Hepimizin hafızasına yer etmiş bir sözdür herhalde bu “Arap puta taparken Türk göğe bakıyordu!” Peki, Türk göğe bakarken, Arap’ın puta tapması iyi bir şey midir, Türk gerçekten de puta tapmaz mıydı? Ya da Türk niye göğe bakıyordu yahu? Kendi bilgi birikimime dayanarak bu konuyla ilgili fikirlerimi siz aziz TamgaTürk okuyucularına aktarmak istiyorum.
Çin’deki adıyla Hiung-nu olarak bilinen günümüzdeki adıyla Hunlar, MÖ 4. yüzyıldan MS 2. yüzyıla kadar askeri açıdan etkindi. Hunlarla ilgili bilgilere ise arkeolojik verilerden ve Çin kroniklerinden elde ettiğimiz bilgiler kadarıyla biliyoruz. 1960’ta yayımlanan Çinli araştırmacı Kao Ch’ü hsün’e ait olan makalede Hunların kılıca taptığını belirtmektedir*. Hunların kılıca bir tanrı olarak hürmet edilen ve savaş esirlerinin kurban edildiği özel tapınaklara sahip olduğunu ve ayrıca insan şeklinde metal heykellerinin olduğuna hatta bunların Avrupa Hunlarında putların varlığına dair dolaylı bulgularda da yankı bulunabileceğinden bahsedilir. 10. Yüzyıla gittiğimizde ise Hazar devleti yöntemindeki din hakkında bilgilerin derlendiği ve Movses Kagankatvatsi adlı bir Ermeni’ye atfedilen bir Tarih’te buluruz. Bu kaynağa göre, 681’de Hazarların Kuzey Kafkasyalı Hun vasalları vardı. Bu “Avrupa Hunları” ağaçlara tapardı ve yıldırım çarpan insanları veya nesneleri bir tanrıya kurban edilmiş olarak görürdü. Cenazelerde davullara vurur, cesetlere ıslık çalar, yanaklarını ve uzuvlarını parçalar, güreşlerde ve at yarışlarında yarışmanın yanı sıra çıplak olarak mezar başındaki kılıçlı dövüşlere katılırlardı. “Tengri” adı verilen yüce tanrıya atlar sunarlardı. “Avrupa Hunları” ayrıca ateşe, suya, “yol tanrılarına”, aya ve “olağanüstü saydıkları her yaratığa” kurbanlar verirdi. Bunlara ek olarak birtakım belli meşe ağaçlarına atlar kurban ederlerdi; kanını ağaca akıtır, kafalarıyla derilerine dalların üstüne atarlardı. Anlatıldığına göre “Avrupa Hunları’nın cadılık” için zarlar kullanan rahipleri, (Hatırladığım kadarıyla 9. yüzyılda yazılmış olan Irk Bitig’de zardan veya kemikten fala veya kadere nasıl bakıldığı hakkında detaylıca malumat vardı) büyücüleri ve önemli mabetler olan asil mezarları vardı.** Bunun yanında bir de Bulgarlar var. Bildiğiniz üzere Bulgarları birkaç kavmin, özellikle Türklerin ve varlıklarını Karadeniz’in kuzeyinde sürdürmeyi başarabilmiş Avrupa Hunlarının bir karışımı olarak açıklayabiliriz. Altay dillerini konuşan başka kavimler gibi onlar da güneşe tapardı. Bulgarlar köpek ulumasını hayra yorar, bunun yıl boyunca bereketi müjdelediğine inanırlardı. Bazı Ortaçağ Türklerinin ve Macarların yaptığı gibi ortadan kesilen bir köpeğin kurban edilmesi eşliğinde kutsal yeminler ederlerdi. Bulgar erkekleri, öpüp “Yegâne yaratıcımızdır” diyerek dua ettikleri bir fallus takardı. Başka İç Avrasya kavimleri gibi Bulgarlar da düşman liderlerinin kafatasından kadeh yapar ve daha alt rütbedekilerin kafataslarını saklardı. Anlatıldığı kadarıyla özellikle bilgili ve kıvrak zekalı birini buldular mı onu bir ruha hizmet etsin diye kurban ederler, bedeni toz olup bitene kadar onu bir ağaca asarlardı. İbn Fadlan ise bize Ural Dağları’yla Volga arasında yaşayan başka bir Türk kavmi olan Başkurtlarla ilgili bilgi verir. Onların her biri odundan bir penis takar ve ona bir tanrıya tapar gibi tapar. Bazılarının sırasıyla kıştan, yazdan, yağmurdan, rüzgardan, “ağaçtan”, insanlardan, atlardan, sudan, geceden, gündüzden, ölümden ve topraktan sorumlu on iki alt tanrısı vardır. Gökte, onların üstünde birbirlerinin yaptıklarını onaylayan on ikisiyle anlaşma içinde ve birlikte olan büyük bir Efendi vardır. Bir grup Başkurt yılanlara, başka bir grup balıklara ve bir başkası da turnalara tapardı.*** 552’ye geldiğimizde ise Moğolistan’daki Cücenlerin yerini alan Göktürk İmparatorluğu, batıda Aral Gölü’ne kadar uzanmıştı. Görünüşe göre Göktürklerde de şamanlar vardı. Bizans kaynakları Göktürklerde geleceği gören rahipler olduğunu ve bir Bizanslı elçi bir Göktürk hükümdarını ziyarete geldiğinde bu rahiplerin araya girdiğini söyler. Bu elçiyle onun hizmetlilerini arındırmak amacıyla iki ateşin arasında yürütmüşler. Sonra rahipler “belli sözler söyledi, birkaç müzik aletinin sesi eşliğinde tütsüler yaktı ve sonra bir çeşit coşkunluk haline girip, elçinin başına gelebilecek talihsizlikleri uzaklaştırmak amacıyla olduğunu söyleyerek onu bir ateş etrafında yürüttü.