Türk Ocağı'nda İncir Ağacı

TAKİP ET

Birkaç gündür sosyal medyada bir Türk Ocakları tartışması var

Birkaç gündür sosyal medyada bir Türk Ocakları tartışması var. Birkaç dostumdan telefon da aldım. Bu konu hakkında görüş belirtmekten geri duramadım.   Evvela, ilk Türk Ocakları anım geliyor gözümün önüne. Bir 3 Mayıs etkinliği var. Kayseri’de, yanılmıyorsam Düvenönü taraflarında mütevazı bir salonda, ev sahibi Türk Ocakları. Her zaman olduğu gibi, MHP il yöneticisi olan anneciğimin sağ yanında oturuyorum, 9-10 yaşlarında olmalıyım. Kürsüye birileri çıkıyor, muhtemelen protokol gereği evvela Türk Ocağı Kayseri şubesinden olmayan birileri konuşma yapıyor. Salonda hafif bir gerginlik seziyorum, çok da anladığım söylenemez yaşım itibariyle. Sonra kürsüye bir beyefendi çıkıyor. Nursuz, sert yüz hatlarına sahip, jest ve mimikleriyle kavgacı ve “gıcık” bir tavrı olduğunu gösteren, hem fiziken hem manen sipsivri bir adam. “Efendiler” diyor, “Bir hususun altını çizmek isterim. Bugün buraya 3 Mayıs Türkçüler Günü vesilesiyle geldik. Bugünün adı Müslümanlar günü değildir. Müslüman Türkler günü de değildir. Müslümanlıktan bahsetmek isteyebilirsiniz. Gidin başka yerde yapın. Bugün Türklerden ve Türkçülerden bahsedeceğiz.” Salonda homurdanmalar, laf atmalar, sataşmalar var. Yalnızca şunu hatırlıyorum: Annem gülüyor ve alkışlıyor, ben de o yaşta, o çocuksu insiyakımla adamı haklı buluyor, alkışlıyorum. O zat kimdir, adı nedir, bilmiyorum, anneme sorduğumda o da adını hatırlayamamıştı. Biraz ihtiyar olduğu kalmış aklımda, öldüyse durağı uçmağ olsun, yaşıyorsa ömrü uzun olsun.   Şimdi konuyu ele alalım. 30eksi isimli bir platformda, 30 yaş altındaki gençler, Türk Ocakları’nı mesele etmişler, görüşlerini paylaşmışlar. Epey bir gürültü kopmuş, Türk Ocağı gençlik yapılanmasında da tartışmalar olmuş. Türk Ocakları’nı eleştiren kardeşlerimde, çok değil 7-8 yıl önceki halimi görüyorum. Ben de sivri ve “gıcık” laflarla kurumları eleştirir, tepki çekerdim. Hiç pişman değilim, Türk milliyetçiliği fikrinin terakkisi için de bu tavrın şart olduğunu düşünüyorum.   Sosyal medyada bu gençlerin çıkışına dair yapılan yorumlara rastgele baktım. Biri mesela, “Türk Ocağı’nı dışarıdan eleştirmek olmaz” diyor. Neden olmaz acaba? Türk ismini taşıyan bir kurumu, her Türk eleştirebilir. Türk olmayan da eleştirebilir gerçi, fakat en çok Türklerin eleştirmesi gerekir. Zira bu müthiş bir temsildir, şu veya bu sebepten bu temsili üstlenen kuruma dahil olmayanlar da, bu kurumu eleştirme salahiyetine sahiptirler. Her şeyden evvel sivil toplum kuruluşları sivil bir biçimde topluma hitap ederler, toplumun da onlara hitap etme hakkı vardır.   Kimileri eleştirinin çok sert olduğunu söylemiş. Yine dileyenin sert eleştirme hakkı da vardır. Bu eleştiri haksız da olabilir. Fakat kuruma düşen, “kendisine Türk milliyetçisi diyen gençler bize neden böyle bilenmiş acaba?” diyerek takkeyi öne koymak mıdır, bu enerjiye düşmanlık edip söndürmeye çalışmak mı? Ben Türk Ocağı yetkilisi olsam, küfür etmiyorlarsa bu çocukları çağırır, tek tek dinler, hak verirsem gereğini yapar, vermiyorsam da sebebini anlatır, gönüllerini ederdim.   