Türk Kimliği Üzerine Bir Gözlem

TAKİP ET

Yazıya başlarken bunun bir kişisel bir gözlemden ibaret olup objektif bir Türklük tanımı önerisi olmadığını belirtmem gerekir

Yazıya başlarken bunun bir kişisel bir gözlemden ibaret olup objektif bir Türklük tanımı önerisi olmadığını belirtmem gerekir. Türk her şeyden önce bir ırkın adı olup tarih ve antropoloji biliminin konusudur. Bu yazıda ise daha çok 19. yüyzılda Osmanlı milleti adıyla ortaya çıkıp 20. yüzyılın başında Türk milleti adını almış topluluğun hikayesi ele alınacaktır. Namık Kemal’in şiirlerinde kullandığı ve Abdülhamit tarafından kullanımı yasaklanmış vatan ve millet kavramlarının çok uluslu devasa bir imparatorlukta neye tekabül ettiği sorusunun cevabının da aslında bu gözlemde gizli olduğunu düşünüyorum. Osmanlı İmparatorluğu'nda Türklük Osmanlı İmparatorluğu, kuruluşundan Fatih dönemine kadar olan dönemde eski gelenekleri devam ettiren bir Türk devlet karakterine sahip olup idaresini etnik Türklere dayandırıyordu. Fatih Sultan Mehmet dönemiyle beraber devşirme sisteminin önem kazanması, Bizans imparatorluk kültürü ile Müslüman bir Roma inşası ile beraber etnik Türkler yönetimdeki önemini kaybetti. Buna rağmen Osmanlı, Selçuklu Devleti'nden farklı olarak biraz da zorunluluktan ötürü kamunun Türk kimliğini muhafaza etti. Devletin resmi dili ortak dil olması sebebiyle Türkçe kabul edildi. Devşirmelere resmi dil olan Türkçe öğretildi. Savaşçı sınıfın ekseriyetle Türk olması, Türklere ülke çapında mobilite imkanı sağladı. Yine fethedilen topraklara, aşiret kavgaları ve göçebeliği kaldırma politikası gibi sebeplerden genelde Türkler yerleştirildi. Bir başka deyişle devlet otoritesinin girdiği topraklarda ister istemez Türk kültürü hakim olmaya veya gayri-Türk topluluklara dikte edilmeye başlandı. Devlet Otoritesiyle Gelen Türkleşme Her şeyden önce Osmanlı, bir İslam imparatorluğuydu. Dolayısıyla Hristiyan azınlıkların kendilerini Osmanlı olarak görmesi için bir sebep yoktu. Her ne kadar 19. yüzyılda eşit vatandaşlık kavramı ile Hristiyanlara yönelik ayrımcı yasalar kaldırıldıysa da yüzyıllarca gelişen sosyolojinin bir gecede kanunla değişmesi mümkün değildi. Hristiyanların yanı sıra Yahudiler, her şart altında bir Hristiyan idaresindense Türk idaresini tercih etmeleri sebebiyle Osmanlı’ya entegre olmuştur. Hatta 19. yüzyılda Jön Türkler ve 20. yüzyılda İttihat ve Terakki Cemiyeti içindeki Yahudi kökenli aydınlar, Yahudilerin Türkleşmesi gerektiğini açık açık savunmuştur. Şüphesiz ki bunun sebebi de yüzyıllarca Yahudilerin, Hristiyan ayrımcılığından ve zulmünden Osmanlı makamlarına sığınabilmesinin getirdiği benimseme güdüsü olmuştur. Her ne kadar Osmanlı altını çizdiğimiz gibi bir İslam imparatorluğu olsa da Osmanlı idaresinde yaşayan diğer Müslüman topluluklar Osmanlı kimliğini aynı şekilde benimsememiştir. Bu da şüphesiz ki devlet otoritesi ve coğrafi faktörler ile değişkenlik göstermektedir. İmparatorluk ve Devlet Otoritesi Osmanlı İmparatorluğu hiçbir zaman merkezi bir devlet olmamıştır. İmparatorluğun merkezden memur gönderdiği, vergi dairesi, askerlik şubesi, mahkeme, vilayet binası kurduğu yerlerde devletin otoritesi hissedilmiş, bununla beraber devlet ile beraber gelen bir Türk kültürü bölgede hakim olmuştur. Bunun yanı sıra imparatorluk topraklarının büyük çoğunda İstanbul, askerlik şubesi