Türk milliyetçiliğinin siyasal ve doktrinel görünür damarını oluşturan kodlar itaatkar, devletçi, elitçidir. Bu kodlar hem Türk milliyetçiliğini hem de Türk milletini bir çamura saplamıştır. Çıkış elzemdir. Zira milliyetçilik; doktrinel ve siyasal etki alanının çok ötesinde tesir uyandırabilmektedir. Çeşitli unsurlarıyla terkipler ile farklı ideoloji ve siyasal pozisyonlarla da izdivaç edebilmektedir. Bu onun tesirini gösterdiği kadar alçakların son sığınağı haline de dönüşmesine sebebiyet verebilmektedir.
Kimi aktörler bagajını perdelemek için vatan, millet, sakarya edebiyatı ile kitleleri manipüle etmektedir. Bu nedenle protest, sivil ve halkçı sütunlar üzerine bina edilmiş bir milliyetçilik zarurettir. Bu, hem Türk toplumu hem de Türk milliyetçiliği için bir çıkış olabilecek, alternatif oluşturabilecektir. Böylelikle milliyetçiler birilerinin çıkarları için inanmış ve adanmış insanlar olmayacaktır. Zira Türk milliyetçiliği karanlık, anlaşılamayan ve denetlenemeyen alî çıkarlar için halkı ezen, ihmal eden, kendilerine itaat isteyen bir grup yönetici elitin doktrinel payandası oluyor. Buna karşı çıkabilecek protest, itiraz eden kentli, eğitimli, dolayısıyla bilinçli sivil ve halkçı bir Türk milliyetçiliği artık zorunluluktur. Milletin alî çıkarları görünümü vererek veya kendi dar görüşü ile bunu tek alternatif olarak gösteren, çoğunlukla da kendi ve çevresindeki bir grup oligarşik elite mevki, makam ve para kazandıran, adında da milliyetçilik geçen bu tavra teslim olmamak, artık dur demek gerekiyor. Halkı ezemeyen, onlara hesap veren ve ikna edip rıza üreten bir Türk milliyetçiliği bizatihi milletin ve devletin bekası için daha doğru bir tavrı da temsil edecektir.
Şüphesiz bir entelektüel arayışta Türk milliyetçiliğinin modifikasyonu yerine terki de ihtimal olarak düşünülebilir. Bu satırların yazarı olarak buna biri subjektif biri objektif iki karşı koyuşum olabilir. Bir Türk milliyetçisi olarak ideolojik bir terk ediş yerine olduğum yerin modifiyesi, tahkimi subjektif tercihimdir. Bu subjektif tercihin ötesinde hem küresel hem de ülkemizdeki gelişmeler 21'inci yüzyılın başında millet esasına dayanan devlet yapılarının çözündüğüne dair liberal tezlerin çöktüğünü ziyadesiyle göstermiştir. Milliyetçi olmayan ve hatta milliyetçilikten haz etmeyen kişiler de, milliyetçiliğin ve millet esaslı devlet yapılarının varlığını vakıa olarak kabul etmek durumundadırlar. Dolayısıyla sağlıklı bir Türk milliyetçiliği, Türk milliyetçiliği kadar milliyetçi olmayanlar için de bir gerekliliktir.
Devletçi olmayan protest, sivil, halkçı bir milliyetçilik her şeyden öte güce eğilmeyecektir. Kamu otoritesini temsil edenlerin veya siyasal meşru yahut gayri meşru aktörlerin alî çıkarlar anlatısına peşinen teslim olmayacaktır. Zira bu bir vakıadır. O yüzden hukuk, insan hakları ve demokrasi ilk ve aşılmaz kırmızı çizgi olmalıdır. Mustafa Çalık yaptığı doktora çalışmasında o gün için milliyetçi meşru siyasal aktör olan hareketi değerlendirirken mensupları için nihaî meşruiyetin hukuk olmadığını söylemektedir. Bu tespitin doğruluğu ve sonuçları da değerlendirildiğinde ilk sütun hukuku, insan haklarını ve demokrasiyi toplumun yapıştırıcı gücü olarak görecek, kendi faaliyet alanını bu dairenin içerisinde görecek bir yaklaşım olmalıdır. Bu temenni değildir. Modern toplumu bir arada tutan şey hukuktur. Bu gerçekliği yok sayan her tavır uzun erimde kaybettirecektir. Gayri hukuki yol ve yöntemler kötü niyetli olan, alçakların son dayanağı milliyetçiliktir mottosuyla ifade ettiğimiz kişi ve mekanizmaların önünü açmaktadır. Açılan bu yoldan ilerleyen geniş kitlelerin adalet duygusunu zedeleyen tavırla bizatihi millete ve milliyetçiliğe zarar veren bir hüviyete kavuşmaktadır. Net ve kararlı bir ret zarurettir. Bu da alî çıkarlar için hukukun dışına çıkmaya meyyal milliyetçilikle ilişkilendirilen kaba gücün, kendini derin devlet sanan çetelerin, sekter ve hoyrat tavrın dışlanmasını sağlayacaktır. Yani hem insanların kendisini emin hissettikleri bir toplum yapısının tesisi hem de bekâ denen o alî çıkarın da sağlanması için açık, denetlenebilen, rasyonel bir zemin sağlayacaktır.
