Adalet ve liyakati aradan çıkarın, geriye kör bir çete kalır; insani değerler bakımından körlük, birçok kişiye göre adalet ve liyakate duyarsız olmak anlamına gelmektedir.
Aslında birisine bir şeyler anlatırken bile "Sen körsün" dediğimiz zaman tercihlerin yanlış demek istiyoruz, bir diğer bakımdan ise adaletsiz, haksız veya yanlış tercihlerinden bahsediyoruz. Birçoğumuz için bu durum bu şekilde ilerliyor. Ama sizi temin edebilirim, adalet ve liyakat birer psikolojik katman ve kişilik özelliği değildir; adalet ve liyakat, ideoloji ve kültürün en büyük kriterlerindendir. Bu tespitte aslında ciddi manada doğruluk payı var. Bir insan adil olmayı neden bir tarafa bırakır? Bir insan liyakata neden kıymet biçmez? "Her şeyden önce ve her şeyden öte, adaleti ve liyakati elinin tersiyle bir kenara itenler, bir şeyi kendilerinden olmayanlarla paylaşmak istemeyenlerdir."
Türkiye’de birçok defa genel veya yerel yönetim değişikliği yaşanırken birçok yönetimde hepimiz çoğu yöneticinin o makamları mülk olarak gördüklerine şahit olduk.
Bu yöneticiler, iktidarlarının imkânlarına kendi mülkleri ve imkânları gibi yaklaşır, her şeyi de o düzende icra ederler. Önce makamları ve makamların nimetlerini kendi aralarında bölüşürler, sonra diğer bireyleri düşünürler. Toplum, halk ve ihtiyaç sahipleri umurlarında bile değil. Onlar için asıl olan kendilerinin o koltuklarda sağlam oturması ve o makamların tüm imkânlarını kendinden olanlara kullanmasıdır. O şehirdeki veya ülkedeki yoksulluk kadar şikayetler de yöneticilerin halktan önce kendi çevrelerine hizmet ettiğini kanıtlar. Yöneticilikten olma korkusu ve ne pahasına olursa olsun "makamda kalma endişesi o kadar büyük ve o kadar sarsıcıdır ki, koltuk sahipleri sırf bunun için her türlü adaletsizlik ve zorbalığın altına hiç çekinmeden imza atarlar." Hiçbir zaman düşünülmez; bu insanlar ne kadar emek verdi, ne kadar çalıştı, çaba gösterdi, uğraştı, hiç umurlarında olmaz. Öncelikle her zaman kendi yakınları, kendi çevresindeki insanlar olur.
Maalesef birçok şehirde binlerce adaletsizlikler, haksızlıklar tek tek gün yüzüne çıkıyor. "Kimisi makamın sunduğu ayrıcalıkları özel hayatı için kullanıyor, kimisi makamdaki yetkilerini ekstra kazanca çeviriyor, kimisi de kendisine biat edenleri ön plana çıkartıyor."
Ne kadar büyük adaletsizlikler yapıldığı her geçen gün devasa boyutlarda ortaya çıkıyor ve insanların umutlarını her geçen gün biraz daha yıkıyor. Bu ne büyük acımasızlık? Bu ne büyük zorbalık? Bu ne büyük vicdansızlık? "Peki, tüm bunlar neden, rahat bir yaşam için, saltanatın devamı için ve bu saltanatın bekçiliği yapılsın diye." Peki, bu kul hakkı değil mi?
Hiç uzağa gitmeden söylemek gerekir ki; o kutsal kitaplarda altı kalın kalın çizilen "kul hakkı yemek" budur. Bundan daha açık kul hakkı yeme örneği olabilir mi? Hiç düşünmez mi insan, bugün güç bende ben hakka giriyorum, yarın bu gücü kaybettiğimde kim benim yanımda olur veya sonum ne olur? Düşünmeli aslında, insanoğlu iyi düşünmeli; her gününü, dününü, yarınını... Çünkü bu dünyada ki en büyük sınavımız dürüstlük, hak ve adalet. Bunların birisini kaybettiğimizde şüphesiz ki bu sınavı daha hızlı kaybedeceğiz. Ve o insanlar; umutları yıkılan, hayalleri parçalanan, hakkına girilen insanlar işte o zaman hesaplaşacak ve işte o zaman doğruluk, dürüstlük kazanacak..
