Türk Milliyetçilerinin Günahları

TAKİP ET

Bu yazıda, bizim -yani Türk Milliyetçilerinin- bazı konularda özeleştiri vermesi gerektiği konu edilecektir

Bu yazıda, bizim -yani Türk Milliyetçilerinin- bazı konularda özeleştiri vermesi gerektiği konu edilecektir. Gezi’nin yıldönümü olması hasebiyle yine bu konu gündemde ve bizim cenahın da yekûnu veya ekserîsinden olmasa bile dikkate değer bir bölümünden Gezi’ye dair tenkitler yapılıyor. Bu tenkitlerin bir bölümü, Gezi’ye Kürtçü örgütlerin katıldığı ve ön planda oldukları, bu yüzden de Türk Milliyetçileri tarafından benimsenemeyeceği -en azından tamamen benimsenemeyeceği- yönünde. Bu yazı, Gezi hakkında olmadığından neden Gezi’yi sahiplenmemiz gerektiğinden bahsetmeyeceğiz. Benzer minvaldeki tenkitlerin, feminist kolektiflerin de Kürtçü bir tavır aldığı yahut Kürtçü örgütlerle işbirliği içinde olduğu üzerine yapıldığını görebiliriz. Bu örnekleri çoğaltmak da mümkündür. Şimdi bu tespitin ardından özeleştiri vermemiz gereken kısma geliyoruz. Bu tenkitlerin argümanının öncelikle yanlış olduğunu belirtmemiz gerekir. Çünkü ortada bir hakikat vardır ve bu hakikati bizim karşımızda olan bir güruhun da dile getirmesi, tek başına bu hakikati ortadan kaldırmaya yetmez. Bunu açmadan önce bir tespit yapmak daha gereklidir. Türk siyasetinde HDP ve benzer diğer Kürtçü yapılar, tabiri caizse “necâset”tir. Üzerinize bulaşırsa siz de necîs olursunuz. Dolayısıyla ya uzak durmalı ya da “necâsetten tahâret” etmelisinizdir. Hükumet de bu durumu, kendi lehine kullanır. Gezi’ye destek verdiğiniz taktirde bu Kürtçü yapılarla -yani necîs olanlarla- birlikte olmuşsunuzdur, dolayısıyla artık siz “vatan hayini” şeklinde yaftalanabilir hâle gelmişsinizdir. Peki bu hâlde yapmamız gereken, yaftalanmamak için uzak durmak mıdır? Suya sabuna dokunmayan, konformist bir tavır mı almalıyız? “Vatan hayini” olmamak için haksızlıklar karşısında susmalı mıyız? Yapılması gereken, tabiî ki de bu değildir. Biz kendimizi iyi ifade edemediğimiz sürece, sesimiz gür çıkmadığı sürece onların sesi gür çıkacaktır. Onların bir doğrusu, doksan dokuz yanlışlarını örtecek, böylece meşru bir zemin kazanacaklardır. Tıpkı bir terör örgütü olan YPG’nin “Kurdish female fighters” imajı arkasına saklanarak dünya basınında meşruiyet bulması gibi. Peki biz kendimizi iyi ifade etseydik bu teröristler meşru bir zemine oturabilir ve diğer ülkelerden açık destek alabilir miydi? Doksanların sonunda ve iki binlerin başında dünyanın PKK’ya olan net bir biçimde olumsuz tavrına ve Türkiye’ye olan desteğine bakıldığında bunun söylediğimiz nedenden kaynaklandığı görülecektir. Biz Türk Milliyetçileri, imajımız dolayısıyla bir avantaja da sahibiz oysa ki. Son yerel seçimleri hatırladığımızda hükumet mensupları, muhalif olan adayları “terör destekçisi” olmakla yaftalıyordu. Fakat bu yaftaların Mansur Yavaş üzerinde işe yaramadığı malûmdur. Çünkü Mansur Yavaş’ın milliyetçi kimliği, atılan bu çamuru engellemiştir. İşte bu imajımız, hakikati ortaya çıkarmada bize bir üstünlük dahi sağlayacaktır. Çünkü Türk Milliyetçilerine zaman zaman yapılan “kafatasçı”, “faşist” vb. minvaldeki iğrenç ve mesnetsiz yaftalar itibâr görse dahi “vatan hayini” yaftası itibar görmez. Filhakîka bu böyledir. Şimdi yapmamız gerekene gelecek olursak. Bu başta da bahsedildiği gibi sesimizin gür çıkmasıdır. Bu gür sesten kasıt, hamaset veyahut boş gürültü değildir. Doğru gördüğümüz bir olayda en önde, en gür sesimizle yer