kurmadığı yerlerden asker toplamamış, vergi toplamada bile bölgesel güçlerle anlaşmalar yaparak bölgenin vergi gelirini peşinen satmıştır. Eğitim yerel din adamlarına bırakılmış, yerel derebeylerine kolluk vazifesi verilmiş, kimi zaman adli işler bile din adamlarına bırakılmıştır. Vergi memurunun, askerin, hakimin girmediği, insanlar arasında adalet dağıtanın devlet olmadığı yerde Osmanlı kimliğinin esamesi okunmamıştır. Bu kapsamda Kuzey Kafkasya’da, Kürtlerin yoğun yaşadığı Güneydoğu Anadolu ve Mezapotamya bölgelerinde, Yemen, Ürdün, Arabistan, Irak-Suriye kırsalı, ve Romanya (Eflak-Boğdan) bölgesinde bir yandan da devlet idaresi kurulsa da yerel kimliğin Türk kimliğinden daha baskın ve köklü olduğu yerlerde Türklüğün yayılması sınırlı olmuştur. Kudüs, Beyrut, Şam, Mısır, Bağdat gibi bölgelerde İslam Kültürünün zaten Araplığa dayanması sebebiyle etnik Araplar Türklüğü benimsememiştir. Osmanlı’nın Macaristan’da bıraktığı kültürel etki kadar Arap topraklarına etki bırakamaması, Osmanlı’nın devlet mekanizmasını buralara yerleştirmesi ile alakalıdır. Osmanlılar Kimlerdi Öncelikle belirtmek gerekir ki bir üst kimlik olarak tasarlanıp bu çalışmada kullanılan Osmanlılık ifadesi esasında doğrudan doğruya Türklüğe dalalet etmektedir. İzah edildiği üzere devlet kurumlarının yaygılaşması ve merkezi otorite tarafından doğrudan idare edilen yerlerdeki Türkleşme, çoğu zaman Türklük içine asimile etmekle değil Türk-İslam anlayışını benimsetme olarak kendini göstermiştir. İlber Ortaylı’nın tabiriyle bir “Balkan İmparatorluğu” olan Osmanlı, Balkan coğrafyasında Arnavut, Boşnak, Ulah ve diğer İslamlaşmış Slavlar nezdinde önce makbul bir idare olarak kabul edilmiş, Fransız İhtilali ile ortaya çıkan milliyetçilik ile inşa edilmeye çalışılan Osmanlılık kimliğini benimsemiştir. Balkanlardaki Müslüman azınlıklar olan Arnavutlar, Müslüman Ulahlar ve Müslüman Slavlar, özellikle devşirme sisteminin de yardımıyla Osmanlı bürokrasisi içinde hakim olması, bu halkların Osmanlı kimliğini ve devletini benimsemesine yol açmıştır. Bu halklar arasında Türk dili de ikinci dil olarak benimsenmiştir. Fransız İhtilali sonrası bu halklar arasından çıkan aydınlar, çoğunlukla Osmanlı kimliği üzerinden bir milliyetçilik inşası içine girmiştir. Boşnak ve Müslüman Slavlar Osmanlılığı ve dolayısıyla Türklüğü bir kimlik olarak kabul etmiş ve hiçbir ayrılıkçı isyanın içine girmemiştir. (Bosna’da çıkan 1870 yılındaki isyan Bosna valisinin Kavalalı ailesi gibi otonomi talebinden ibaret olup milliyetçi bir karakter taşımamaktaydı.) Bosnalıların birçoğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun işgalinden sonra ata topraklarını terk ederek Rumeli ve Anadoluya sığınmış, ancak Çerkes mülteci akımından sonra zor durumda olan Osmanlı, çeşitli fetvalar ve Habsburglar ile yapılan anlaşmalar ile Boşnakları dönmeye ikna etmiştir. Boşnakların binlerce yıllık topraklarını Osmanlı idaresini tercih edip terk etmeleri bile aslında etnisiteden önce Osmanlı kimliğinin benimsendiğini göstermektedir. Arnavutlar arasında ise milliyetçi karakterli hareketler genellikle Hristiyan Arnavutlar arasından çıkmaktayken Şemsettin Sami gibi Müslüman Arnavutlar uzun süre Türk kimliğini benimseyerek Kamus-ı Türkî gibi Türklük yararına eserler vermiştir. Şemsettin Sami, aynı zamanda Arnavut kimliği için de mücadele etse de siyasi