Aklıma bir eleştiri düşüyor. Neyzen Tevfik’ten:  Ne mutlu ehl-i aşka Türk Ocağı’ndan ateş almak, O bahr-i vuslata canan ile üryan olup dalmak, Bugün milli ibadettir binanın şekline bakmak, Ne anlar bizdeki ulviyyeti Cevdet gibi ahmak? Ocak'ta yan gelir her merd-i âkil yâ Rasûlallah! Ocak’tan bir kıvılcım sıçrasa Kutb-i Şimalîye, Cehennemler yağar gökten, cumudistân-ı hâliye! Açıkken sahnesi her bir kelam-ı laubaliye Nedir hikmet bu yer gayet soğuk gelsin ahaliye? Sıcaklık burda hammama muadil yâ Rasûlallah! Bugün ümmid-i atidir yanan millet çerağında, Böğürtlen nazlanır nerkis misali işve bağında! Ne mutlu dikmeden incir yetişti Türk Ocağı’nda! Münevver kısmının hissiz karanlık boş dimağında! Gezen mefkûredir bir semm-i katil yâ Rasûlallah! Şimdi, Neyzen bu eleştirileri Gökalp’a ve Türk Ocağı’na yöneltmiş. Bence haksız, epey haksız. Fakat Türk Ocağı’nı mevcut yöneticilerine rağmen önemseyen ve seven bir adam olarak rahatsız olmuyorum. Hatta, “ne mutlu dikmeden incir yetişti Türk Ocağı’nda” dizesindeki yaratıcılığı, her aklıma geldiğinde beni güldürüyor. (Bu arada bu şiirin tamamını tavsiye ederim. Adı, Üçüncü Arz-ı Hal. Gökalp’i kastederek “Bu Nemrud’a bugün Turan mı Babil ya Rasulallah?” diyor, benim aklıma bugün Turancılık taslayan sabık İslamcılar düşüyor. Bir yerde de, İslamcılığın para ile ilişkisini çok güzel anlatıyor: “Emin olmak için cinden, polisten, her musibetten / Taşırlar bankanottan bir hamayil ya Rasulallah!” Müthiş değil mi?)  Gökalp’ı sevme nedenlerimden biri düşüyor aklıma. Muarızları ona Durkheim mukallidi derler ama, Gökalp Batı literatüründen beslenerek Türkiye'de sosyal bilimlerin “modern” halinin temelini atmıştır. Tekrar ediyorum, pratikteki tesiri ve yeni kurulan rejime yaptığı fikir babalığı nedeniyle “en büyük Türkçümüz” diyebilebileceğimiz adam, Batı literatürünü takip etmiştir ve onun büyüklüğü buradadır.   Şimdi 30eksi’de tepki çeken yazıya bakıyorum. Tepki çeken ifadelerden biri şu: “Dönüp dolaşıp hep aynı konuları işliyorlar, özgün bir fikir yok, hareket yok, kombineli milliyetçilerin ezberinden başka bir şey değil maalesef, Ahmet Yesevi, Maturidilik, Orta Asya, Galip Erdem vs. birbirinin kopyası anışlar.” Türk Ocakları internet sitesine baktım. Hakikaten öyle. Osman Turan anması, Yılmaz Öztuna anması, Ziya Gökalp anması… Bu isimleri seviyorum ha, anılmalarına karşı değilim. Fakat gençlerin memnuniyetsizliği, yahut “tatminsizliği” tam olarak bu yüzden.   Efendim, Türk Ocakları’nın “misyonu ve vizyonu”na dair web sayfasında kurumsal bir bilgi bulamadım, ancak Türkçülüğe dair çalışmak, Türkçülüğü yaymak misyonları ve adıyla müsemma, Türk Dünyası’nın tamamına yayılmış bir entelektüel merkez olmak vizyonuna sahip olduğunu tahmin ediyorum. Şu halde, dünyada literatür oldukça geniş ve canlı, üstelik müthiş buluşlar, keşifler, yeni nazariyeler, onları takip etmeye ve hiç değilse tercüme edip filtreleyerek aktarmaya çalışan genç bir Türk milliyetçisi olan bendenizin başını döndürüyor. Türk Ocakları bu konuda ne yapmıştır?  