiyonaj tehdidi yaratıyor. Tersinin olması ise, İran’ı daha 1920’lerde ürkütmüş, halen ürkütmeye devam ediyor. Avrasyacılık ve Turan Türkiye’de göğsünü gere gere kendine “Avrasyacı” diyenlerin olduğunu görmek üzücü mü, öfkelendirici mi, karar vermek zor. Bütün hatlarıyla Türkiye başta olmak üzere Türk Dünyası’nı bastırmak, asimile etmek ve nihayet yok etmek üzere kurgulanmış bu fikrin muhibi Türklerin olması, her şeyden evvel, yine bir milli güvenlik sorunudur. Avrasyacılığın karakteristiğini ele alırken akılda tutulması gereken husus şu: Avrasyacılık, Turancılık’a karşı bir reaksiyondur. Dün olduğu gibi bugün de, Rusya için Turancılık büyük bir tehdittir, üstelik yalnızca Türk soylu toplulukları değil, Türk kültür havzasında kalan Kafkasya ve Sibirya topluluklarını da içerir. Tataristan’ın bağımsızlık tercihine suikast yapılıp, nihayet Putin döneminde büsbütün bastırılması hikayesi, büyük resmin küçük bir kesiti. Oldukça zengin ve nüfus yoğunluğu düşük bu topraklarda Rusya hem Turancılıktan, hem Çin nüfuzundan ölesiye korkar. Hala “Bozkurtlar Terör Örgütü”nden bahseden ve Türkiye’deki her türlü Türkçü-Turancı hareketi kılcallarına kadar akademisi ve istihbaratıyla takip eden Rusya’nın devlet vizyonuna Avrasyacılık dediğimiz kadar, esasen delinin teki olan, ancak ilk defa Avrasyacılık vizyonunu etraflıca ele alıp kendince tanımladığı için önemsediğimiz Dugin’in ideolojisine de Avrasyacılık diyoruz. Bu ikincisi, Turancılığı doğrudan tehdit olarak tanımlar, Meşdi İsmayilov’un enfes kitabı Avrasyacılık’ta (s. 261- 265) Dugin’in perspektifinin bir “Moskova-Tahran” hattı kurmak üzerine olduğu, Türkiye’nin Kafkasya’daki etkinliğine İran ve Ermenistan ortaklığıyla son vermek gerektiğine ve Türk toplulukları ile Türkiye arasındaki köprü olan Azerbaycan’ın kesinlikle Türkiye-Atlantik çizgisinden uzak tutulması gerektiğine inandığı, doğrudan Dugin’den alıntılarla oldukça detaylı anlatılır. Demek yalnızca Batılı devletler değil, İran, Rusya gibi doğulu diktatörlükler de Turancılık’ı tehdit listelerinin en tepesine yazıyorlar. Pekala Çin? Atmaca Uçurumunda Dönen Akbaba Yitzhak Shichor, Çin’in Turancılık konusunda hala “takıntılı” olduğunu ifade ediyor. Aşağıdaki satırlar doğrudan onun makalesinden: Pekin’in Turancılık tehdidine dair endişesinin temel sebeplerinden biri, Batı Asya ve Avrupa’ya açılan -yeni bir İpek yolu- bir koridor vazifesi gören, Orta Asya’yla paylaştığı uzun sınır. … Çinli analizlerinin çoğu Turancılığın kaybetmeye mahkum ve dünya tarihinin gelişiminde etnik çatışmalara çözüm sunmayan bir dönemin yadigarı olduğu konusunda hemfikir. Eğer vaziyet buysa, peki, Çinliler neden Turancılığa takmış durumdalar? Bazı cevapları yine Çinliler veriyor. Mesela, Turancılığın yakın gelecekte yok olmayacağını ve uluslararası krizler ve sıkıntıları yeniden hamle yapmak için kullanacağını düşünüyorlar. Bir diğer cevap olarak, siyasi Turancılık gerçekleşmemişse de, kültürel Turancılık gelişmeye devam edecek ve ideolojik-hukuki sistemlerin zayıf, hükumetler tarafından kontrol edilemez halde olduğu marjinal bölgelerde