3 yıl önce Kendo’ya başladığımdan beri en sık karşılaştığım sorular bunlar. Türkiye’de neredeyse hiç bilinmeyen bu disiplin olduğu için konusu açıldığında herkes mutlaka ne olduğunu, nasıl bu işe gönül verdiğimi (heves ettiğimi soruyorlar aslında) merak ediyor insanlar. İşin basit kısmıyla başlayalım, Kendo zamanında samuraylara kılıç kullanmayı öğretmek için verilen eğitimin modern halidir diyebiliriz kısaca. Bundan fazlasını anlatmak benim boyumu aşar, o yüzden ilgilenenler Kendo Derneği’nden konu hakkında bilgi edinebilirler (https://kendo-tr.com/kendo/).
Neden sorusunun cevabı biraz daha çetrefilli.
Birincisi, dediğim gibi bu bir eğitim, yani tam olarak bir spor değil; spor olmak için fazla öznel, sayı vermek için “her şeyi” doğru yapıp yapmadığınıza hakemler karar veriyor. Mesela olimpiyatlarda falan da göremezsiniz. “Bir spor yapacaktım, bunu seçtim” deyip kurtulmak çok kolay değil bu nedenle.
İkincisi, diğer dövüş sporları gibi “gerçek hayatta” doğrudan işinize yarayacak bilgiler içermez. Kılıç kullanmayı öğretir basitçe, ama belimizde kılıçla gezmediğimiz için bu eğitimin doğrudan faydasını göremezsiniz. Dolaylı bazı faydaları olur elbette, yani mesafeyi kestirmeyi, ne zaman atılıp ne zaman çekilmeniz gerektiğini öğretir, ama mahallede sıkı bir yumruk kavgasına girmenin deneyimini vermez. Yine de her eğitim gibi, Kendo eğitimi de insana birçok şey katıyor. Dojoda başarılı olmak için öğrendikleriniz (ve onları öğrenirken geçen süreç), üzerinde düşünüldüğünde sizi yavaş ama emin adımlarla başka bir kişiye dönüştürebilir. Ben neler öğrendim peki?
Bir şeyin acemisi olmanın ne kadar zevkli olduğunu hatırladım öncelikle. 40 yaşından sonra, çok da uygun olmayan bir vücut ve sıfıra yakın spor geçmişimle dojonun kapısına gittiğimde, “buyur gel” dediler. Hayatta çok şey bildiğini sanan benim gibi kitap kurtları için böylesi bir eğitim tam bir kâbustur başlarda. Hangi hareketin niye yapıldığını anlarsınız, ama vücudunuz hareket emirlerine uymaz. Diğer herkesin ahenk içinde, çok basitmiş gibi yaptığı hareketleri yapamamak, 20 kere daha deneyip hâlâ yapamamak ağır geliyor insan egosuna. Ama devam edecek içsel gücünüz (ya da inadınız, sabrınız, azminiz) varsa, konfor alanınızdan çıkıp yepyeni bir dünyaya girmek ve her gün bir şey öğrenmek müthiş bir zevk.
Disiplinin önemini öğrendim. Hem fiziksel hem de içsel bir disiplin gerekiyor Kendo için. Her derse gelmek, beceremesen de hareketleri yapmaya çalışmak, vücudunun hızlı olmasa da doğru yapması için “yolu” öğrenmeye çalışmak fiziksel bir disiplin gerektiriyor. Ama zihinsel disiplini öğrenmek daha da zor. Dojoya girdikten sonra dış dünyanın dertlerini dışarıda bırakamazsanız, o gün tamamen boşa geçiyor, herkesin vurup geçtiği bir antrenman mankenine dönebiliyorsunuz. O anda o ana odaklanmazsanız, başarısız bir gün geçirebiliyorsunuz. Kendinizi, hatalarınızı, rakibin neleri doğru ve yanlış yaptığını görmez, aklınızda tutmaz ve bir sonraki ders bu konuda daha iyi olmak için çabalamazsanız çok yavaş ilerliyorsunuz.
