Yaşam Acemisi

TAKİP ET

Abdülkadir Kara'nın kaleminden "Yaşam Acemisi" öyküsü...

Dünya, üzerindeki yaşam lanetinden habersiz hareketine devam ediyordu. Ben ise dikiş makinesinin düzensiz tekrarlarının zihnimde yarattığı uğursuz yankılar eşliğinde ustamı seyrediyordum. Hep aynı memnuniyetsiz yüz ifadesini takınırdı. Onun herhangi bir mimiğe sahip olduğunu sanmıyorum.

Etrafında olup bitenleri fark etmekten yoksun bir tabiatı vardı. Yaşamı, zihnindeki kopuk, düzensiz ve olumsuz düşüncelerden ibaretti. Kendi dar penceresinin bunaltıcı manzaralarından başka bir görüntü görmemişti ve bu keşfe olan ihtiyacını uyandıracak bir alarm kurulmamıştı yeryüzünde.

Ben hep onu seyrederim çünkü günlerim bu dört duvar arasında geçiyor. O kadar uzun süredir buradayım ki buradan önce nerede olduğuma ve ne yaptığıma dair bir fikrim yok. Sanki ustam için çalmayan alarm benim için çaldı ve gözlerimi aniden bu dükkânda açtım. Bazen hatırlayabildiğim en eski anının ne olduğunu düşünürüm belki bu bana yardım eder diye. Ancak hatırlayabildiğim bölük pörçük ve silik anılar da yine bu dükkânın içindeler.

Bu sıradan terzi dükkânından çıkmadım diye dünyamı dört duvardan ibaret sanmayın. Evet, şu kapıdan dışarı adımımı atsam kaybolurum ama bana bir dünya haritası verirseniz size Türkiye’nin yerini gösterebilirim ve hatta Bursa’nın komşu şehirlerini sayabilirim. Bu bilgileri düzenli olarak buraya gelip giden emekli bir coğrafya öğretmeninden öğrendim. Hemen arka sokağımızda oturuyormuş. Ayda bir muhakkak ustamla muhabbet etmeye gelir. Kendisinde Alzheimer başlangıcı olduğu için bu tarz şeyleri zihninde sık sık tekrar eder. İşte ben de bu bilgileri ondan öğrendim. Nasıl mı öğrendim? Şapkasından.

Şöyle ki bizim dükkâna gelen herkes muhakkak bana paltosunu, atkısını şapkasını veya herhangi bir şeyini verir. Sürekli gelip giden müşteriler buna alışkındır, girişte hemen elime tutuştururlar kıyafetlerini. Yeni müşterileri de ustam yönlendirir. Eliyle beni işaret edip gözlüğünün üstünden bakarak çıkartacakları şeyleri bana bırakmalarını söyler. Beni bir askılık gibi kullanır. Bazen de diktiği herhangi bir şeyi benim üzerimde dener.

Zamanla kıyafetlerin insanların yaşantılarından izler taşıdığını fark ettim. Düşünceleri, alışkanlıkları ve yaşanmışlıkları bu kıyafetlerden anlamaya başladım. Mesela o emekli coğrafya öğretmeni hastalığından o kadar korkuyordu ki sayıklamalar halinde bu bilgileri zihninde tekrar edip duruyordu. Dükkândan içeri girip şapkasını başıma geçirdiğinde anladım bunu. Takıntılı bir şekilde üzerinde durduğu tüm düşünceleri algıladım.

Başka bir gün başka birinin paltosundan bambaşka şeyler anladım. Kiminin omzuma attığı atkısından kiminin elime tutuşturduğu eldiveninden bir şeyler öğrendim. Dükkâna gelip bana üzerindeki kıyafetin bir parçasını veren herkesten bir şeyler aldım. Ustam ve müşterilerinin kıyafetlerine yapışanlarla kendime bir kişilik inşa ettim. Bu kişilik bir düşünce dünyası yarattı ve ben bu dünyanın dar sokaklarında adeta üstüm başım duvarlara sürtünerek güç bela ilerledim. Bu tanımlamayı yapabiliyorum çünkü birisi gezindiğim yerlerin aslında ufacık olduğunu ve daha keşfedilmesi gereken büyük bir evren olduğunun farkına varmamı sağladı.