olarak Osmanlı içinde var olmaktan taraftardı. Arnavutların Balkan Savaşı'ndan önce isyan teşebbüsleri ise Sultan Reşat’ın Balkan seyahatine çıkarak Arnavutlar ile temas etmesinden sonra isyancıların silah bırakarak Padişah’ın elini öpmek için Kosova’ya akın etmeleri Türk idaresine olan inanç ve bağlılıktan ibaretti. Benzer şekilde 1913’te Arnavutluk Osmanlı’dan ayrıldıktan sonra bile 1914 yılında çıkan ve geniş kitlelere yayılan isyanda Arnavutlar Osmanlı idaresine bağlanmayı talep etmiştir. Türk yanlısı bu isyanın önde gelen isimleri ise Arnavut Bektaşileri ve İttihatçı Arnavut paşalardı. Öyle ki Arnavutluk, isyanı bastırmak için asker dahi bulamayıp Sırbistan ve Avusturya-Macaristan’dan yardım istemiş, dışarıdan gelen birliklerle isyanı bastırmıştır. Mübadele ile Yunanistan’dan özellikle Yanya bölgesinden gelen Müslüman Arnavutlar da Türk kimliğine adapte olmakla bir zorluk yaşamaması şüphesiz ki Osmanlı kimliğinin halihazırda kabul edilmiş olmasındandır. Balkanların kaybı neticesinde yüz binlerce Türk’ün yanı sıra bir o kadar gayri-Türk Müslüman halk da Anadolu’ya göç etmeyi kendi ata topraklarında yaşamaya tercih etmiştir. Balkan halklarının yanı sıra, Osmanlı topraklarına göç eden Çerkesler de Türkler arasına iskan edildiğinden etnik bilinçlerini koruyacak kolayca Osmanlı kimliğini benimsemiştir. Osmanlılıktan Türklüğe Osmanlı’nın son dönemlerinde Osmanlı İmparatorluğu’nu yaşatma mücadelesi içinde fanatikçe yer alan belki de Türklerden fazla Çerkes, Arnavut ve Boşnak bulunmaktaydı. İttihatçılar içindeki Arnavut ve Çerkes ağırlığa bakılırsa bu husus gözler önüne serilecektir. Dünün Osmanlısı, Cumhuriyetin ilanıyla yerini Türklüğe bırakmış, Kanun-i Esasi’de din, dil, ırk ayırt etmeksizin Osmanlı kabul edilen halklar bir gece Türk olmuştur. Buna karşın ise Ermeni-Rum gibi Hristiyan azınlıklardan ve Kürtlerden başka itiraz eden olmamıştır. Oysaki gerek istiklal mücadelesinde gerekse sonrasında Kuva-yi Milliye içinde yer alan Çerkes ve Arnavutların halk arasında ciddi bir nüfus yoğunluğu vardı. Şüphesiz ki bu halklar dün Osmanlı kimliğini nasıl kabullendiyse cumhuriyetin ilanıyla da Türk kimliğini kabul etmiştir. Bugün bile Çerkes ve Arnavut kökenli olup Türk milliyetçi mücadelesi içinde yer alan kitlelerin mevcudiyeti, etnik olarak olmasa bile sosyolojik olarak Türk milletini oluşturan hikayenin bir parçası olmalarından kaynaklıdır. Kürtlerin ise Türk kimliğini bugün bile benimsememeleri, tamamen Osmanlı döneminde Kürtler üzerinde otorite kurulmamasından kaynaklıdır. Arnavutlar üzerinden Türk hakimiyeti tesis edilirken çıkan İskender Bey isyanının benzerleri Kürtlerde ancak 1920’lerde cumhuriyetin merkezi idare tesis edilirken görülmüştür. Kürtlerin Osmanlı döneminde özerk olduğuna dair iddiaların temeli de budur. Çeşitli aşiretlerin insafına terk edilen topraklarda Osmanlı ne asker toplamış ne doğrudan vergi almıştır. Eğitimi, adliyeyi ve idareyi büyük ölçekte bu aşiretlere bırakmıştır. Bir başka deyişle Osmanlı masalının hiçbir zaman parçası olmamış Kürtler, dün Osmanlı kimliğini benimsemediği için bugün de Türk kimliğini kabullenmemektedir. 21. yüzyılda iletişim araçlarının ve mikro milliyetçiliğin kazandığı önem ortadayken Kürtlerin Türk kimliğini kabul etmesinin mümkün olup olmadığı, mümkünse nasıl bir süreci izleyeceği ayrı bir çalışmanın konusudur.