Ziya Selçuk'a Kapalı Mektup

TAKİP ET

Millete ve milliyetçiliğe dair bütün yazılarımda temel, sürekli tekrar eden bir motif vardır: Kültür kurumları, insanları, neticeyi etkiler

Millete ve milliyetçiliğe dair bütün yazılarımda temel, sürekli tekrar eden bir motif vardır: Kültür kurumları, insanları, neticeyi etkiler. Bir “şey”in nasıl “öyle” olduğunu anlamak için yalnızca üretim araçlarının mülkiyeti yahut üst-yapının özelliklerini analiz etmek yetmez. Bambaşka bir üretim anlayışı ve ekonominin hakim olduğu, bambaşka bir coğrafyada, bambaşka nedenlerle gelişmiş bir kültürel motif, bin yıl sonra yepyeni bir coğrafyada kültürün neticeyi hiç beklenmedik bir forma sokmasına sebep olabilir. Coğrafya yahut üretim usulleri kader olsaydı, temel belirleyici olsaydı, surette çok da farkımız olmayan Yunanlılar yahut Suriyelilerle aynı olmamız gerekirdi; halbuki hem olumlu, hem olumsuz yönleriyle birçok farklılığımız vardır. Kültür basitçe belli etno-sembollerin paylaşılması demek. Bu paylaşılma halini de mümkün kılan araçlar vardır. Mesela kilise, cami böyledir. Okur yazarlığın pek olmadığı Ortaçağ’da, İncil’i okuma şansı olmayan köylülerin İncil’de tasvir edilen belli başlı olaylara ve fikirlere aşina olması için, mesela, kilise camlarına sahneleri görsel tasvir eden vitraylar, duvarlarına freskler işlenmişti. Bunlara “Fakir Adamın İncili” denir. Okuma bilmeseler bile, her Pazar kiliseye gidip bu sahneleri gören köylüler, aynı sembollere, hikayelere aşina olurlar, üstelik görsel işlev kullanıldığı için, epey aşina hissederler. Modern dünyada kültürün paylaşılmasını sağlayan en önemli araçlardan biri eğitim müessesesi. Kültürün sembollerine, ikonlarına hakim olmamızı sağladığı (ve hangi sembolün, ikonun paylaşılacağını belirlediği) gibi, değerlerini de içselleştirmemizi sağlar. Nasıl bir tip insan yetiştirmek istediğiniz müfredatınıza gömülü bir şekilde bellidir. Bir ülkenin müfredatını incelemek, gelecekte nasıl olacağına dair tahmin yaparken en önemli veriniz olabilir. Bugün sosyal medyada bir üniversite öğrencisinin “üniversiteye mi geldik ilkokula mı?” diyen bir tweet attığı için disiplin cezasına çarptırıldığını öğrendim. Bu bana tam olarak yukarıdaki meseleyi düşündürdü: Müfredatımız ve eğitim anlayışımız başı omzumun içine kaçmış, Peyami Safa’nın alıntılamayı çok sevdiğim tarifindeki tufeyli tipini yaratmayı hedefliyor: İdealsiz cemiyetlerde, ihtiyar ve yatalak, uyuşuk ve mıymıntı cemiyetlerde gençlik, davasız ve teşkilatsız bir parazit sürüsüdür. Bütün ateş çağı, dinamizm ve kahramanlık çağı evle okul, kahveyle okul arasında geçen bu şaşkın ve avare yığınının başı omuzlarının arasına kaçmış, bakışları ürkek ve solgun, sesi kısıktır. Talimatnamelerin demir korsası, geçim zoru ve imtihan kâbusu içinde beyni karmakarışık bilgilerin ve ihtiyaçların antreposu haline gelmiştir. Bu yığın memleket davalarını alçak sesle konuşur ve hiç birinde faal rol almaz. Ona bir tek hedef gösterilmiştir: diploma. Bunu ele geçirinceye kadar o, ezeli ana kuzusu, istiklâlinden mahrum, sosyal bir rol sahibi olmaktan mahrum bir tufeylidir ve… adam değildir. Mizah yapamayan, okul yönetimiyle, rektörle, milli eğitim bakanıyla, cumhurbaşkanıyla (…) kafa bulamayan çocuk, ne işe yarar diye düşünüyorum. Bir tweet atacağı zaman üç kere düşünen, bir eylem yapacağı, laf edeceği zaman korkan çocuklar