Lodoslu günlerden birinde dükkâna bir yabancı geldi. Rüzgârdan kaçmak için buraya sığındığını ve eğer ustamın izni olursa bir süre beklemek istediğini söyledi. Ustam pek anlayışlı biri değildi ancak adamı bu havada kovacak da değildi. Başıyla bir onay işareti yaptı ve şapkasıyla paltosunu bana vermesini söyledi. Ardından gönülsüzce ağırladı misafirini.

Kapıyı pencereyi söküp atmak istermişçesine esen rüzgâr insanı ister istemez gergin bir ruh haline sokuyordu ve pek konuşkan olmayan yabancı da dışarıdaki lodosun her ıslığıyla irkiliyordu. Adamın tavırlarında bir dalgınlık vardı. Düşüncelerinin arasında hareketsiz kalmış gibiydi zihni. Sebebini merak ettim ve öğrenmek için önce zarifçe koluma bıraktığı paltosuna dikkat kesildim.

Daha önce hiç bu kadar ağır bir palto görmemiştim. Koluma güçlü bir baskı yapıyor ve beni yere doğru çekiyordu sanki. Bir paltoya bir adama baktım. Bu palto bu adama uygun olamazdı. Sonra başımdaki şapkasına odaklandım. Bir sürü yoğun ve ağır anlamlar içeren, algılaması güç düşüncelerle karşılaştım. Bir kıyafette ilk defa karşılaştığım bu şeylerin ağırlığı altında adeta ezildim. Karşımda oturan yabancının üst düzey eğitim almış çok bilgili biri olduğuna dair sarsılmaz bir inanca sahip oldum ve hayretler içinde kıyafetlerine yapışan düşünceleri inceledim. Hepsi birbirinden ilginç ve ufuk açıcıydı. İlk defa duyduğum kavramlar ve tanımlamalar eşliğinde düşünce dünyamda bir genişleme, ruhumda bir yükseliş hissettim. Sonra bir cümleye rast geldim. Sorgulama denen tohumu içime yerleştiren ve huzurumu kaçıran bir cümleye. “Bir insanın en ağır yükü, gerçekleştiremediği potansiyelidir.”

Yabancıya bir telefon geldi. Ardından yerinden kalkıp şapkasına ve paltosuna sarıldı. Hayır dedim içimden. Bu paltoyu giymemeliydi. Teşekkür edip dükkândan dışarı adımını attığında rüzgâr şapkasını alıp uçurdu. Ve yabancı şapkanın peşinden giderken görüş açımdan çıktı. Onu bir daha görmedim. Ondan edindiğim tüm bilgiler ve o son cümle algılarıma yeni bir kapı açtı.

Sonra düşünmeye başladım. Günler geceler boyu düşündüm. Muhtemel potansiyelim üzerine varsayımlarda bulundum ancak hayata karşı edindiğim bilgiler o kadar sınırlıydı ki bir keşif yapacak birikime hâlâ sahip değildim. İçim içimi yemeye başladı. Dükkâna gelen sıradan insanların sığ ve pek de ilginç olmayan basit düşünceleriyle tatmin olmamaya başladım ve dahası bu beni rahatsız bile ediyordu. O yabancı çıtayı o kadar yükseğe koymuştu ki ona denk olmayan herhangi bir düşünceden tiksinti duyar oldum.

Elde ettiğim bilgileri sürekli yoğuruyordum. Düşüncelerim durmadan birbirleriyle bağlantılar kurmaya çalışıyordu. Müşterileri inceliyordum. Kim olduklarına bakıp aslında kim olabileceklerine dair yorumlar yapıyordum. Heba edilmiş hevesler ve henüz hiç keşfedilmemiş tutkular görüyordum insanlarda.

Ustamın kötücül bakış açısıyla geri teptiği güzellikleri ve hissetmekten kendini mahrum bıraktığı duyguları gördüm. Yaşayabileceği daha güzel bir hayat olduğu halde bunu elde edemeyişine üzüldüm ve biraz da bu aptallığına sinirlendim. Sonra içimi bir korku kapladı. Ustam gibi olmak korkusuydu bu. Durup düşündüm ve kendime dair bilmediğim şeylerin dehşetine düştüm.

