Bu yazı kaleme alındığında seçim gününe yalnızca 10 gün kaldı. Beklentilerin aksine, uzun zamandır gördüğümüz seçim ve referandumların en heyecansızına tanık oluyoruz. Siyasi partilerin tümü “dostlar alışverişte görsün” kabilinden propaganda faaliyetleri icra ediyor. Mitingler, bir iki istisna dışında, beklenen ilgiyi görmüyor. AKP’nin elinde bir oyuncağa dönüşmüş olan ana akım medyanın yayınları zaten uzun süredir kimsenin ilgisini celp edemiyor. Bu coşkusuzluğun tek iyi yanı ise parti bayraklarının, afişlerinin ve seçim araçlarının yarattığı kirliliğin, önceki seçimlere nispetle az olması.
Bu denli heyecansız geçen propaganda döneminde, benzerlerinden ayrışan tek program Oğuzhan UĞUR’un BabalaTV’sinde yaptığı “Mevzular – Açık Mikrofon” yayınları oldu. Konvansiyonel medyada yer bulamayan muhalif siyasetçilerin yanında, ana akımın gediklileri iktidar siyasetçilerinin de koşa koşa katıldığı bir program oldu Mevzular – Açık Mikrofon. Çünkü, programların kendisini bırakın, sadece tanıtımları bile milyonlarca kez izlenen bir programdan bahsediyoruz. Hal böyle olunca, propagandalarını yapmak için mecra arayan siyasetçilerin hepsinin burada yer almak isteyeceği düşünülebilir. Gelin görün ki Türk siyaseti bizleri bir kez daha “şaşırtıyor”. Ne tuhaf ki, seçimlerin en favori iki adayı on milyonlarca kez izlenen bu kanala katılmak istemiyor: Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN ve Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU.
Sayın ERDOĞAN’ın adını, konunun dönüp dolaşıp demokrasi sorunumuza geleceği bu yazıda geçirdiğim için dünyanın tüm demokrasilerinden özür dilerim. Sayın KILIÇDAROĞLU’ndan ise, rakibinden daha demokrat olduğu için bahsedecek değilim. KILIÇDAROĞLU’nun kulaklarını bu yazıda sık sık çınlatacak olmamın sebebi; kendisinin, her nasılsa, demokrat Türklerin “umudu” olabilmiş olması.
Malumunuz, Sayın KILIÇDAROĞLU; “ikinci yüzyılında cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak” iddiasında. Ancak bugüne kadarki performansı, kendisini o tacı kafamıza fırlatmak niyetinde olduğunu gösteriyor. Sayın KILIÇDAROĞLU, genel başkan seçilirken vermiş olduğu sözlerin aksine parti içi demokrasinin kıyısına köşesine yaklaşmaması, cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecini şeffaf ve demokratik ilkelere uygun şekilde yürütmemesi, bunun yerine geniş kitlelerde bir “oyuna getirilmişlik” hissi yaratan yol ve yöntemlerle adaylığını “oldu bitti”ye getirmesi, adaylığına itiraz edenleri partisinin yayın organlarında linç ettirmesiyle (en azından bu linçe seyirci kalmasıyla) demokrat kişiliğine dair yeteri kadar fikir sahibi olmamızı sağladı. Fakat ne hikmetse, uzun yıllardır bir yudum özgürlük hissine susamış olan demokrat Türklerin kendisini bir demokrasi mesihi gibi görmesini sağlamayı da başardı.
Bütün bunlara rağmen bugüne kadar dişini sıkmış olan bendeniz için bardağı taşıran son damla ise Sayın KILIÇDAROĞLU’nun Mevzular – Açık Mikrofon’a katılmama gerekçesi oldu: provokasyon. Oğuzhan UĞUR’un çeşitli medya organlarına yaptığı açıklamaya göre Sayın KILIÇDAROĞLU’nun ekibi; KILIÇDAROĞLU’nun, daha önce söz vermiş olmasına rağmen “provokasyon olabileceği endişesi” sebebiyle programa katılamayacağını ifade etmiş. Yaşanan bunca şeyden sonra bardağın bu açıklama sebebiyle taşmış olmasını tuhaf bulanlarınıza Nazım Hikmet’in dizelerini hatırlatırsam belki ruh halimi anlatabilirim:
“ve bir kere vakt erişip
‘gayrık yeter!..’
demesinler.
ve bir kere dediler mi,
israfil surunu urur,
mahlûkat yerinden durur.
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
ne kendi nefsini korur,
ne düşmanı kayırır,
dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler, ab-ı hayat akıtmağa"
Ben de şairin memleketinden bir insan olduğum için “provokasyon” lafını duyunca “gayrık yeter” dedim. Çünkü bütün gençliğim boyunca bu kelimeye maruz bırakıldığım pek çok durum bende büyük bir tiksinti hissi yarattı. Müstebit AKP iktidarı 20 yıldır ne zaman kendisini zor durumda bırakan bir demokratik tepkiyle karşılaşsa cevabı hazırdı: “provokasyon”. Ne zaman bir toplumsal hareketin önünü kesmek gerekse sihirli kelimemiz “provokasyon” oldu. Bir eylemi mi yasaklamak icap ediyor? 21. yüzyılda toplama kampları kuran soykırımcı bir devlet mi protesto edilecek? Bir AKP’liye sesini duyurmak için bağırmak mı istedin? Hepsi ama hepsi için bir maymuncuk var ellerinde: “provokasyon”.