Bir kitabının Türkçeye çevrilmesine vesile olduğum Azar Gat, Yahudi olmasına rağmen(!) milliyetçiliği olumlayacak onca tespit yaparak ezber bozuyor. Sözgelimi klasik sol literatürün “millet modern bir meseledir” tespitlerine öyle güzel argümanlarla karşı çıkıyor ki, İsrail Ocak Başkanı unvanı veresim geliyor. Bu tartışmalar bizim meselemizdir, bu tartışmaları biz de veriyorduk. Kimi zaman makul ve içi dolu, kimi zaman el yordamıyla, zayıf karşı argümanlar sunuyorduk. Bu profesörü Türkiye’ye çağırıp dinleyemez, dinletemez miydi sevgili Türk Ocağı?  Lera Boroditsky, aynı alanda çalışan diğerleriyle birlikte, Sapir-Whorf hipotezi doğrultusunda çalışarak, “dil”in düşünceye tesir ettiğini ispatlıyor. Bunun milliyetçiliğin dayandığı bilimsel temeller açısından önemi bir yana, bu doğrultudaki ilk görüşü ortaya atan Ali Şir Nevai’dir. Koskoca hars heyetimizden bir düşünürümüz, bilim adamımız neden çıkıp da bunu mesele etmiyor, bu konuda konferanslar düzenlemiyor?  Steven Pinker, epeyi solcu denecek hocası Chomsky’nin izinden gidiyor ve ortaya bir nazariye atıyor: Dil İçgüdüsü. (Bu kitabın da Türkçeye çevrilmesine vesile oldum.) Bu da önemli, çünkü dilin bir içgüdüden, bir “donanım özelliği”nden kaynaklandığını söylüyor. O zaman bir “insan fıtratı” sözkonusudur, fıtrat var mıdır, yok mudur tartışması da, sosyalist gelenek ile olagelen tartışmamızdaki en önemli maddelerden biridir. Türk Ocağı faaliyetlerinde acaba bu hiç konuşulmuş mudur?   Genetik alanında oldukça art niyetli spekülasyonlar yapılıyor. Bizim basın da bunun üstüne balıklama atlıyor. “Anadolu’nun %3’ü Türk!” diye manşetler atılıyor. Bu alanda hiç mi bilim adamımız yok? Çıksın, Türkçü gençlere bu meselenin aslının ne olduğunu anlatsın? Mesela, -yarım yamalak bilgimle konuşuyorum- çıksın, iddiaların dayanak noktası olan Y kromozomu haplogruplarını incelesin, sonra falanca haplogrup “Türk geni”dir tespitinin yapıldığını, bunun ölçü tutulduğunu, fakat aynı ölçüye göre Altay’da da, Kazakistan’da da, Tuva’da da Türk oranının %10’larda kaldığını, ortada bir kasti ve yanlış istatistik yorumlamasının olduğunu söylesin. Haplogrupların evriminin, bırak milleti, ilk protoetnik gruplardan bile önce gerçekleştiğini, haplogrupla ancak çok daha geniş, milletötesi bir harita çıkarılabileceğini söylesin. Ya da bana desin ki eşşek herif, yarım yamalak bilginle yanlış konuşmuşsun, doğrusu şudur.  Dünya müthiş bir yer. Bir sürü yeni olgu, yeni mesele var. Türk milliyetçiliği bunları çalışmak, yeni sorulara yeni cevaplar vermek zorundadır. Bunu yapan bir merkez yok, ancak adı ve eski işlevleriyle, mazisiyle Türk Ocağı, gençler için bir adres oluyor. Oraya gittiğinde aradığını bulamayan, pratikteki yahut teorideki sorularına, sorunlarına cevap ve çözüm elde edemeyen gençler bileniyor. Olan budur.   