Türkçe ile Felsefe Yapamazsınız

TAKİP ET

Başlıktaki ifade muhtemelen tanıdık gelmiştir

Başlıktaki ifade muhtemelen tanıdık gelmiştir. Malumdur, Türkçe söz konusu olduğunda hep Türkçenin yetersizliğinden bahseder; Türkçenin bazı kavramları karşılamadığından dem vururlar. Türkçe konusunda bir uzman değilim ancak ana dilim olması nedeniyle bu konuda haddim olmayarak birkaç kelime konuşma hakkına sahip olduğumu düşünüyorum. Savruk düşüncelerim var; anlatacağım. Anlatırken bence/bana göre kalıplarını sık sık kullanacağım çünkü bunlar benim fikirlerim, elbette katılmadığınız noktalar olabilir. Öncelikle bence yanıldığımız bir nokta var; herhangi bir filozofun kendi dilinde yaptığı felsefenin terimlerinin çevrilmesi Türkçe felsefe yapmak değildir. Çevrilen terimler, yapı bakımından Türkçe olsa da Türk düşünce sistemine uymadıkları için bana göre Türkçe değillerdir ve ürettiğiniz şeyler güdük kalır, kısır bir döngünün içine girersiniz. Ha diyeceksiniz ki sen kimsin de buna karar veriyorsun? Haklısınız, sadece kendi kafamın içinde konuşmaktan sıkıldım ve yazmak istedim. Şimdi gelelim Türkçeyle felsefe nasıl yapılır meselesine; bir kere Türkçe tanıdığım yabancıların genel yorumuyla sert ve basit bir dil. Ancak bu basitlik gelişmemişlikten değil Türklerin yaşayış tarzından kaynaklanan bir durum. Bozkırda konar-göçer bir hayat süren ve at üstünde yaşayıp/savaşan Türklerin dilleri de buna göre şekillendi. Bu sayede tek kelimeyle çok şey anlatılabilir hale geldi. Türkçenin bir özelliği de diğer dillerdeki kelimeleri özümsemesi oldu. Bakmayın Türkçeyi şu kadar şöyle kökenli böyle kökenli kelime var diye kötülüyorlar; özellikle “Orta Kuşak” olarak tabir edebileceğim Sibirya'nın güneyi ve Hindistan'ın kuzeyi arasındaki bölgede yaşayan Türkler birçok milletle etkileşime girdiler ve bu milletlerle dil, kültür, maddiyat gibi her konuda alışveriş yaptılar. Bu alışveriş Türk kültürünün yüksek bir hakimiyet kurmasını sağladı. Örneklemek gerekirse iyi bir mal alıp satarken pazarlık yapıyormuş gibi düşünün; elinizdekini korumak karşınızdakinden en fazla şeyi almak istiyorsunuz. Türklerin yaptığı da bu oldu; kültür alışverişinde kendi mevcudiyetini korumak ve karşı taraftan alabildiği kadar şey almak. Yahya Kemal "Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden" der zira o keder ona ait değildir. Evet bazı kültürel ve felsefi öğeler evrenseldir. Buna hiçbir itirazım yok ama bununla beraber bazı öğeler de onu yaratana aittir. Türk felsefesine örnek vermek gerekirse; bence en önemlisi Orhun Yazıtlarındaki "Zamanı Tanrı yaşar, kişioğlu ölmek için yaratılmış" sözü olur. Yeri gelmişken bu sözle Kuran'daki "Her nefis ölümü tadacaktır" ve "Allah'tan geldik Allah'a döneceğiz" ayetleri arasında bir benzerlik görüyorum. Tabii Bilge Kağan o dönemlerde bundan haberdar olmuş mudur? Sanmıyorum zira o halde Kuran'ın Türkçeye çevrilmiş olması ve Bilge Kağan'ın bunu özümsemiş olması gerekir ki buna dair elimizde bir vesika yok. Mesela bu zaman algısı meselesinde Türkçede küçük bir ayrıntı vardır; geçtiğimiz hafta demeyiz, geçen hafta deriz. Çünkü geçen, zamandır. Gazeteciliği eskilerden öğrenenler buna genellikle dikkat ederler. İşte bu zamanın akıp gitmesi meselesine bozkırın ortasındaki bir kağan kafa yormuş ve bu lafları etmiştir. Şöyle bir hikaye anlatılır; Celaleddin Rumi ile Yunus Emre karşılaşırlar ve karşılıklı şiirler okurlar. En sonunda Celaleddin Rumi Mesnevi'yi okumak ister ancak Yunus Emre istemez ve kalkar, giderken de "Ne kadar uzun yazmışsınız çok emek ve gayret sarf etmişsiniz. Bize kalsaydı 'ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm' söylerdik" der. Bu karşılaşma oldu mu olmadı mı bilmiyorum. Ancak Türk kültürünün felsefi tezahürü budur; bütün derdini basitçe anlatmak. Celaleddin Rumi Türk kültür dairesi içinde kalsa da düşünce olarak bu dairenin dışındadır. Bozkırlı konar-göçer kültür temsilcisi Yunus Emre'nin yaşam tarzında bir şeyleri anlatmak için çok fazla vakti yoktur, onun mücadelesi hep devam eder bu yüzden az lafla çok şey anlatabilmelidir. Velhasıl şahsen Türkçeyle felsefe yapılabileceğini düşünüyorum. Tabii anlattıklarımı saçma bulmuş da olabilirsiniz. Başta dediğim gibi bunlar şahsi ve savruk düşüncelerimin yazıya geçirilmiş hali. Nitekim herkesin Tanrısı da doğrusu da kendine kadar.