ortaya çıkan fırsatları değerlendirmeye çalışacak. Makalede, Turancılık söz konusu olduğunda Rusya, Çin ve İran’ın çıkarlarının birleştiği ve ortak hareket ettikleri, yine Turancılık tehdidinin Çin tarafından Uygulara yapılan zulmü meşrulaştırmak için kullanıldığından da bahsediliyor. Bu noktada anmadan geçmek olmaz: Pakistan, Hindistan’la rekabeti nedeniyle, Turancılık açısından hiç değilse “çekinceli” bir ülkedir. İsa Yusuf Alptekin’e manen destek olan Nehru ile, onu tersleyen Cinnah’ın hikayesi sürüp gidiyor. Demek ki gerçek bu, sanmayın bir Çin masalı… Sonuç Yerine Görülen o ki, Turancılık dün ciddi ve “gerçek” bir tehditti, bugün de ciddi ve gerçek bir tehdit. Üstelik Turancılar çok güçlü oldukları için değil: Zemin çok güçlü olduğu için. Bu ne demek? Turancılar bugün zayıftırlar, üstelik bilimle, akılcılıkla rabıtaları, kusurlu milliyetçi yorumlar sebebiyle baltalandığı için ideolojik çıkmazlara saplanıyorlar. (Bunlara saplanmalarında, Turancılığı düşman gören devletlerin faaliyetlerinin tesiri var mıdır acaba?) Ancak Turancılar ne olurlarsa olsunlar, Turan bir hakikattir ve gerçekleşmesi durumunda çok tekere çomak sokacaktır. Zira ortada benzer lehçeler konuşan, benzer hikayeler anlatan, tarihin uzun serüveninde yaşanan onca farklılaşmaya rağmen, dünyadaki bütün diğer birliklere nazaran çok daha fazla “ortak payda” bulma imkanını haiz bir kitle var. Bu kitlenin yaşadığı coğrafya bir yanda yeraltı zenginliklerine sahip, diğer yanda ticaret yollarına hakim. Bütün bir kıtanın jeo-politiğinin, askeri stratejisinin, kültürel tarihinin baştan yazılmasına sebep olacak bir birliktelik fikri, elbette korkutucudur. Diğer yandan, bu birliktelik fikri, Türk toplulukları için elbette avantajlıdır. Yalnızca Türk olmak, Türkçü olmak, birleşmek için yeterli değildir, birleşmek şart da değildir. Ancak bu birleşme, güçlü bir bağ ile kurulan ortaklık, bütün mensuplarına fayda olarak geri dönecektir. Çok değil, 80 yıl kadar önce, Doğu Türkistan’dan gelen İsa Yusuf Alptekin, tercümansız iletişim kurabiliyordu. Doğu Türkistan’a Türkiye’den muallimler gidiyor, Kırım’dan çıkan bir ateş Azerbaycan’ı sarabiliyor, Tebriz’deki devrimde Türkiye’den giden şairler rol oynuyordu. Bunun yine olması mümkündür; fakat yeni yollar, yeni yöntemler, yeni bir söylem ve ideoloji tesisini gerektirir. Şu zayıf haliyle bile mezkur devletlerin ciddiye alıp aleyhine çalışmalar yaptığı bu fikir, Turancılık, acı bir hakikat değil de nedir? Ona hayal diyenler, bize “rüyanızda görürsünüz!” diyenlerin diliyle konuşuyorlar. Hayal olmadığını ispat ise, akılla, bilimle, ahlakla ve kurnazlıkla donanmış Turancıların birleşip, yepyeni bir söylem ve eylem kurgusuyla harekete geçmesini gerektiriyor. Bu lüzumundan kısa yazıda birçok soruyu boşta bıraktım, birçok konuya değinmedim. Ancak bu satırları okuyacak genç Turancı kardeşime, “küçük görme, hor görme delikanlım kendini” demek istiyorum.

Ahmet Kemal İlkul avrasyacılık Azerbaycan Bahadırhan Dinçaslan çin elçibey iran kafkasya M. Bahadırhan Dinçaslan muhammed bahadırhan dinçaslan rusya Settar Han Turan