Yarışımın kendimle olduğunu öğrendim. Yaş konusunu sürekli bir koz gibi öne sürmek istemem, çünkü muhtemelen yirmi yıl önce de başlasam çok daha hızlı öğrenemezdim Kendo’yu. Ama yaşımın da desteğiyle iyice yavaş ilerledim ben bu yolda. Benden sonra başlayan zıpkın gibi oğlanlar ve kızlar, “abi şu nasıldı?” diye soranlar altı ay sonra beni geçti. Bunu çok dert etmemeye çalıştım, çünkü öngörmüştüm öyle olacağını. Asıl yıkıldığım zamanlar, aylar boyunca derse gelip bir ilerleme kaydedemediğim zamanlar oldu. Gerçekten yerinde mi saydın aylarca diyebilirsiniz, bana öyle gelmesi yeterli. Hatta geri gittiğim bile oldu bana göre, çok temel bir şeyi yanlış yaptığımı seviye sınavından 24 saat önce öğrendiğimde yaptığım doğru şeyleri bile bozdum bazen. Ama vazgeçmedim nedense (ki hayatımın her aşamasında hep vazgeçmişimdir kolayca) ve o öğrenme platolarını aştım bir şekilde. Aylar sonra bir gün geldi, bir hareketi hiç beklemediğim kadar iyi yapıp bir sayı aldım (gerçek maçta henüz hiç sayım yok, ama antrenmanda bazen bir şeyi doğru yapınca sayı olduğunu hisseder insan), ya da kendi hocam veya başka bir hoca bir ders çıkışında iyi bir yorum yaptı ve platodan çıktım.
Başarının sadece kendi elimde olmadığını öğrendim. Kendo’da temel hareketleri yüzlerce, binlerce defa yaptıktan, zırhı giymeye hak kazandıktan sonra, deneme maçları yaparsınız. Hakem yoktur, sadece iki rakip birbirini tartar ve bazen sayı olacak kalitede bir hareketten sonra rakibini takdir eder ufak bir jestle. O bir iki dakikalık maçlarda, ne kadar çalışırsan çalış, ne kadar iyi/güçlü/korkusuz olursan ol, rakibini alt etmeye yetmeyebileceğini öğreniyorsun. Bir an kafan dağılıyor, pat. Bir an ayakların hazır olmuyor ve rakip bunu hissediyor, pat. Bir an kendini rakipten akıllı sanıp bir hamleye başlıyorsun, rakibin onu zaten öngörmüş oluyor, pat. Rakibi üstüne çekip kasıtlı olarak açık veriyorsun, rakibin oraya değil şuraya indiriyor kılıcı, pat! Dünyanın en hızlı satrancı.
Spor dostluktur lafının bir klişe olmadığını öğrendim. Birbiri ile maç yapan insanları seyrettim aylarca, kendim bir maça çıkmadan önce. Ellerinde gerçekten kılıç varmış ve bu bir ölüm oyunuymuşçasına, tüm güçleriyle ve tamamen odaklanarak bir dakika, bazen daha az süre (iki sayıda biter Kendo maçları, iki temiz sayı almak 30 saniye sürebilir bazen) kapışan insanların maç bitip men adlı koruyucu maskelerini çıkardıktan sonra birbirine koşup teşekkür ettiğini gördüm. Bana garip geldi, anlamsız geldi başlarda. Kendi dojondakilerle arkadaş olmak iyi güzel de, rakiple nedir bu samimiyet dedim içimden. Sonra ilk resmi maçıma çıktım, berabere kalıp puan bile aldım. Ama o ilk maçta hakemin “Hajime!” (başla!) komutuyla bambaşka bir ruh haline girdim. Öğrendiğim her şeyi birkaç saniye içinde uygulamam gerekiyordu. Ama rakibim de aynı durumdaydı. Birbirimizi zorladık, onun da aynı şeyleri hissettiğini gördüm ve saygı duydum. Maç bittiğinde ondan bir şeyler öğrenmiştim. Men’imi çıkarıp ona teşekkür etmeye gitmek çok doğal geldi işte o zaman. Birbirini görünce sevinen, Ankara’dan gelenlerin minibüsüne el sallayanların hislerini biraz daha iyi anladım. Sadece “Benim gibi zırh giyip dövüşen başka manyaklar buldum, ne güzel!” hissi değildi bu. Hocaların ders sonunda “Benimle Kendo paylaştığınız için teşekkür ederim!” derken hissettiği kardeşlik hissiydi.
Erkin Çam