Uzun bir seri olarak düşündüğüm Kapitalizmi Anlamak yazı dizisi, bir tabuya el atmak gibi bir iş oldu. Toplumun büyük kesiminde, kapitalist, sadece kendini düşünen, kendisinden aşağıdaki insanları ezmeye çalışan, ruhsuz, kalpsiz, vicdansız bir robot olarak tasvir ediliyor. Bu büyük kitlenin bir çoğunun kapitalizmden bir haber olduğunu görüyorum. Elbette, işi iktisat olmayan bir bireyden oturup da Milletlerin Zenginliği’ni okumasını beklemiyorum, bu son derece gerçek dışı ve absürt olurdu. Ancak, kendisini Anti-Kapitalist addedip de bu konuda elle tutulur tek bir şey bilmeyen onca insan gördükten sonra, bir şeyler söylemenin bir gereklilik olduğuna inandım. Kapitalizmin ana unsurları arasında özgürlük, seçim hakkı, özel mülkiyet, öz menfaat ve görünmez el, buluşlar ve kâr ilişkisi, krizler ve dengelenen piyasa, devlet müdahaleleri ve Laissez-Faire dengesi gibi, üzerinde mutlaka durulması gereken konular var, bu yüzden yazıyı çeşitli bölümlere ayırmayı daha uygun gördüm. Böylece her bir yazıda, kapitalizmin içindeki bu elementlerden birini sade bir şekilde anlatma imkânı doğdu. Bu bölümleri de olabildiğince kısa ve anlaşılır tutmaya gayret ettim. Okuyucu sistemin detayları konusunda meraklanırsa, her bir konu hakkında detaylıca araştırma yapma imkanını bulabileceği kaynaklar son derece çeşitli. İlk bölümde kısa bir giriş yaptıktan sonra öz-menfaat kavramı ile başlayacağız. Her bir yazının bir soruya cevap vermesini, ekonomik dünyamız hakkında bir ışık yakmasını temenni ederim.
Giriş
Dünyamız, çok da uzun olmayan bir zaman öncesinde, zenginlik kaynaklarının sınırlı olduğunu ve bir milletin zenginleşmesinin, bir diğerinin fakirleşmesi ile olabileceğine inanıyordu. Savaşlar da eğer ideolojik bir sebepleri yoksa, genellikle zenginleşmek isteyen bir milletin, bir diğerinin elindeki maddi kaynakları, yani değerli madenleri ya da topraklarını almak istemesi yüzünden çıkıyordu.
Bu mantık, zenginlik kıstaslarının gümüş ve altın olduğu -ki bunlar sınırlı değerlerdir- bir dünyada çok da mantıksız durmuyor. Tahminim odur ki, bizler de bu eski zamanlarda yaşasaydık, büyük ihtimalle bu şekilde düşünecektik. Bu düşünceyi değiştiren, ki bu düşüncenin üç yüz yıl önce değiştiğini 21. yy. komünistlerine anlatmakta hâlâ sıkıntı yaşarız, zamanının olağanüstü ve istisnai bir ismi olan Adam Smith oldu. Adam Smith, her bir insana, serbest ticaret ile zenginliğin sınırsız olacağını anlatmaya çalıştı. Fikirleri bir temel oluşturdu, bu temelin üzerine de koca insan devranını döndüren ekonomik sistemimiz oturdu. Artılarıyla eksileriyle, doğrularıyla yanlışlarıyla, övgüleri ve sövgüleriyle kapitalizmi anlamak durumundayız. Neden? Sevdiğim bir alıntıyla anlatmak isterim:
"Zengin oluşumuzun nedeni konusunda ortalama bir vatandaşın hiçbir fikre sahip olmamasının tuhaf olduğunu düşünmüyor musun? Altın yumurtlayan bir tavuğun olsa onun sağlığından azıcık olsun anlamak istemez miydin?"
Aynı yolun yolcuları dahi olsa, hayat görüşlerini bir ekonomik ideoloji üzerinde temellendirmemiş insanlar, farklı bir ekonomik sistemin, başka bir sisteme oranla daha verimli olduğuna inanabilir. Bu, farklı bir tartışmadır.Bizler, dünyamızın çok büyük bir kısmının -doğruyu söylemek gerekirse, işe yarar, dişe dokunur kim ve ne varsa- kabul ettiği ve bir parçası olmayı seçtiği kapitalizmi ve serbest piyasayı anlamakla yükümlüyüz.
