Türkçülüğün Farzı: Zengin Olmak

TAKİP ET

Geçenlerde bir ağabeyimle sohbet ederken mesele 'zenginlik' mevzusuna geldi

Geçenlerde bir ağabeyimle sohbet ederken mesele “zenginlik” mevzusuna geldi. Gönüllü karantina döneminde vaktimiz hayli bol, o yüzden enine boyuna konuştuk. Zenginliğin tanımını, mesela, sahip olunan şeylerle yapamadık: 1 milyar dolar serveti olan adamın giydiği takım elbiseyi kendisinin de alabildiğini söylüyordu. Öyleyse 1 milyar dolar serveti olan adamla eşit miydi? Değildi elbette. Bir izafilik de söz konusuydu: Ben hayata yeni atılan, yeni mezun bir gence göre zengindim. Ali Koç da bizimkinden zengindi. Bill Gates Ali Koç’tan zengindi. Birine zengin dediğimizde, ötekine başka bir şey demek icap ediyordu. Derken aklım Weber’e gitti. Üç bileşenli sosyal tabakalaşma nazariyesinde, üç işlev yahut boyut üzerinden tabakalaşmayı ve “güç”ü ele alır: Servet, İtibar ve Makam. (Başka çeviriler elbette mümkün ama bu haliyle çevirmeyi tercih ettim) Toplum, deyim yerindeyse bu üç işlev üzerinden şekillenir, bu işlevleri üstlenebilenler toplum üzerinde tesir sahibidir diyebiliriz. Şöhretli bir adamın parası olmasa bile, toplum üzerinde bir etkisi vardır. Birçok makam sahibinin adını bile duymayız, parası da yoktur (yolsuzluk yapmıyorsa) ancak aldığı kararlar bir toplumun kaderini tayin edebilir. Peki parası olan? Zenginliğin tanımını, sohbetin ardından, şöyle yapmaya karar verdik: Şöhretin, itibarın, makamdan yahut yetkiden kaynaklanan gücünün ötesinde, yalnızca paran/maddi varlığın ile toplumda şekillendirici ve dönüştürücü etki yapabiliyorsan, zenginsindir. Bu ne demek? Bir milyon doları olan adam en fazla varlıklıdır, zengin değildir. Fakat bir ülkenin borsasında alım satım yapması (Türkiye gibi küçük, sığ ve spekülasyona açık ülke borsalarında bu maalesef daha kolay) fiyatları oynatacak, yönettiği fonları bir ülkeye getirmesi ülkenin ekonomisine etki yapacak bir servete sahip adam, evet, zengindir. Konforlu bir hayata yetecek bir gelirden/paradan bahsetmiyoruz, hatta gelirin artık anlamsızlaştığı bir servet seviyesinden bahsediyoruz. Bu serveti haiz insanlar, tanınmasalar ve makam sahibi olmasalar bile, yalnızca servetleriyle toplumu şekillendirirler. Ki, bahsettiğim üç işlev/üç boyut geçişkendir de: Para şöhreti ve makamı, şöhret para ve makamı, makam şöhret ve parayı getirebilir. (Türkiye’de genellikle sonuncusu oluyor, ne hazin!) Peygamber’in “iki Ömer’den biriyle İslam’ı güçlendir” duası anlamlıdır. Peygamber elbette zengin-fakir ayrımı yapmıyor, anlattığı dine gelen herkesi kucaklıyordu. (Hatta bunun bizimkiler tarafından örnek alınması lazım. Türk milliyetçileri ne kadar eski milliyetçi olduklarını anlatıp böbürleniyorlar, çok eski zamandan beri milliyetçi olmak dışında bir halt ettiği de yok çoğunun. “Yeni milliyetçi”lere ise tepeden bakış hakim. Peygamber’in ya da eski sahabenin Müslüman olanlara “Daha dün putperesttin, ne hakla konuşuyorsun” dediğini düşünün. Kaç kişi Müslüman olurdu?) Ancak iki Ömer’den birinin, yani Amr bin Hişam ile Amr bin Hattap ikilisinden birinin Müslüman olması, o dönemin Arap coğrafyasındaki “servet” işlevini