Yeni Nesil Milliyetçiler Vatanı Nasıl Seviyor

TAKİP ET

'Vatanın ha ekmeğini yemişsin, ha uğruna bir kurşun, ikisi de kutsaldır' mantığı hala işliyor mu, diye merak etmiyor değilim

“Vatanın ha ekmeğini yemişsin, ha uğruna bir kurşun, ikisi de kutsaldır” mantığı hala işliyor mu, diye merak etmiyor değilim. Biz eski nesil vatanseverler, vatan uğruna yaşamayı değil, ölmeyi öğrendik. Savaşın hangi türü olursa olsun insan hayatına yöneliktir. Öldürmeyi, yok etmeyi hedefler. Savaş ve ölüm birbirinden vazgeçemez. Ne kadar ölüm, o kadar zafer! Dünya kurulalı beri insanlar savaşlarda ölmeyi ardıllarına bırakacakları övünülecek erdem olarak görmüşlerdir. Bunu sorgulamak elbette sosyolojik olarak sebep sonuç ilişkisini doğurur, işin içinden çıkmak imkânsızlaşır. Ne kadar kutsal olduğundan, ne kadar gurur verici bir şey olduğundan dem vurulur, konu sonsuza kadar uzar gider. Bunların hiçbirine bir diyeceğimiz olmaz, olmamalı. Toplumun dinamikleri, değer yargıları sağlam temeller üzerine örülmezse, değer verilen şeyleri korumak, gözetmek zorlaşır, toplum hantallaşır,  manevi naiflik vicdansızlığa dönüşür. Vatanı uğruna ölmek milletlerin anlayışına, kültürel yapısına göre değişir. Mesela Çin’de vatan için değil, aile için ölmek şeref sayıldığı gibi eski Türklerde bireyin kendi şerefinden yola çıkarak, aile ve vatan toprağı olmak üzere, karışık bir anlayışa sahiplerdi. Savaşta ölmenin kutsandığını yargılamak ve tartışmak yerine buna bu manayı yüklemekteki kasıt nedir, onun peşinde olmak ve herhangi bir dinî anlatımı değil, tamamen toplumun kendi değer yargı ve kültüründen kaynaklı bir anlayış olduğunu izah etmektir. Yoksa hiçbir kutsal kitaptaki ayetlere muhalif olmak adına, bir konu ele almak istemiyorum. Onun dışında bir anlayış, farklı bir bakış açısıyla sorgulamak, merak etmek, değer yargıları değişiklik göstermiş mi, onu aramak istiyorum. Hafızamı şöyle bir yokladım bu konu hakkında ne biliyorum diye, aklıma ilk gelen ve konunun başına koymanın doğru olacağına inandığım bir tarikat çıktı karşıma. Bu tarikat insanlık tarihin en eskisi değil elbette ama en planlı, en organizesi olduğu için kayda değer buldum. Ölmeyi kutsal olarak gösteren zihniyetlerin içinde kuşkusuz bu tarikat en önde gelenlerdendi. Kimdi bunlar; derviş kılıklı, dünyadan ellerini eteklerini çekmiş gibi görünüp, hedeflerine korkusuzca varan, ölüm makineleriydiler. Ölmek onlar için kutsanmış yeni bir hayatın kapısını açan anahtar gibiydi. Bu acımasız ölüm makinelerinin başında Hasan Sabbah isimli bir Şii vardı. İslam’ın İsmaililik mezhebine dayalı olarak kurduğu Haşhaşiler tarikatı ile bilinir. Haşhaşiler örgütünü kuran ve ölene kadar liderliğini yapan Hasan Sabah, tarihteki ilk suikast (terör) örgütünün kurucusudur. 11. yüzyıla damgasını vuran eylemlerle kendisinden söz ettirdi. İlk kurbanları ünlü komutan Nizamülmülk oldu. Komutanın boğazını keserek öldürdüler, suikastçılar kaçmak yerine, muhafızlar tarafından öldürülmeyi beklediler. Ölmek işte onlar için bu kadar kutsaldı. Selçuklular döneminde birçok siyasi suikastlara isimlerini yazdırdılar. Selçuklu devleti ciddi olarak onlarla mücadele etmek zorunda kaldı.  Korkulu rüyaları oldular. Yine dünya savaş tarihinde zihin olarak gezinirken, Kamikaze diye bir şey hatırladım. Kimdi veya ne idi bu Kamikazeler? Türk Dil Kurumundaki tanıma göre; İkinci Dünya Savaşı yıllarında Japonların kullandığı intihar uçakların isimleriydi.  