Türkiye'de İş Sağlığı ve Güvenliğindeki Sorunlar

TAKİP ET

Giriş Ülkemiz 'de iş sağlığı ile ilgili ilk düzenlemeler 1865 yılında yayınlanan Dilaver Paşa Nizamnamesi ve ardından 1869 yılında Maadin Nizamnamesi ile başlamıştır

Giriş Ülkemiz ’de iş sağlığı ile ilgili ilk düzenlemeler 1865 yılında yayınlanan Dilaver Paşa Nizamnamesi ve ardından 1869 yılında Maadin Nizamnamesi ile başlamıştır. Dilaver Paşa Nizamnamesinin sadece Zonguldak ve çevresindeki kömür havzalarını içine almasından ötürü imparatorluk çapındaki tüm kömür madenlerini kapsaması amacıyla çıkarılmış nizamnamedir. Yaklaşık sekiz yıl uygulamada kalan 1861 Nizamnâmesi ile maden işletmeciliğinde elde edilen tecrübelerden sonra ve bilhassa 1867’de yabancıların Osmanlı coğrafyasında toprak almalarına izin verilmesinin de etkisiyle[i] 1869’da yeni bir maden nizamnâmesi hazırlandı. Bu nizamnamede ilk defa madenlerin güvenliği ve sağlık koşulları üzerinde durularak madenlerde bir doktor ve eczane bulundurulması zorunlu hale getirildi. Ayrıca kazazede işçilerin ailelerine mahkemenin tayin edeceği tazminatın ödenmesi öngörüldü, kazayı zamanında haber vermeyenlere veya         teknik eksiklikten meydana gelen kazaların sorumlularına da para cezaları verileceği karara bağlandı[ii]. Ayrıca Maadin Nizamnamesi, kömür iş kolunda zorunlu çalışmayı ortadan kaldırılmış ve insani çalışma şartlarına değer verilmeye başlanmıştır. Ancak, 20. yüzyılın sonlanması ve 21. yüzyılın başlamasıyla birlikte, teknolojinin, tüm sanayileşmenin ve çalışma koşullarının büyük bir hızla değiştiği gerçeği gözlenmiştir. Avrupa Birliği’nin, Aralık-1999’daki zirvesinde, Türkiye’ye adaylık statüsünün tanınmasıyla birlikte, 2003 yılında 4857 sayılı İş Kanunu çıkarılmıştır. Bu Kanunun iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili hükümleri, birkaç madde dışında, aynen 1475 sayılı İş Kanunu’ndan aktarılmıştır. Ancak, 4857 sayılı İş Kanununa göre çıkarılması gereken yönetmelikler, Avrupa Birliğinin 89/391/EEC sayılı çerçeve direktifine ve diğer bireysel direktiflere göre uyumlaştırılmıştır ve 2003 yılı ile 2004 yılı içerisinde art arda yayımlanmıştır. 29 Haziran 2012 tarihinde 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun çıkarılarak 1 Ocak 2013 tarihinden itibaren uygulamaya konması ve akabinde yönetmeliklerinin çıkarılması ile ülkemizde iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı geniş bir hal almıştır. Çıkarılan bu kanun ve yönetmelikler uygulama aşamasında ise büyük sıkıntılar meydana getirmiştir. Ülkemizde İş Güvenliği Sistemi Ülkemizde meydana gelen iş kazalarını önlemek veya asgari seviyeye çekebilmek için İş Sağlığı ve Güvenliği Sistemimizde köklü değişiklikler yapmamız şarttır. Köklü değişiklik yapılması gereken kısımlardan bir tanesi, iş yerlerinin tehlike sınıflandırmasıdır. Hiçbir işyeri bir kıstas olmadan, genel olarak kanaate dayalı şekilde çok tehlikeli, tehlikeli ve az tehlikeli olarak sınıflandırılamaz. Birbirinin aynı büyüklükte, aynı alanda faaliyet gösteren, aynı çalışan ve organizasyon yapısına sahip iki kuruluş bile İSG riskleri ve alınması gereken önlemler açısından farklılıklar göstermektedir. Örneğin içerisinde tavan vinçleri olan, imalat yapan bir işyeri az tehlikeli olabilirken aynı ekipmanlarla ve makinelerle tehlikeli sınıfta da olabilmektedir. Bu sebeple Devletin, işyerleri ile ilgili ayrım yapması sakıncalıdır. İş kazalarının önlenmesi için İş Sağlığı ve Güvenliği sistemimizin temelinde bulunan tehlike sınıflandırma sistemine dayalı A, B, C Sınıfı İş Güvenliği Sistemidir. Bu unvanlar ortadan kaldırılmalıdır. A sınıfı İş Güvenliği Uzmanının Çok Tehlikeli sınıftaki tüm sektörlere, B Sınıfı İş Güvenliği Uzmanlarının Tehlikeli Sınıftaki tüm sektörlere ve C Sınıfı İş Güvenliği Uzmanların ise Az Tehlikeli Sınıftaki tüm sektörlere danışmanlık yapması, hizmet vermesi imkânsızdır. Çünkü hiç kimse aldıkları 2-3 haftalık eğitimle tüm sektörlere vakıf olamaz ve uzmanlık unvanı verilemez. Örneğin Çok Tehlikeli sınıfta yer alan işletmelerde uzmanlık yapabilen A Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı, tersaneler için uzman olup aynı zamanda gıda sektöründe uzman olamaz. Bu İş Sağlığı ve Güvenliği’ni basite indirgemekten başka bir şey değildir. İş Sağlığı ve Güvenliği alanında belirli bir yıl çalışmış olmak önemli kriterlerden biri. Ancak uzmanların yıllar içinde hangi sektörlerde hangi pozisyonlarda ne türde işler yaptığı hiç önemli değil. A, B, C sınıfı uzmanlık eğitimlerinin, sınavlarının, eğiticilerinin, eğitim kurumlarının bir standardı ve farkı bulunmuyor. Hal böyleyken bu sistemden alınan sertifikalarda tüm A sınıfı uzmanlar bilgi birikimi ve deneyim açısından eşitlenmiş kabul ediliyor. B ve C sınıfı uzmanlar için de bu durum geçerlidir. Çözüm, İş Sağlığı ve Güvenliği Profesyonellerini sınıflandırıp eşitlemek yerine İşverenin hangi İSG profesyoneli ile çalışacağına dair yönlendirme yapılması, Devletin işverene yetkin kişilerle çalışma şartı getirmesidir. İşverenin, işyerinin ve faaliyetlerinin özelliklerine, İş Sağlığı ve Güvenliği ile ilgili ihtiyaçlarına bağlı olarak hangi yetkinlikte İSG profesyoneline ihtiyaç duyacağını kendisi belirlemesidir. [i] A.Gündüz Ökçün, “XX. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Maden Üretiminde Türk, Azınlık ve Yabancı Payları” Prof.Dr. Yavuz Abadan’a Armağan, AÜSBF Yayınları, Ankara 1969, s.807-808. [ii] 1869 Maden Nizamnâmesi 65, 67. maddeler.