üstlenen çok önemli iki kişiden biriyle dinin güçlenmesi ve Arap toplumunu dönüştürmesi anlamına geliyordu. Nitekim ilki Müslüman olmamış, “Bilgeliğin Babası” (Ebu’l Hakem) olarak bilinirken, “Ebu Cehil”e dönüşmüş, ikincisi ise Ömer’ül Faruk namıyla peygamberin halifesi unvanını bile elde etmiştir. PKK yalnızca bir silahlı terör örgütü değildir. Aynı zamanda “maddi” bir aktördür. -Terörist- Bir finans gücüdür. Bitmeyişinde bu cihetin önemli bir rol oynadığını görmek lazım, mesela. Yahut Müslüman Kardeşler’in İsviçre’de banka kurması tesadüf müdür? Şu halde sorumuz belli: Dünyadaki toplam servetin yüzde kaçı Türklerin elinde, bu Türklerin de ne kadarı Türk milliyetçisidir? Başka bir soru daha sorayım: Bu satırların yazarı, konforlu bir hayatı temin eden servete değil, devlet başkanlarıyla düzenli çay içmesine vesile olacak büyüklükteki bir servete sahip olsaydı, yazı yazıp mütevazı örgütlenmeler yapmaktan daha faydalı olmaz mıydı? Zengin olmak gerekiyor tespitini yapmak için elbette çok akıllı olmaya gerek yok. Çok bilgili olmaya da. Girişteki uzun açıklama da gereksiz sayılabilir: Weber okumasanız da zengin olmak gerektiğini bilirsiniz. “Nasıl olacağız?” sorusu daha önemli. Fakat bir günah çıkarmam gerekiyor: Mevcut hükumet ve yandaş sistemi nedeniyle şimdiye dek yazılarımda Weber’in bu nazariyesine atıf yaptıkça, “şöhret/itibar” kısmı üzerinde dururdum. Onu öncelerdim, “zengin olmak” meselesini peşinen kayıp dava olarak görürdüm. Ancak İskender Öksüz’ün vaktiyle yaptığımız “Usta Çırak” programında isabetli bir şekilde bahsettiği üzere, servetin değil ama, “sermaye”nin tanımı değişiyor. Dün toprak sahibi sermayenin sahibiydi. Bugün dünyanın en zengin insanlarının bir kısmı, oturduğu evin dahi sahibi değil. Dün nesiller boyu aktarılan ve biriken “para”nız olmadan girişim kuramazdınız. Bugün dünyanın en büyük şirketlerine bakınca, çoğunun kuruluş hikayesinde girişken, talihli ve zeki bir genç görüyoruz; aileden yahut “sınıf”ından zengin bir züppe değil. Çünkü sermaye artık bilgidir, para kazandıran bilgiyi doğru işleyen adam, epey büyük bir servete, hiç de birkaç nesil geçmesine ihtiyaç duymadan kavuşabiliyor. Türk milliyetçilerine baktığımda, bırak yukarıdaki paragraflarda tanımlanmış zenginliği, insanın izzetinin hak ettiği konforlu hayatı temin edecek gelirden bile uzak bir kitle görüyorum. Çoğumuz maaşlı çalışanız. Servet anlamında hiç gücümüz yok, sıfırın altındayız, borçluyuz, zarar yazıyoruz. Gençlik heyecanıyla milliyetçi olanlar, yirmili yaşların ortasında kopup gidiyorlar: Hayatın gerçekleriyle yüzleşince, mücadeleye vakit ayıramıyorlar. Ben onlardan olmadım, ama onları anlayabiliyorum. Bu manzarayla dünyayı geçtim, ülkenin geleceğinde ne kadar söz sahibi olabiliriz? Milletin bilmem neresini ne yapmak isteyenler, maalesef, bizden daha fazla söz sahibi olmaya devam edecekler. Vaktiyle bir derneğimiz, dergimiz vardı. Parasızlıktan kıvranıyor, yine de ayakta tutuyorduk. En sevdiğim ve ticari hayat tecrübesi olan hocama gittim. “Bana akıl ver” dedim. “Oğlum” dedi, “neyin var elinde? Ticaret eldekini en iyi şekilde değerlendirme işidir”. Düşündüm, “Birkaç yüz delikanlımız var” dedim.  