yetiştiriyorlar. Bir şeye "karşı gelmeleri" gerektiğinde ne yapacak bunlar? Çığır açıcı bir keşif, dönüştürücü bir icat yahut heybetli bir düşmanın işgaline direnmek. Hepsi karşı çıkıştır. Yenilikler mevcuda karşı çıkmayı gerektirir. Çoğu zaman da, kavga etmeyi. Yeniliği yaratacak insanın iradesi sağlam olmalı. Karakteri iğdiş edilmemiş olmalı. Karşı çıkmayı, hayır öyle değil böyle demeyi, herkes başka düşünüyorsa bile gördüğüm budur demeyi bilmesi lazım. İnovasyon haftası etkinliklerine milyonlarca lira harcıyorsunuz. Eğitim sisteminiz karşı çıkışı ne kadar destekliyor? Karşı çıkma cesaretini ne kadar aşılıyor? Eğitim sisteminiz nakledileni ezberleyip el pençe divan duran tip yetiştirmek üzerine kurulu, bekleyin inovasyon yaparsınız. Üstelik çocuğun açıklamasına bakınca, “yaptığımın doğru olmadığını biliyorum” dediğini görüyorum. Bu disiplin cezasına uğramasından daha acı. Çünkü küçük dünyasında disiplin cezası çok önemli ve bu yüzden çekingenleşiyor. Üniversitenin gerçekten ilkokula dönüp dönmediğini tartışmamalıyız bile; çocuk haksız da olsa ceza almamalıydı, “yanlış/yersiz eleştirmişsin” diyerek insanlara ceza verilmez. Ama ceza verilen o çocuk, gözlemlediği “yanlış”ı dile getirmekten ömür boyu korkacak. Ne okuyor bilmiyorum, ama asla bilime yahut tekniğe hizmet edemeyecek. Aldığı o ceza ömür boyunca ona “boş ver” dedirtecek. Sayın bakan, bizim kültürümüz “kendi kafasına göre iş yapma”yı sevmez. Sürüden ayrılanı kurda kaptırır, dalından kopan yaprağın kaderini rüzgara bırakır. Oysa tarih, sürüden ayrılanların, dalından kopanların yazdığı bir kitaptır. Biz köşesine çekilip akılla düşünmeye ve bir şeyleri bulmaya çalışana “mutezile” dedik, “uzaklaşan, ayrılıp bir köşeye çekilen” anlamına geliyormuş. Sonra yılanın küçükken başını ezdik, akletmekten kurtulduk. Kendi başımıza düşünmek, kendi kafamıza göre iş yapmak hastalığı, çok şükür, bu aziz millete tesir etmedi. Müfredatın bilimsel içeriği önemlidir, fakat çok önemli değildir. Çünkü bu çağda bir öğrenci, hocasının ona verebileceğinden çok daha fazlasını internetten bulabilir, edinebilir, kendisine binlerce özel hoca yaratabilir. Ama okulların işleyiş şekli çocuğun bunu yapmasını engeller. İşte tam olarak bunu yapıyorsunuz, çocuklara balık vermeyi geçtim, oltalarını kırıp, oltayı korkunç bir şey gibi gösteriyorsunuz. Subaylarımız, mesela, “mesleğe” başlar başlamaz yalnızca itaati, sorgulamamayı, akmaz kokmaz olmayı, mesaiyi bitirip eve dönmeyi öğreniyorlar. Bu subaylar paşa olduklarında Türk Ordusu’nun savaş doktrinini nasıl çağa uyarlayacaklar? Yenilikçi fikirlerle nasıl, eldeki imkanları en iyi şekilde değerlendirip cürmümüzden büyük ateşler yakmamızı sağlayacaklar? Bu iş de bunun gibi: Öğretmenlerimiz için, mesela, iyi bir öğretmen olmak bininci planda. KPSS’ye çalışmak birinci, mülakatta “adamını bulmak” ikinci plana geldiyse, bunlar nasıl çocuklar yetiştirirler? Kısa yoldan köşe dönmeci, işi kitabına uydurmacı, salla başı al maaşı fikrini şiar edinmiş çocuklar. Sayın bakan, Jean Kim, pusuya yatmış köpekbalıklarından bahseder. O köpekbalıkları ki, evvela, diğer iri köpekbalıklarının zulmünü onaylar, desteklerler. Sıra kendilerine gelsin isterler. Zalimlerin en büyük destekçileri onlardır. İşte, sayın bakan, ilköğretimden üniversiteye, idareci pozisyonuna ataması yapılan tiplerin çoğu birer latent köpekbalığı. Ömrünce tek