Bu mantık, zenginlik kıstaslarının gümüş ve altın olduğu -ki bunlar sınırlı değerlerdir- bir dünyada çok da mantıksız durmuyor. Tahminim odur ki, bizler de bu eski zamanlarda yaşasaydık, büyük ihtimalle bu şekilde düşünecektik. Bu düşünceyi değiştiren, ki bu düşüncenin üç yüz yıl önce değiştiğini 21. yy. komünistlerine anlatmakta hâlâ sıkıntı yaşarız, zamanının olağanüstü ve istisnai bir ismi olan Adam Smith oldu. Adam Smith, her bir insana, serbest ticaret ile zenginliğin sınırsız olacağını anlatmaya çalıştı. Fikirleri bir temel oluşturdu, bu temelin üzerine de koca insan devranını döndüren ekonomik sistemimiz oturdu. Artılarıyla eksileriyle, doğrularıyla yanlışlarıyla, övgüleri ve sövgüleriyle kapitalizmi anlamak durumundayız. Neden? Sevdiğim bir alıntıyla anlatmak isterim:
"Zengin oluşumuzun nedeni konusunda ortalama bir vatandaşın hiçbir fikre sahip olmamasının tuhaf olduğunu düşünmüyor musun? Altın yumurtlayan bir tavuğun olsa onun sağlığından azıcık olsun anlamak istemez miydin?"
Aynı yolun yolcuları dahi olsa, hayat görüşlerini bir ekonomik ideoloji üzerinde temellendirmemiş insanlar, farklı bir ekonomik sistemin, başka bir sisteme oranla daha verimli olduğuna inanabilir. Bu, farklı bir tartışmadır.Bizler, dünyamızın çok büyük bir kısmının -doğruyu söylemek gerekirse, işe yarar, dişe dokunur kim ve ne varsa- kabul ettiği ve bir parçası olmayı seçtiği kapitalizmi ve serbest piyasayı anlamakla yükümlüyüz.
Öz menfaat üzerine
Orijinali “self-interest” olan bu kavramı, kıymetli akademisyen Prof. Dr. Mustafa Acar, öz menfaat olarak kullanmış, ben de bu şekilde alıyorum. Herhalde kapitalizmden bahsedilecekse, konuya öz menfaat ile girmekten başka doğru yol yoktur.
Kapitalizm insan doğası ile ilgili şu düşünceyi kabul eder: İnsanlar, her şeyden önce çıkarlarını düşünür ve ona göre hareket eder. Birey, ilk olarak kendi menfaatini kovalar ve kendisi için en iyi sonuç vereceğini düşündüğü eylemleri yapmaya daha yatkındır.
İnsan, hırslarla, isteklerle, amaçlarla doludur. Eylemlerinin motivasyonunu da bu duygular oluşturur. Kişi sabah kalkar, çünkü başarılı olmak ister. Okur, saygı duyulmak ister. Çalışır, bollukta olmak ister. İlgi ister, sevilmek ister, önemsenmek ister. Varken konuşulmak, yokken hatırlanmak ister. Bizler, bu hayatlarımızda yaptığımız ne varsa, bunlar için yaparız. Her şey kişisel isteklerimizle alakalıdır ve bir ömrü bu uğurda yaşarız.
Böyle bir canlıyı, ortak bir iyiye çalışmaya ikna etmek, başkası için kendinden vermesini sağlamaya çalışmak, zannediyorum bu sistemin öncesinde çok zor olmuştur. Sosyalizmin, bana göre, insan vicdanını sarsan yapısının kaynağı da budur. Daha iyisine sahip olacak yetenekte ve beceride bir insanı, toplumun en işe yaramazıyla aynı refah seviyesinde zorla denkleştirmek, iyiyi cezalandırmak, akıllıyı sindirmektir. Çünkü tarih bize defalarca gösterdi ki, sosyalizm kitleleri refahta değil, fakirlikte eşitliyor.
Kapitalistler, ekonomik ideolojilerini, öz menfaat peşindeki bireyi, herhangi bir zorlama olmadan, onları sindirmeden ya da yollarına taşlar koymadan, toplumun iyiliği ve refahı için de çalıştırmak için büyülü bir yol olarak görürler. Kişisel çıkarının peşindeki bir insanın, topluma nasıl fayda getireceğini merak edebiliriz. Bu merakın cevabı olacak iddia şudur: "Kişisel çıkar, eninde sonunda topluma hizmet eder." Bu, "Görünmez El" olarak da bilinir. Bu iddianın detayları bir sonraki yazının konusu olacak.