Güldü, “Bu malzemeyle yapılacak en iyi iş çek-senet işi” dedi. Şimdilerde düşünüyorum da, hocam haklıydı; çek senet işi yapmakta değil elbette, ama sermayemiz gençlerimiz. Zihnimiz. Bir dizi toplantı yapmıştık, düzenli okurlarım hatırlayacaktır. Bu toplantılardan çıkan en önemli sonuç, bir araya gelinebilecek bir yer ihtiyacı tespiti ve bunun giderilmesi talebiydi. Fakat aynı zamanda -her bir araya gelişimizde olduğu gibi- zeki, çalışkan, bilgili ve donanımlı bir kitle gördüm. Şunu baştan söyleyeyim: Türk milliyetçileri henüz klasik-hiyerarşik ve verimsiz örgütlenme modelleri dışındaki modellere hazır değiller, acı tecrübelerim bunu gösteriyor. Zira bireysel olarak kendilerini geliştirmişlerse de, bir cemiyet olarak birlikte hareket etme ve bunu yeni, verimli, demokratik modellerle yapma tecrübeleri yok. Henüz bu yetenekleri gelişmedi. Ancak, düşünüyorum: Bu kitlenin para kazanmasını, zenginleşmesini sağlayabilir miyiz? İşte bu mümkündür. Bu toplantıların çağrısını yapan adam olarak, buna yoğunlaşacağımı beyan, bu fikri makul bulanların desteğini talep ediyorum. Ankara’da yeni bir yer tuttuk, çok büyük olmasa da işimizi görecek. Çin Virüsü salgını geçtiğinde, açılışı yapacağız. Orada zehir gibi zekasıyla gençlerin enerji ve zihinlerini paraya dönüştürecekleri bir sistem kurmaya çalışacağım. Belki bu sistem kendisini tanımladığım “zenginlik” seviyesine çıkaramaz. Ancak içinden yetişecek arkadaşlar arasından bunu elde edecek adamlar olacağına eminim. Memur olmayı, iyi maaşla bir yere girmeyi değil, şirket kurmayı, girişim yapmayı, proje geliştirmeyi vizyon ve amaç edinmiş bir gençlik… Hiç değilse birkaç yüz genci bu zihniyetle donatsak, çok büyük bir iş yapmış oluruz diye düşünüyorum. Hem eğitim süreçlerinde ve hayata atılma fazlarında onlara maddi bir desteği olur, hem de belki tutan birkaç projeyle, hep hayalini kurduğumuz ama imkansızlıklar nedeniyle gerçekleştiremediğimiz işleri de finanse edebiliriz. Zenginlerimiz Türkçü olmuyorlar, Türkçülerimiz zengin olmalı. Bunun yolu memuriyet değil, hayatin asgari ihtiyaçlarını garanti eden işler değil. Büyük düşünmek, büyük oynamak, bunun riskini almak lazım. Türkçülerin yönettiği şirketler ciddi bir sermayeye tekabül edince, içinde debelenip durduğumuz kısır tartışmalardan kurtulup, neyi nasıl yapacağımıza dair hakiki tartışmalar içine girebileceğiz. Bilginin sermaye olduğu bu dönemde, bunu başarmak zor değil, yeter ki asgari şartlar sağlansın. Bütün birikimimizi, ilişki ağımızı, tecrübemizi bu şartları sağlamaya harcarsak, idealleri olan fakir ama gururlu gençler değil, stratejik yatırımları olan güçlü bir ideal yaratmayı başarırız. Yazıya pek sevdiğim bir müzikalden bir parçayla son vereyim. Ah sevgili tanrım Pek fazla, pek fazla fakir yarattın Anlıyorum tabii ki, fakir olmak utanç değildir Ama büyük bir şeref de değil Felaket mi olurdu yani Birazcık servetim olaydı? Reb Tevye – Damdaki Kemancı M. Bahadırhan Dinçaslan

Bahadırhan Dinçaslan İskender Öksüz M. Bahadırhan Dinçaslan muhammed bahadırhan dinçaslan Müslüman Kardeşler pkk Türk Milliyetçiliği Türkçülük Zenginlik