almalıyız. Farzımuhâl bir kadın cinayetinin davası görülürken adliye önünde en gür bizim sesimiz çıkmalıdır! Hem bu eylemlere Kürtçü grupların katıldığını söylemek hem de meydanı onlara bırakmak bir çelişkidir. Bu örnek üzerinden gidecek olursak meydanı boş bıraktığımız taktirde aslında feminist bir maksat gütmeyen fakat hem meşruiyet hem de destekçi kazanmak isteyen bu tür gruplar, bu boşluğu kullanacaklardır. Ülkedeki kadın hakları savunuculuğu alanında bulunan talebi karşılayacak düzeyde yeterince oluşum bulunmaması, bu yönde talepleri olanların HDP’ye ve diğer Kürtçü oluşumlara içkin yapılara intisap etmesine sebebiyet vermektedir. Eşit vatandaş olarak görülmeyi ve haklarının korunması gibi temel taleplere sahip kişiler, bu bağlamda etkin olma arzusuyla hareket ettiklerinde HDP habitusuna dahil olma riskine girmektedirler. Feodal yapıyla barışık ve bağdaşık bir partinin Türk gençliğinin zihninde farklı bir izlenim oluşturmasına da sebep olan bu durum, feminizmin her Türk Milliyetçisi için ne kadar büyük bir önem teşkil ettiğini ortaya koymaktadır. Yine aynı şekilde Gezi zamanı BDP eş başkanı, Gezi’yi “darbe teşebbüsü” olarak nitelerken bugün devamı olan HDP, Gezi’yi benimsemeye çalışmaktadır. Görüldüğü üzere Gezi eylemini veya feminizm fikrini samimi bir şekilde benimsememekte, bir paravan olarak kullanmaktadırlar. Parantez içinde belirtmek gerekir ki feminist olmaktan da korkmamak lazım gelir. Ziya Gökalp, 1923’te yayınlanan Türkçülüğün Esasları kitabında aile ahlâkı bölümünde feminizmden bahseder, dolayısıyla bu düşünce bize uzak değildir. Hatta feminizm fikrini Türkiye’de ilk Türkçü kadroların zikrettiği söylenebilir. Devam edecek olursak bizim bu gür sesimiz, yukarıda bahsettiğimiz imajımız dolayısıyla mevzubahis grupların Gezi veya feminizm örneğinde bıraktıkları olumsuz algıyı da bertaraf edecektir. Ve tıpkı feminizme destek vermenin kötü bir şey olmadığı gibi gerektiğinde otoriteye karşı gelmek de kötü değildir. Türk tarihinden bunun sayısız örneğini bulmak mümkündür, fakat iki örnekle yetineceğiz. Hepimizin bildiğimiz üzere zamanında işgalciler ile işbirliği içinde olan İstanbul Hükumetine karşı Atatürk, karşı gelmiştir. 1944’te de Türkçülük Dâvâsı ile birlikte hükumete karşı Atsız’ın başını çektiği Türkçüler muhalif bir tavır almışlardır. Dolayısıyla otoritenin mutlak hakikate sahip olduğu ve karşı çıkılamayacağı fikri yanlıştır. Hatta tirana karşı koymak gerekir. Ezcümle Türk Milliyetçileri olarak almamız gereken tavır, çekincelere teslim olmadan -ama tabii ki de temkinli bir şekilde- hakikati, gür sesimizle haykırmaktır. Alacağımız tavır, başkalarına göre değil, kendimize göre olmalıdır. Gerekirse doğru bildiğimiz yolda tek başımıza yürümeliyiz, “belki bir kişi bile gelmeyecektir bize” ama biz yine de yürüyeceğiz. Bize türlü yaftalar yapıştırabilirler fakat Namık Kemal’in dediği gibi “yere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten”. O yüzden tavır almayarak, konformist davranmamalı, kimseden icazet beklememeli, gerektiğinde tavrımızı koymalı ve gür sesimizi duyurmalıyız. Yazıyı Namık Kemal’in beyitleriyle bitirelim: Sana senden gelir bir işte 'dâd' lâzımsa Zaferden ümidin kes gayriden imdad lâzımsa. Yüksel ki yerin bu yer değildir; Dünyaya gelmek hüner değildir. Bize gayret yaraşır, merhamet Allah'ındır. Hükmü ati ne fakirin, ne de şeyhin şahındır B. Caner Şafak

Atatürk Atsız Feminizm gezi parkı hdp milliyetçilik Türkçülük ypg Ziya Gökalp