Türkiye'de Sivil Toplum ve AB Üyelik Süreci

TAKİP ET

Türkiye'de sivil toplum alanındaki ilk oluşumlar direkt devlet eliyle teşvik edilmiş olsa da siyasi kültürün her zaman güçlü devlet ekseninde kalması ve devlet-toplum/birey ilişkilerinin demokratik bir çizgide gelişememesi bu oluşumların niteliğini tartışılır kılmıştır

Türkiye’de sivil toplum alanındaki ilk oluşumlar direkt devlet eliyle teşvik edilmiş olsa da siyasi kültürün her zaman güçlü devlet ekseninde kalması ve devlet-toplum/birey ilişkilerinin demokratik bir çizgide gelişememesi bu oluşumların niteliğini tartışılır kılmıştır. Erken dönem Cumhuriyet şartlarında uygulanan devletçi politikalar ve ulusal kalkınmacı ekonominin getirisi devlet ile bütün olduğu varsayılan bir millet-toplum yapısını zorunlu kılmıştır. Kurtuluş Savaşı sonrası yeniden uluslaşma çabaları arasında uygulanan ve tek partili bir yönetimin ihtiyaçlarını karşılayan güçlü devlet modeli çok partili hayata geçişte ve devamındaki onlarca yılda da devam etmiştir. Bu anlayış 80’lerde küresel ekonomik sisteme entegre olma çalışmalarının etkisi ile sarsılırken organik toplum ve ödev bilincine dayanan vatandaşlık anlayışı da birey temelli bir anlayışa dönüşmüştür. Küreselleşme, neoliberalizm ve kimlik siyaseti demokratikleşme hareketleri olarak görülürken bu olgular aynı zamanda laik devlet yapısına ve ulusal sınırlara tehdit oluşturan bir hal de almıştır. Bu hale bir tepki olarak 90’larda hem Güneydoğu’daki teröre karşı hem de laiklik karşıtı hareketlere karşı demir yumruk bir yönetim benimsendi. Politik olayların devamında gerçekleşen ekonomik çöküş ise güçlü devletin ancak bir yere kadar işlevsel olduğunu gözler önüne serdi. 2000'lere gelindiğinde laiklik karşıtı hareketler demokrasiye müdahale yoluyla bastırılmaya çalışılmış sonucunda ise kendini muhafazakar olarak tanımlayan ve demokrasinin üzerindeki her türlü vesayeti kıracağını iddia eden AKP iktidara gelmiştir. Halkın genel seçimlerde yeni bir anlayış iddiasıyla ortaya çıkan AKP’yi seçmesi; hem radikal İslamcılığı küçük bir alana hapsetmiş hem Kürt sorununun güç kullanılmadan çözümü için umut olmuş ve Kemalist elitin bürokratik yapıdaki meşruiyetini kırmıştır. Yeni iktidar döneminde sivil toplum ve toplumsal hareketler eski devletin etkisinden kurtulmakla beraber özellikle AB ile tam üyelik sürecinin başlamasıyla kendine alan bulmuştur. AB Komisyonu Türkiye ve üye devletlerarasında endişe ve algılamaların samimi bir şekilde tartışılabileceği bir diyalog ortamının geliştirilmesini sağlamıştır. AB tarafından kolaylaştırılacak diyalog ortamında sivil toplum, en önemli rolü üstlenmiştir. Demokrasinin ön koşullarından kabul edilen STK’lar artık devlet eliyle değil non-governmental organizasyonlar olarak kurulmaya başlamıştır. Hızlı kentleşme, siyasal katılımın artması, eğitimli sınıfın gelişmesi ve kişi başına düşen gelirin artması sivil toplum kuruluşları için gerekli mali olanakları ve insan gücünü sağlamıştır. Gençlik, cinsiyet eşitliği, çevre, medeni haklar ve insan hakları, her türlü ayrımcılıkla mücadele gibi önemli konularda faaliyet gösteren kuruluşların AB’deki eşdeğerleriyle diyalog kurmaları teşvik edilmiştir. AB, aday ülkeler için belirlediği Kopenhag Kriterlerinde demokratikleşme ve demokrasiye karşılıklı bağ besleyen sivil topluma büyük önem verir. STK’lar; şeffaf, özgür ve demokratik bir toplum yaratılması, küreselleşmeye ayak uydurulması, hükumetin yetersiz kaldığı alanların doldurulması, devletin denetlenmesi ve grupların görüşlerinin uzlaştırılması açısından önemli kılınmıştır. Sivil toplumun çeşitliliği, nicelik ve nitelik açısından fazlalığı sağlıklı bir demokrasinin göstergesidir. Güçlü bir sivil toplum devlet gücünü elinde bulunduranları sınırlarken aynı zamanda toplumsal bilinci besleyerek karar alma mekanizmasına bireyin kendisini direkt dahil etmektedir. AB ile bütünleşme süreci, Türk modernleşme tarihinin ve çağdaşlaşma çabasının en önemli projesini temsil etmektedir. Bu süreçte varılan aşamanın bir gereği olarak Türkiye, yer almak istediği birlik tarafından önerilen yasal ve kurumsal dönüşümleri gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bununla beraber sivil toplum diyaloğu, her iki tarafın iş dünyasını, örgütlerini ve sosyal ortaklarını da kapsamaktadır. Sivil toplumun güçlendirilmesi ve demokratikleşme yolunda AB kriterlerine uyum uzun süre bu