Hele bir de Aktüel dergisine röportaj verilip cumhuriyete salvolar atılıyorsa, gizli-açık çözüm sürecine destek veriliyorsa… Umum tarikata, cemaate hoş bakılıp da, “İnancım yok/İnancı önemsemiyorum” diyen gençlere virüs, veba muamelesi yapılıyorsa… Gençler elbette rahatsız olacak, tepki gösterecekler.   Hayalimde bir Türk Ocağı var. Bakmayın öyle “genç kardeşlerim” diye büyük pozu kestiğime, ben hala gencim. Hala gelişiyorum, büyüyorum; ümit ediyorum ki hiç yaşlanmayacağım ve 80 yaşıma da gelsem yeni şeyler öğrenmeye çalışacağım. İşte bu meraklı genç olarak, hayalim şu: Okurken, yahut bir Türk milliyetçiliği muarızı ile tartışırken, bir haber okuduğumda, gece yatarken Turan nasıl kurulur diye düşündüğümde aklıma gelen sorular… Bu sorulara dair Türk Ocağı’na gittiğimde, yahut web sitesini açtığımda, yahut kütüphanesini ziyaret ettiğimde, hazır cevaplar bulayım. O cevaplar beni tatmin etsin. Unvanları heybetli olduğu kadar, kendi de heybetli sevgili hocalarım, o Gökalpların, Osman Turanların, Akçuraların, Arsalların, Toganların; bütün hizip ve renkleriyle asır öncesinin Türkçülüğünün varisleri, bunları engin bilgileriyle bizden önce tespit etmiş yahut sezmişler, bizim için üzerinde kafa yormuşlar, bize hiç değilse temel sunmuşlar diye kıvanayım. Sonra ben de, karınca kararınca, hiç üzerinde çalışılmamış bir konu arayayım da, bu da benim katkım olsun diye hars heyetine sunayım.   Şu içinde olduğumuz zaman diliminde Türk milliyetçisi bir genç olmak zor abiler, ablalar. O kadar çok eksik, o kadar çok boşluk var ki… Tek başımıza bunların hiçbirine yetemiyoruz. Kimimiz hepsine yetmeye çalışırken harap olup, ruh sağlığını yitirip gidiyor, kimimiz pes ediyor… Bir zümre de var ki, hepsine boş verip, ekmeğinin derdine düşüyor. Ne eleştiriyor, ne bir sorumluluk altına giriyor, ne düşman kazanıyor ne dost… O, Peyami Safa’nın “adam değildir!” dediği tipte tuhaf bir mahluka dönüşüyor.   Fakat o tuhaf mahluklar dahi, yola çıktıklarında iyi niyetlilerdi. Türk milliyetçiliği, Turancılık, vatanı sevmek, bayrağa aşık olmak gibi gayet güzel, gayet olumlu hasletlerle, fikirlerle bir “sistem”e girenin, nasıl bir “ürün”e dönüştüğüne bakmamız lazım. Baktığımızda, neticeden memnun değilsek; Türk Ocakları Türk gençlerinin dünya literatürünü takip ettiği ve aracılığıyla o literatüre eşit büyüklükte katkı yaptığı bir merkez değilse mesela, takkeyi önümüze koymamız lazım.  Bizim mayamız kötü değil sevgili hocalar. Bize “gel bakalım” diyene, sonra yolumuz ayrı düşse bile vefa göstermeye devam ederiz. Niyetiniz bir şeyleri düzeltmek olmasa bile, hiç değilse gönül kırmayın. Elinizin kirini saçımıza sildiğinizde bundan mutlu olacak yetimleriz biz. Hocamız, önderimiz, liderimiz olamıyorsanız bile bari abimiz, amcamız olun. 

3 mayıs Ali Şir Nevai Azar Gat Bahadırhan Dinçaslan M. Bahadırhan Dinçaslan muhammed bahadırhan dinçaslan Neyzen Tevfik Turan Türk Milliyetçiliği türk ocakları Türkçülük Ziya Gökalp