Sosyal medya reklamlarında, billboardlarda, radyo programlarında ve diğer her yerde “Sana söz! Millet İttifakı iktidarında beni korkmadan ve özgürce eleştirebileceksin” diyen KILIÇDAROĞLU, binlerce izleyici ve onlarca, belki yüzlerce soru soranın bir defa bile provokasyona yol açmadığı bir programa “provokasyon” gerekçesiyle katılmayacağı açıklayınca, bugüne kadar defalarca sergilediği demokrasi anlayışını bir kez daha göstermiş oldu. Anlaşılan KILIÇDAROĞLU da en güçlü rakibinin 20 yıldır süregelen uygulamasını devam ettirmekte kararlı. Anlaşılan KILIÇDAROĞLU, yalnızca kendisinin muhatap olmayacağı mecralarda ve arkasından yapılan eleştiriler için korkmamamız gerektiğini söylüyor. Anlaşılan KILIÇDAROĞLU, demokrat Türklerin sandığının aksine kolayca provoke olabilecek bir cumhurbaşkanı olmaya hazırlanıyor. Neyse ki rakipleri bize “provokasyonun” ne demek olduğunu, hangi sihirli kapıları açtığını öğrettiler de bu defa hazırlıksız yakalanmıyoruz.
Demokrat Türklerin bu vaziyet karşısında yapması gereken sorgulama demokrasi mesihimizin, Mevzular – Açık Mikrofon gibi demokratik bir platformdan neden kaçtığına dair olmalı. Eğer seçimin neticesi umduğumuz gibi olur da müstebit rejim sandıktan yenilgiyle çıkarsa, yerine demokrat bir cumhurbaşkanı mı seçmiş olacağız, yoksa yalnızca maçın ilk yarısını mı önde kapatmış olacağız?
Gelin hep beraber itiraf edelim. KILIÇDAROĞLU’nun demokrasiyle ilişkisi ancak bir taşıtla ilişkisi kadar. En önemli rakibi demokrasiyi bir otobüse benzetmişti. KILIÇDAROĞLU da demokrasiyle ilişkisini olsa olsa bir otomobille kurduğu ilişkiye benzetiyordur. Nihayetinde KILIÇDAROĞLU’nun da söz konusu demokrasi olunca üç aşağı beş yukarı ERDOĞAN kadar samimi olduğunu kabul edelim. İşte bu yüzden kulaklara hoş gelen bir propaganda malzemesi olduğunda ağzından demokrasiyi düşürmeyen KILIÇDAROĞLU; iş, demokrasinin külfetine katlanıp hesap vermeye gelince “provokasyon”dan dem vurabildi.
Bütün bu tespitlerden sonra bile 14 Mayıs günü oyumu, müstebit rejimin aleyhine kullanırken tereddüt etmeyeceğim. Ama bu kararlılığımın sebebi Sayın KILIÇDAROĞLU’nun dürüst ve özgüvenli bir demokrat olması değil. Öte yandan oyumu “mecbur kaldığım için” de KILIÇDAROĞLU’na verecek değilim. Ben KILIÇDAROĞLU’na oy vereceğim çünkü demokrat Türklerin, oylarıyla müstebit iktidarı değiştirebilme gücüne ve inancına sahip olduklarını ispatlamak istiyorum. 2002’den beri değişmemiş olan bu iktidarın değişmesini temin edip dosta ve düşmana Türklerin demokrasiye alelade bir inanç değil, iman seviyesinde BAĞLI olduğunu göstermek için ve yalnızca bu sebeple oy vereceğim. Sonra mı ne olacak? Sonrası için “okuyucular üzülmesin”.
"okuyucular üzülmesin" bile bile lades tutuşan ihtiyarı durduramadık
Aykutalp bey, daha önceki iki yazınız gibi kaleminiz çok kuvvetli, hem fikir dolu hem de belagat gayet iyi kanaatimce. Ben de sizin gibi düşünüyorum çıkış noktasında, ancak uslamlamam başka bir neticeye varıyor. Şöyle: Başından beri Kılıçdaroğlu'nu çok şiddetli destekleyenler HDP ve vaşka konularda bir şey dediğimizde bugünlerde, "muhalefete muhalefet etmeyin" sözleri ile baskı oluşturmaya çalışıyor. Bu söz bana çok garip geliyor, onlar muhalefet de biz muhalefet değil miyiz? Kendisini devletin ta kendisi gören KALICI İKTİDAR TEKELCİsi AKP'den MUHALEFETİN TEKELcisi Kılıçdaroğlu ve CHP'nin ne farkı var? Siz biz muhalif Türk milliyetçilerine muhalefet ederek muhalefete muhalefet etmiş oluyorsunuz, ama biz böyle ucuz bir argümana sarılmıyoruz. Bunu diyen adamlar yarın iktidar olsa en ufak eleştiride DEVLETE KARŞI GELME argümanını kullanmaz mı? Bugün AKP de hükümet ile devlet ayrımı yapmıyor. Benim uslamlamamın sonucu İyi Parti'ye meclis için oy vermek, her iki turda CB için boş vermek.
Üstad, sitede iki şeyi ozel olarak gözlüyorum, bir Bahadirhan abinin yazıları, bir de senin yorumlar :)) Bu da çok iyi idi.