Aslında birisine bir şeyler anlatırken bile "Sen körsün" dediğimiz zaman tercihlerin yanlış demek istiyoruz, bir diğer bakımdan ise adaletsiz, haksız veya yanlış tercihlerinden bahsediyoruz. Birçoğumuz için bu durum bu şekilde ilerliyor. Ama sizi temin edebilirim, adalet ve liyakat birer psikolojik katman ve kişilik özelliği değildir; adalet ve liyakat, ideoloji ve kültürün en büyük kriterlerindendir. Bu tespitte aslında ciddi manada doğruluk payı var. Bir insan adil olmayı neden bir tarafa bırakır? Bir insan liyakata neden kıymet biçmez? "Her şeyden önce ve her şeyden öte, adaleti ve liyakati elinin tersiyle bir kenara itenler, bir şeyi kendilerinden olmayanlarla paylaşmak istemeyenlerdir."
Türkiye’de birçok defa genel veya yerel yönetim değişikliği yaşanırken birçok yönetimde hepimiz çoğu yöneticinin o makamları mülk olarak gördüklerine şahit olduk.
Bu yöneticiler, iktidarlarının imkânlarına kendi mülkleri ve imkânları gibi yaklaşır, her şeyi de o düzende icra ederler. Önce makamları ve makamların nimetlerini kendi aralarında bölüşürler, sonra diğer bireyleri düşünürler. Toplum, halk ve ihtiyaç sahipleri umurlarında bile değil. Onlar için asıl olan kendilerinin o koltuklarda sağlam oturması ve o makamların tüm imkânlarını kendinden olanlara kullanmasıdır. O şehirdeki veya ülkedeki yoksulluk kadar şikayetler de yöneticilerin halktan önce kendi çevrelerine hizmet ettiğini kanıtlar. Yöneticilikten olma korkusu ve ne pahasına olursa olsun "makamda kalma endişesi o kadar büyük ve o kadar sarsıcıdır ki, koltuk sahipleri sırf bunun için her türlü adaletsizlik ve zorbalığın altına hiç çekinmeden imza atarlar." Hiçbir zaman düşünülmez; bu insanlar ne kadar emek verdi, ne kadar çalıştı, çaba gösterdi, uğraştı, hiç umurlarında olmaz. Öncelikle her zaman kendi yakınları, kendi çevresindeki insanlar olur.
Maalesef birçok şehirde binlerce adaletsizlikler, haksızlıklar tek tek gün yüzüne çıkıyor. "Kimisi makamın sunduğu ayrıcalıkları özel hayatı için kullanıyor, kimisi makamdaki yetkilerini ekstra kazanca çeviriyor, kimisi de kendisine biat edenleri ön plana çıkartıyor."
Ne kadar büyük adaletsizlikler yapıldığı her geçen gün devasa boyutlarda ortaya çıkıyor ve insanların umutlarını her geçen gün biraz daha yıkıyor. Bu ne büyük acımasızlık? Bu ne büyük zorbalık? Bu ne büyük vicdansızlık? "Peki, tüm bunlar neden, rahat bir yaşam için, saltanatın devamı için ve bu saltanatın bekçiliği yapılsın diye." Peki, bu kul hakkı değil mi?
Hiç uzağa gitmeden söylemek gerekir ki; o kutsal kitaplarda altı kalın kalın çizilen "kul hakkı yemek" budur. Bundan daha açık kul hakkı yeme örneği olabilir mi? Hiç düşünmez mi insan, bugün güç bende ben hakka giriyorum, yarın bu gücü kaybettiğimde kim benim yanımda olur veya sonum ne olur? Düşünmeli aslında, insanoğlu iyi düşünmeli; her gününü, dününü, yarınını... Çünkü bu dünyada ki en büyük sınavımız dürüstlük, hak ve adalet. Bunların birisini kaybettiğimizde şüphesiz ki bu sınavı daha hızlı kaybedeceğiz. Ve o insanlar; umutları yıkılan, hayalleri parçalanan, hakkına girilen insanlar işte o zaman hesaplaşacak ve işte o zaman doğruluk, dürüstlük kazanacak..