**** Bizans kaynakları ayrıca Göktürklerde bağlarının ve çayırlarının bolluğuyla ve salgınlarla, depremlere bağışıklığıyla bilinen bir kutsal dağ olduğunu anlatır. Bu dağ yasa gereği en güçlü Göktürk hükümdarına verilirdi. Bir Göktürk yazıtı kavme (Ötüken adındaki) belli bir dağda yerleşmesini öğütler; kavim bu dağda kalırsa sonsuza dek var olacaktır. Bizans kaynaklarının daha öte bilgilendirmelerine bakılırsa Göktürkler en büyük saygıyı ateşe gösterir; ayrıca hava, su ve toprağı da sayarlar.****
Anlayacağınız üzere Türk sadece göğe bakmıyordu, Türk göğe, yere suya, dağa, taşa da bakıyordu ve bunlara tapıyordu, kutsallık atfediyordu. Hatta Türkler sudaki ruhları aşağılamamak için kıyafetlerini dahi suda yıkamıyordu. Bunun yanında tahtadan fallus yapıp taptıkları dahi olduğunu gördük. Peki, bunlar kötü bir şey mi? Bana soracak olursanız, tam tersine bunlar iyi bir şey. Ben Türklerin puta tapma aşamasını yani putperestliğin paganlığın son aşaması olarak görüyorum ve bunu Piaget’nin teorisine benzettiğimden onun üzerinden açıklamak istiyorum. Piaget’nin bilişsel gelişim teorisi, çocukların doğduğu andan itibaren, evreleri atlamadan birbirinden farklı olan bilişsel evrelerden geçmesi esasına dayanmaktadır. Piaget’nin teorisinde dinle ilgili bir husus bulunmamaktadır ancak tüm insanlığın büyüyen ve gelişen bir düzende ilerlediğini göz önüne aldığımızda, bu teoriyi insanlık üzerine de kullanabileceğimizi düşünüyorum. Bu aşamalar sırasıyla şöyledir:
a. Duyumsal-Devimsel Evre (0–2 yaş): Bebek için sadece gördüğü nesne ve yaşadığı anın algısı vardır. Aynı ilk başta Türklerin gördüğü devasa Ötüken dağının, nehirlerinin, ağacın, hayvanını yani çevresinde gördüğü her şeyi kutsal ithaf etmesi gibi. Hatta Türkler bazı ormanları o kadar yüce görüyorlardı ki o ormana ait hayvanları asla avlamıyorlardı.
b. İşlem Öncesi Evre (2–7 yaş): Bu dönemde çocuklar benmerkezci, evlilik gibi sembolik oyunlar oynayabilecek bilişsel gelişime sahip ve bir elmanın parçalarının elmadan daha fazla olduğunu düşünecek şekilde farklı odaklanmalara sahiptir. Bunu da Türklerin daha sonra kutsal ithaf ettiği nesnelere veya yerlere ait koruyucular, ruhlar ithaf etmesiyle bağdaştırabiliriz.
c. Somut İşlem Evresi (7–11 yaş): Çocukların nesnenin devamlılığını öğrendiği ve somut olaylar üzerinde mantıksal ilişkiler kurabildiği evredir. Bunu ise Türklerin çocuk istedikleri zaman Umay Ana’ya kurban vermeleri, ölen kişinin mezarına öldürdüğü kişi kadar balbal bırakılması gibi adetlerle din üzerine mantıksal düşünce sisteminin gelişmesine bağlayabiliriz.
d. Soyut İşlem Evresi (11 + yaş): Zihinsel kabiliyetlerin tam olarak geliştiği bu evrede, çocuk karmaşık soyut düşünebilme konusunda yeterli hale gelir. Bu demektir ki Türk artık put yapabilecek zeka ve beceri seviyesine ulaşmış, bu putu yaptığında o putun kimi temsil ettiğini ve soyut düşüncelerini somutlaştırmasını bilecek.
Kısacası, Türk puta tapıyordu ve bunda gocunacak ve üzülecek hiçbir şey yoktur. Türk’ün put tapması demek Türk’ün put yapabilecek kadar işçilik, demircilik, marangozluk ve sanat bilgisinin yanında bu düzeye erişecek entelektüel birikimi vardı demektir. Türk put yapabiliyordu demek Türk kendini zanaatta ve teolojide geliştirmişti hatta bunun üzerine yazılar yazabilmiş düşünebilmiş demektir. Yoksa tüm insanlık, “puta tapan Arap” dahil herkes zamanında çiçeğe böceğe tapıyordu.
E. Haktan Altın
*CH'Ü-HSÜN, K. (1959). THE CHING LU SHEN SHRINES OF HAN SWORD WORSHIP IN HSIUNG NU RELIGION. Central Asiatic Journal, 5(3), 221-232.
** Lang, D. (1961). The History of the Caucasian Albanians by Movsēs Dasxuranci. Translated by C. J. F. Dowsett. pp. xx 252. London: Oxford University Press, 1961. 50s. (London Oriental Series. Vol. 8.). Journal of the Royal Asiatic Society, 93(3-4), 127-128. doi:10.1017/S0035869X00120003
*** Köse, O . (2019). İbn Fadlan Seyahatnamesi . Tarih Kritik Dergisi , 5 (4) , 285-287 .
****Roux, Jean Paul. (1984). La religion des Turcs et des Mongols. Paris : Payot 235-248