Öz menfaatin tatmin edilmesine izin verilmesinin, girişimciliğin ve yeniliğin önünü açtığı, böylece insan gelişimine de katkı verdiğini söylemek mümkün. Ödüllendirileceğini bilen, toplumsal sınıfında, maddi durumunda ya da hayat kalitesinde bir sıçrama yaşayabileceğini bilen bir birey, yeni bir şeyler bulmaya, yaptığı işi daha iyi yapacak yollar aramaya, daha az sürede ya da daha az kaynakla daha verimli sonuçlar çıkarmaya çalışmaya yatkındır. Bunu, yapılan tüm işler için doğru kabul edebiliriz. Eğer daha iyi çalışmak, daha fazla yorulmak, kaynak araştırıp, üstüne düşünüp, haftalar, aylar, belki yıllar verip daha verimli yollar bulmak, sizin refahınızda bir değişiklik yaratmayacaksa, büyük ihtimalle bu zorluklara katlanmazsınız. Böylece çalışmanın verimi düşer, girişimcilik ve yenilikler sekteye uğrar, insan gelişimi yavaşlar. Sevgili okur, işçi cenneti Sovyetler Birliği’nde bir deyiş vardı:
"Biz çalışıyormuşuz gibi yapıyoruz, onlar da bize ücret ödüyormuş gibi yapıyor."
Hemen hemen her sektör için bunun nasıl geçerli olabileceği tahmin edilebilir. Günde on kg kömür çıkaran bir işçinin refahını, günde bir kg kömür çıkaran işçiye eşitlerseniz, on kg kömür çıkaran işçinin öz menfaati, onu işi daha yavaş yapmasına teşvik edecektir. İnsan doğası ile ilgili bu gerçeğin farkında olan birçok başarılı modern şirketin de özellikle üst kademelerinde bulunan yöneticilerine şirket kârı üzerinden pay vermelerinin ardındaki sebep de budur. Şirketinin yıllık kârı bir milyon dolar da olsa on milyon dolar da olsa yılda kazandığı parası değişmeyen bir müdür, (özellikle de işi için yeterli rekabet yoksa!) tahminen gece uykusunu bölüp de Japonya’da olası bir iş toplantısına bağlanmak istemeyecektir. Ancak bu yöneticiye yıllık kâr üzerinden bir yüzde verilecek olsa hiçbir zaman başında beklemenize gerek kalmayan, dünyanın en çalışkan müdürüne sahip olursunuz.
Öz-menfaat, hayatın her alanında bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Kimi zaman bencillik, kimi zaman ahlaksızlık olarak yorumlanan bu insana ait özellik, çeşitli ekonomik veya hayat görüşlerine sahip insanlara göre nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, kültürler, jenerasyonlar, milletler ve dinlere bakmaksızın, insanın ezici çoğunluğunun tabiatının bir parçası olarak her zaman gözlerimizin önünde duruyor. Kapitalizm de bu gerçeği yabancılaştırmıyor, ötekileştirmiyor, bunu kabulleniyor ve insanın bu gerçeğini toplumsal bir faydaya dönüştürmek için bir yol sunuyor.
Kapitalizm insan doğası ile ilgili şu düşünceyi kabul eder: İnsanlar, her şeyden önce çıkarlarını düşünür ve ona göre hareket eder. Birey, ilk olarak kendi menfaatini kovalar ve kendisi için en iyi sonuç vereceğini düşündüğü eylemleri yapmaya daha yatkındır.
İnsan, hırslarla, isteklerle, amaçlarla doludur. Eylemlerinin motivasyonunu da bu duygular oluşturur. Kişi sabah kalkar, çünkü başarılı olmak ister. Okur, saygı duyulmak ister. Çalışır, bollukta olmak ister. İlgi ister, sevilmek ister, önemsenmek ister. Varken konuşulmak, yokken hatırlanmak ister. Bizler, bu hayatlarımızda yaptığımız ne varsa, bunlar için yaparız. Her şey kişisel isteklerimizle alakalıdır ve bir ömrü bu uğurda yaşarız.
Böyle bir canlıyı, ortak bir iyiye çalışmaya ikna etmek, başkası için kendinden vermesini sağlamaya çalışmak, zannediyorum bu sistemin öncesinde çok zor olmuştur. Sosyalizmin, bana göre, insan vicdanını sarsan yapısının kaynağı da budur. Daha iyisine sahip olacak yetenekte ve beceride bir insanı, toplumun en işe yaramazıyla aynı refah seviyesinde zorla denkleştirmek, iyiyi cezalandırmak, akıllıyı sindirmektir. Çünkü tarih bize defalarca gösterdi ki, sosyalizm kitleleri refahta değil, fakirlikte eşitliyor.