başarısı doğru adamı tanımak, doğru cemaate girmek, kafasını hiç kaldırmadan saman altından yürüttüğü suyla değirmenini döndürmek olan tipler. Bunlar bir defa idareci konumuna geldiklerinde, egolarını tatminden başka bir halt düşünmüyorlar. Ufukları o kadar. Bu dar ufuklu köpekbalıklarının elinde, birkaç nesil heba oldu bile. Şikayet eden öğrenciye sopa, kafa bulan öğrenciye sopa, eğlenen öğrenciye sopa. Hani şirin görünmek için gençliğin takip ettiği popüler motiflere gönderme yapmayı sever ya sizinkiler, öyle yapalım. Harry Potter evrenindeki Dolores Umbridge, AKP eğitim anlayışının kişileştirilmiş halidir. Hakim kılmaya çalıştığınız kültür, işte, asırlardır Müslümanın “emperyal” olandan dayak yemesinin müsebbibidir. Biz dayak yemediysek vaktiyle Batılı, pozitif eğitim almış ve yüksek seciyesiyle bu iş böyle gitmez, herkes yanlış düşünüyor, ben haklıyım ve bir başıma da kalsam bunu savunacağım diyebilen subaylarımız ve tıbbiyelilerimiz sayesindeydi. Neyzen “tam üç yüz sene biçareye müslim dendi” diyor, toplumu biçareleştiriyorsunuz. Sayın bakan, göreve geldiğinizde “AKP’li ama iyi adam” diyorlardı. Sizden bir şeyler bekliyorlardı. Hiçbirini karşılayamadınız. Benim öyle bir beklentim yoktu, hala yok. Ama sonuçta muhatap sizsiniz, size kızacağız, size öfkeleneceğiz, size ve sizden şikayet edeceğiz. O yüzden bu kapalı mektuptur, okuyup gündeme alın diye değil, ne kadar yanlış bir adam olduğunuzu göstermek için yazıldı. Elbette siz tarihte önemsiz bir figürsünüz, asıl yanlış olan AKP zihniyetidir, ama bir misyon üstlenir de, yanlışı devam ettirirseniz tarihin önünde kişilik olarak da yargılanıp lanetleneceğinizi hatırlatmak istiyorum. Bu memlekete hizmet edecekseniz, geleceğe inovasyon yapacak, farklı düşünecek, çığır açacak bir nesil bırakmak, her sene olgunlaşan nesillerdeki en yeteneklilerin kendini gerçekleştirmeyi başardığı bir zemin tesis etmek istiyorsanız, işe disiplin mantığıyla başlayın. Bu yeni rejimde işler nasıl yürüyor bilmiyorum, ferman mı yayımlıyorsunuz, yoksa Erdoğan’ın mı yayımlaması uygun düşer; bir şekilde ilan edin. “Disiplin yönetmelikleri daraltılacak, eğitim sürecini doğrudan baltalamayan her türlü söylem ve eylem serbesttir. Biz öğrencileri disipline etmek için değil, geliştirmek için varız.” Deyin. Egosunu tatmin için öğrencisine ceza veren, gücünü el kadar çocuklar üzerinde kullanıp tatmin olan köpekbalıklarının da dişlerini sökün. Yapar mısınız? Zannetmiyorum. Ama evet, öğrencileri sindiriyorsunuz, talimatnamelerin demir korsasını geçiriyor, pısırık bir nesil yaratıyorsunuz. Fakat bu çocukların tek özelliği bu değil. Shakespeare, “Kör edilen kişi, görme yetisi hazinesinden mahrum bırakıldığını asla unutmaz” diyor. Evet, kör edildiler, ama görebildikleri zamanı hatırlıyorlar. O yüzden gözlerine mil çeken elden nefret ediyorlar. 10 yıl önceki bakanlar biraz şanslı, unutuldular. Fakat sizler unutulmayacaksınız. Sizden nefret eden milyonlar yetişiyor. Onlar da, aslında, küçük köpekbalıkları oldular. Büyükler aradan çekildiğinde, vaktiyle köhne yarıklara kaçmalarına sebep olanları parçalamak için saldıracaklar. Sayın bakan, en çok insana dokunan bakan sizsiniz. Dokunduğunuz herkes sizden nefret ediyor ve haklılar. M. Bahadırhan Dinçaslan

akp Dolores Umbridge Harry Potter köpekbalıkları KPSS milli eğitim bakanlığı Peyami Safa Shakespeare Ziya Selçuk