Kamikaze; Japoncada "Tanrısal rüzgar" veya "ölümle gelen onur" anlamındadır. Kişinin bir misyon ve ülkesi uğruna hedefi yok etmek adına ölümü göze alıp yaptığı saldırıdır. "İntihar saldırısı" veya “ülke ve imparator için savaşta hayatını seve seve feda etmek” şeklinde de görülür. Bu gibi efsanelere dönüşen ölümler, saygınlık ve kutsallık katılarak sonraki nesle anlatıldığında, vatan sevmenin fedakârlığı vurgulandığında, manevi isteklendirme için bulunmaz bir ögedir. Sonra aklıma şöyle bir soru geliyor, bu kadar fedakârlık ki, en büyük fedakarlık insan için canıdır, canından vazgeçecek kadar kendini inandığı bir şeye adamış olması, kesin zafer getiriyor mu? Öyle olsaydı 6 Ağustos 1945, Amerika, Hiroşima’ya atom bombasını atmayı göze alamazdı. 1944 yılında Kamikaze saldırıları genellikle Amerika’nın Pearl Harbor saldırısını önlemek için savaş gemilerine yapılmış ama 1945 yılında da atom bombasıyla karşılık bulmuştur. Kamikazeler kesin yenilgiyi canları pahasına da olsa önleyememişlerdir. Belki yarı efsane, belki Yunan mitolojisinde hakkında iyi bir örneklendirme olsun diye anlatılmış olsun, Perslere karşı giriştikleri inanılmaz, insanüstü güçleriyle koca bir orduyu canları pahasına durdurmayı başarmış, '300 Spartalı'nın ölümüne mücadeleleri efsaneye dönüşmüş olmasına rağmen, ülkelerinin savaşta yenilgisini önleyememişlerdir. Öldükten sonra isimleri, verdikleri savaşları, hafızalarda kalması, tarihe mal olmaları belki de onların tek ödülüydü. Buna benzer sayısız örnekler verilebilir. Benim peşinde olduğum şey bu zihniyetin hala geçerliliğini koruyup korumadığıyla ilgilidir. Merak ediyorum; yeni nesil vatanseverler yine ölerek en büyük hizmeti vereceklerin mi düşünüyorlar, yoksa bu zihniyet değişime uğradı mı? Bilimden teknolojiye, iktisat ve sanata dair 21. yüzyıl birçok değişiklikler getirdi. Elbette bundan bizim gençlerimiz de nasiplendi. Öyle ki; aile, vatan adına ne denirse denilsin uğrunda yaşayarak, güzel günler görerek yaşamak diye bir şey icat etti genç nesil. Arabesk bir söz vardır ama bu konuya uyduğu için söylemekten keyif alıyorum. “Ölüm nedir ki gülüm, senin için yaşamayı göze almışım”. İşte tam da aranılan formül budur. Uğruna yaşayacağın davan olsun. Uğruna yaşayacağın ailen olsun. Uğruna yaşayacağın devletin, vatanın olsun. Onlar güzel günler yaşasın diye çalış çabala. İcat ettiğin her yenilik, insanları rahat ettirmek, işlerini kolaylaştırmak adına olsun. Savaş verilecekse illaki, savaş güzellikleri bölüşmek adına olsun. Ailesini seven, milletini seven, vatanını seven onun kıymetini bilir, empati yapmak kolay olur. Başkalarının bu gibi haklarına saygılı olur, onlara kötülük yapmaya kıyamaz. Bizim orta yaş nesil şunu iyi öğrendi, öğrendiğimiz bu söylemden hiç rahatsızlık duymadık. Dedik ki hakça pay, halkça eşitlik getirir. Gördüğüm, gözlemlediğim şudur ki, önüne engeller konulmazsa, işini en iyi yapan vatanını en çok sevendir düsturundan yola çıkarak; ilim, fen, sanayi, teknoloji, tarım, sanat ve edebiyatta, ülkesini muasır medeniyetler seviyesine çıkarmayı hedeflemiş bir nesil yetişmekte. Hâsılı verilen bütün savaşlar artık meyvesini versin, bundan sonraki savaşlar kan ve gözyaşı getirmek yerine, rahatlık, güzellik ve gelişmiş bir toplum getirsin. Uzay çağını yakalamış, yakalamaktan öte buluş ve ortaya koydukları tezlerle uzay çağına yön veren gelişmiş bir millet olmak hepimizin dileğidir. Bunu başaracak genç beyinlerin olduğunu, umut ediyor değil, var olduğunu biliyoruz. Hayattaki söylemimiz artık şu olmalı; bu güzel ülke için yaşamak ve bu güzel ülkeyi en iyi şekilde yaşatmaktır.