Kapitalistler, ekonomik ideolojilerini, öz menfaat peşindeki bireyi, herhangi bir zorlama olmadan, onları sindirmeden ya da yollarına taşlar koymadan, toplumun iyiliği ve refahı için de çalıştırmak için büyülü bir yol olarak görürler. Kişisel çıkarının peşindeki bir insanın, topluma nasıl fayda getireceğini merak edebiliriz. Bu merakın cevabı olacak iddia şudur: "Kişisel çıkar, eninde sonunda topluma hizmet eder." Bu, "Görünmez El" olarak da bilinir. Bu iddianın detayları bir sonraki yazının konusu olacak.
Öz menfaatin tatmin edilmesine izin verilmesinin, girişimciliğin ve yeniliğin önünü açtığı, böylece insan gelişimine de katkı verdiğini söylemek mümkün. Ödüllendirileceğini bilen, toplumsal sınıfında, maddi durumunda ya da hayat kalitesinde bir sıçrama yaşayabileceğini bilen bir birey, yeni bir şeyler bulmaya, yaptığı işi daha iyi yapacak yollar aramaya, daha az sürede ya da daha az kaynakla daha verimli sonuçlar çıkarmaya çalışmaya yatkındır. Bunu, yapılan tüm işler için doğru kabul edebiliriz. Eğer daha iyi çalışmak, daha fazla yorulmak, kaynak araştırıp, üstüne düşünüp, haftalar, aylar, belki yıllar verip daha verimli yollar bulmak, sizin refahınızda bir değişiklik yaratmayacaksa, büyük ihtimalle bu zorluklara katlanmazsınız. Böylece çalışmanın verimi düşer, girişimcilik ve yenilikler sekteye uğrar, insan gelişimi yavaşlar. Sevgili okur, işçi cenneti Sovyetler Birliği’nde bir deyiş vardı:
"Biz çalışıyormuşuz gibi yapıyoruz, onlar da bize ücret ödüyormuş gibi yapıyor."
Hemen hemen her sektör için bunun nasıl geçerli olabileceği tahmin edilebilir. Günde on kg kömür çıkaran bir işçinin refahını, günde bir kg kömür çıkaran işçiye eşitlerseniz, on kg kömür çıkaran işçinin öz menfaati, onu işi daha yavaş yapmasına teşvik edecektir. İnsan doğası ile ilgili bu gerçeğin farkında olan birçok başarılı modern şirketin de özellikle üst kademelerinde bulunan yöneticilerine şirket kârı üzerinden pay vermelerinin ardındaki sebep de budur. Şirketinin yıllık kârı bir milyon dolar da olsa on milyon dolar da olsa yılda kazandığı parası değişmeyen bir müdür, (özellikle de işi için yeterli rekabet yoksa!) tahminen gece uykusunu bölüp de Japonya’da olası bir iş toplantısına bağlanmak istemeyecektir. Ancak bu yöneticiye yıllık kâr üzerinden bir yüzde verilecek olsa hiçbir zaman başında beklemenize gerek kalmayan, dünyanın en çalışkan müdürüne sahip olursunuz.
Öz-menfaat, hayatın her alanında bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Kimi zaman bencillik, kimi zaman ahlaksızlık olarak yorumlanan bu insana ait özellik, çeşitli ekonomik veya hayat görüşlerine sahip insanlara göre nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, kültürler, jenerasyonlar, milletler ve dinlere bakmaksızın, insanın ezici çoğunluğunun tabiatının bir parçası olarak her zaman gözlerimizin önünde duruyor. Kapitalizm de bu gerçeği yabancılaştırmıyor, ötekileştirmiyor, bunu kabulleniyor ve insanın bu gerçeğini toplumsal bir faydaya dönüştürmek için bir yol sunuyor.
Yemin içiyom ben bunları düşündüydüm. İslamcılar bir şeye çok karşı çıkıyorsa orda bir yanlışlıkları mutlaka vardır dan yola çıktıydım
Güzel ifadeler ile anlatılmış. Bilgi dağarcığıma eklemeler yaptım. Teşekkürler. Öz Menfaatim bu bilgileri bedavaya aldığı için mutlu :)