Beni var eden bu yere ait olmama hissiyle bocaladım. Bu his düşüncelerimi öfkeye buluyordu. Kendimle yaptığım her konuşmanın sonunda ustamı suçlu buluyordum. O, yaşamın acemisiydi ve hep öyle kalacaktı. Ve ben de burada onun yanında bir başka yaşam acemisi olarak kalacaktım. Bu içimi ürpertiyordu.

Bir gece hiç beklemediğim bir şey oldu ve dükkâna geldi. Homurdanarak kapıyı açtı ama sokak lambası içeriyi biraz aydınlattığı için olsa gerek ışığı açmadı. Önce tezgâha ardından masasına baktı. Bir şey arıyordu ve bir yandan da ilkel hareketlerle kaybettiği şeye karşı garip bir tavır alıyordu. Davranışlarında canımı sıkan bir şeyler vardı. Ve o aradığını bulamadıkça benim de sıkıntım artıyordu. Çekmeceleri açıp kapatırken gecenin sessizliğini delip geçen sesler çıkartıyordu.

İstemsizce kıpırdamaya başladım. İçimdeki rahatsızlık bedenimi kımıldatıyordu. Ustam çıkardığı gürültüden dolayı benim gıcırdayan hareketlerimi duymuyordu bile. Dikiş masasında duran makasa baktım; parlıyordu. Elimi nasıl attım, makası nasıl kavradım bilmiyorum ama az sonra o parıldayan makas ellerimde duruyordu. Ustamın irkilip arkasını döndüğünü gördüm. Beni öyle görünce kocaman açılmış gözleriyle donup kaldı. Bir şeyler geveledi ve birkaç adım geri attı. Yüzüme beni tanımaya çalışan bakışlar atıyordu. Benim bunu yapabileceğime ihtimal vermiyordu anlaşılan ama işte yapıyordum. Korkunun en saf ve yoğun halini yaşarken aslında mimiklerinin olduğunu fark ettim.

Kendini koruma dürtüsüyle makası tuttuğum elime uzandı ve bileğimi kavradı. Bana gücü yetmezdi, bunu o an çaresizlik içinde öğrendi. Diğer elini boğazıma attı. Dişlerini sıkıp gözlerini kısarak var gücüyle tutuyordu boğazımı. Gücünü hissetmiyordum bile. Karnıma beceriksizce diz atmaya çalıştı. Arkasındaki raflarda sıkışınca bir de kafa attı burnuma. Hiçbir darbesi etki etmiyordu. Artık hamle sırası bendeydi ve bileğimi tutan eliyle birlikte makası aniden boğazına sapladım. Kanı, gırtladığından çıkan tuhaf sesler eşliğinde akıyordu. Gözlerinin kaydığını görünce ölmüş olduğuna kanaat getirdim; boğazını yırtarak makası çıkarıp bedeninin düşmesine izin verdim.

Yerde hareketsiz ve rahatsız bir pozisyonda yatan heba edilmiş yaşamın artığına baktım. Yabancı olduğum ve şu an bile tarif etmekte zorlandığım bir duyguya kapıldım. Keşfin o an başlamış olduğunu fark ettim. Yaşam artığına arkamı döndüm ve geçmek için can attığım eşiğe doğru huzurla ilerledim.

BURSA’DA GİZEMLİ CİNAYET!

Bursa’nın Y. ilçesinde terzilik yapan H. T.(67)  bu sabah dükkânında boğazı kesilmiş halde bulundu. Komşularının ihbarı üzerine olay yerine gelen polis, ihtiyar terziyi boğazına makas saplanmış halde buldu. İlk incelemelerin ardından olayın dün akşam saatlerinde gerçekleştiği tespit edildi. Olay yerinde suç aleti haricinde hiçbir delil bulanamadı. Görgü tanığı olmayan ve çevredeki kameralara da yansımayan bu cinayetle ilgili yetkililerin araştırmaları sürüyor. Hırsızlık vakası olabileceği üzerinde ise pek durulmuyor çünkü ilk tespitlere göre kapıda herhangi bir zorlama izi yok ve her şey yerli yerinde; bir vitrin mankeni hariç.

 

öykü edebiyat korku hikayesi hikaye