şekilde sürmüş ve ilerleme kaydedildiği belirtilmiştir. AB ile ilişkilerin son birkaç yılda kopma noktasına gelmesiyle ise yıllardır gerçekleşen çelişkiler ile uyuşmazlıklar gün yüzüne çıkmıştır. Hem AKP iktidarının hem yeni başkanlık sisteminin hem de gerçekleşen darbe teşebbüsünün demokrasi üzerindeki zararı artık AB ilerleme raporlarına da yansımaktadır. Bununla beraber bu döneme kadar olan ilerleme raporlarında da göze çarpan yapısal sorunlar daha da derinleşmiştir. Bu yapısal sorunların başında Türkiye’nin AB’ye entegre olma noktasında kolay bir ülke olmaması gelir. AB içerisindeki Türkiye karşıtlarının en büyük endişeleri fazla nüfus, ekonomik gerilik ve İslam’dır. Suriye iç savaşı sonrasında patlak veren mülteci krizi de bu endişelere hem ayrı bir boyut olarak eklenmiş hem de hepsini kökten etkilemiştir. AB içindeki Türkiye şüphecileri arasında nüfus en çok öne çıkan olgudur. Türkiye olası AB üyeliğinde Avrupa Parlamentosundaki en fazla sandalyeye sahip ülke konumuna gelecek ve karar alma mekanizmasının önemli bir aktörü olacaktır. Öte yandan yıllardır enflasyon ile uğraşan ve parası değer kaybeden bir ekonomi de endişe yaratmaktadır. Çin virüsü salgını ile de daha büyük zarara uğrayacağı öngörülen bir ekonominin AB sistemine dahil edilmesi günümüzde imkansızlaşmıştır. Terör olayları ile doruğa ulaşan İslamofobi de bir diğer etkendir. Bu bağlamda sivil toplumun hem ulusal düzeyde gelişmesi hem de uluslararası rolü büyük önem kazanmaktadır. Fakat STK’lar işlev ve nitelik bakımından yetersiz kalmaktadır. Sivil toplum alanındaki insan kaynağının azlığı, yetersiz işbirliği, iletişimsizlik, güvensizlik ve profesyonellikten uzak kalmak Türkiye'nin hem demokratik geleceğini hem de AB içerisindeki imajını negatif yönde etkilemektedir. STK’lar arasındaki fon kapma mücadeleleri ve bu kuruluşların yararsız rekabet içine girmesi Türkiye’de sivil toplum anlayışının henüz tam olarak olgunlaşmadığını göstermektedir. AKP hükumetinin katılımcı demokrasi ve sivil toplumla dayanışma vaatlerinin üzerinden 15 yıl geçmişken ülkemiz parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş yapmıştır. Yeni başkanlık sistemindeki çelişkiler, boşluklar 2020 yılına gelindiğinde halen çözülememiştir. Yönetim yapısındaki sakatlıklar ile birlikte sivil toplum doğrudan doğruya grupların kendini ifade edebilmesi için tek alan haline gelmiştir. Meclisin işlevini bir anlamda yitirmesi yargı atamalarının merkezi hükumete bağlanmasıyla da başkan özelindeki iktidarı denetleyecek en önemli alan yine sivil toplumdur. Sivil toplum kuruluşlarının hem yurt içinde hem Türkiye'nin AB ile olan ilişkilerinde daha aktif bir rol üstlenmelerinin Türkiye açısından olumlu sonuçlar vereceği öngörülmektedir. Türkiye-AB ilişkileriyle yaşanan demokratikleşme süreci sivil toplumu bugünkü şartlarda da ön plana çıkarır. Sivil toplumun devlet-toplum/birey ilişkilerinde ve demokrasinin işlemesinde oynadığı rol;  adaletli, demokratik ve istikrarlı bir yönetim için en etkili yol olarak görülebilir. Sonuç olarak; Türk demokrasisini Avrupa standartlarına ulaştırabilmek, sivil toplumu siyaset ve ekonominin dışına çekerek bir güç haline getirmek, küreselleşen dünyada Türkiye'nin yerini belirlemek, örgütlü toplumu yaratmak ve yerleşik moderniteyi toplumun kendi dinamiklerine yayarak tepeden inmeci ilerleme yöntemine son vermek için yola çıkılan AB üyelik sürecinde durum tersine dönmüştür. Sivil toplum; hem siyasi iktidarın üçüncü güç alanı olarak hem de uluslararası ilişkilerde bir hibrit savaş aracı olarak suistimal edilirken yönetimdeki yapısal sorunlar kökten bir değişikliklik ile giderilmek istenmiş bu girişim sonucunda ise sorumluluk almaktan korkan -emir eri- bir bürokratik yapı ortaya çıkmıştır. Demokratikleşme sürecinin tersine dönmesi serbest piyasa girişimlerini ve piyasadaki güveni de sarsarak Türk ekonomisine de büyük zararlar vermiştir. Bu süreç normal olarak AB içerisindeki Türkiye karşıtlarına yaramıştır. Türkiye'yi uluslararası alanda yalnız bırakmak ya da totaliter rejimlerin tarafına itmek için demokrasideki bu gerileme dönemi büyük bir koz olmuştur. Bütün bu kötü senaryoda ise Türkiye’ye yol gösterebilecek en önemli alan yine mevcut iktidarın önünü açtığı sivil toplumdur. Hüseyin Dönmez

AB akp avrupa birliği birleşmiş milletler demokrasi islamofobi Kopenhag Kriterleri kurum örgüt sivil toplum STK Türkiye