Şüphesiz bu durum siyasal iktidarın ve siyasal meşru aktörlerin de kendisine çeki düzen vermesini sağlayacaktır. Kendi çıkarları veya reel politiğin gerekleri adına milletin bugününü veya geleceğini mahvedemeyecekleri bir doktrinel zemini oluşturacaktır. Bu, mümkün değil zorunlu sonuçtur. Zira sol, liberal, İslamcı, Kürtçü çevrelerin devlet ve millet ile onun alî çıkarları için yönetici elite yüz vermeyen tavrı ile milliyetçilerin hukuk dışı damarı kesmesi; Türk toplumunda vatan, millet, sakarya edebiyatı ile manipüle edilemeyecek geniş kitlelerin oluşmasına vesile olacaktır. Vatandaşın hakkını önemseyen insan hakları ve siyasal gücün yegâne meşru değişimi için demokrasiyi önemseyen tavrı topyekün Türk milletinin duruşu haline gelince siyasal iktidar rıza üretebilmek için buraya uygun hareket etmek zorunda kalacaktır. Dolayısıyla protest, sorgulayan tavır gayri meşru aktörleri dışladığı kadar meşru siyasal aktörleri de meşruiyete sıkı sıkıya sarılmaya mecbur bırakacaktır.
Protest bir Türk milliyetçiliği otorite denen mefhuma teslim olmayan, sorgulayan, düşünen milliyetçi bir kitlenin doğmasına ve gelişmesine vesile olacaktır. Kendine otorite vehmeden yönetici, din adamı, ebeveyn, hoca veya herhangi bir kişi veya kurumun söylediğine teslim olmayan; kendisinin ve Türk milletinin menfaatine olup olmadığını, söylenenin doğruluğunu sorgulayan rasyonel bir zeminin inşasına vesile olacaktır. Aliya İzzet Begoviç’in dediği gibi eleştirel düşünme yeteneği olmayan bizim gibi şark toplumlarında bu bir zorunluluktur. O zaman gerçek manasıyla Türk topraklarında yaşayan insanların bir cemaat olmaktan modern manasıyla millet olmaya başladığından bahsedilebilecektir. Öte yandan itaat isteyenlerin bugün için itaate layık tavırlar sergilediği kabul edilse dahi yarın ne yöne gideceğini hiç kimse öngöremez. Dolayısıyla septik/ilkesel/protest bir tavrı ve doktrinel bağlılığı her kişi ve kurumun önünde tutacak bir eyleme biçimi gerekmektedir.
Çerçevesi hukuk, insan hakları ve demokrasi ile çizilmiş, kırmızı çizgileri buradan çekilmiş bir protest Türk milliyetçiliği, geçmişten yapılan şanlı günler alıntısı ile geleceğe ertelenen güzel bir istikbal vaadine yahut bir avuç sermaye sınıfına değil bugün yaşayan geniş kitleleri önemseyen, tam anlamıyla halkçı bir mefhuma kavuşacaktır. Bu da ekonomik programlardan vatan için can feda edecek kişilere kadar yemeği toplumun yüzde birlik kısmına yedirip sofrayı kalan yüzde doksan dokuza kaldırtan ve bunu da vatan, millet, sakarya edebiyatı ile meşrulaştırmaya çalışan yönetici elite bir dakika diyecek bir Türk milliyetçiliğinin inşasına vesile olacaktır. Halkı önemsemeyen alî çıkarlar için insanları fedakarlığa teşvik edip, sırça saraylarında yaşayanlara dur diyecek bir milliyetçilik; Türkiye’deki doktrinel milliyetçiliğe katkı yaptığı kadar politik denklemleri de etkileyecektir. Artık ülkenin hukuk, adalet, şeffaflık endekslerindeki sıralamasının bizatihi Türk milliyetçiliğinin sorunsalı haline dönüşmesi sağlanacaktır. Silahın namlusuna indirgenmemiş somut, denetlenebilen, halkına refah, güven ve mutluluk arayan doktrinel bir milliyetçilik ile bunları vaat eden politik bir milliyetçilik zemini oluşacaktır.
Doktrinel Türk milliyetçiliği Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Mümtaz Turhan, Erol Güngör ve takipçisi olan kentli, eğitimli, sorgulayan ve çözüm üreten doktrinel ana damarını kaybetmiştir. İtaatkar, devletçi, elitçi bir zümrenin elinde rehindir. Sorgulamayan, bir anlatıya teslim olan bir duruştan ne doktrinel bir öneri ne de politik bir atak gelme ihtimali yoktur. Kendinden önce üretilen bilgiyi sadece tekrarlayan, bugün büyüklerinin söylediklerini tekrarlayayarak politika yapan Türk milliyetçileri geniş kitleler nezdinde de itibar göremeyecektir. Liberal tahakkümün kültürel-entelektüel alandaki etkinliği düşünüldüğünde Türk milliyetçiliği arkaik bir düşünce akımı olarak algılanabilecektir. Şüphesiz redde dayanan bir yaklaşımı savunmuyoruz. Kendimizi bağladığımız bir damar var. Bu isimleri de paragrafın başında zikrettim. Ama bu isimleri aşacak, kritiğe tabi tutacak bir zihne ihtiyacımız var.
Siyasal Türk milliyetçiliğinde de 2017 halk oylaması ile temayüz eden arayışlar, kırılmalar meydana gelmiştir. Bunların olumlu olduğu kanaatindeyim. İleri bir adım olsa da yukarıda bahsedilen tortuların yeni arayışlarda olmadığı, tümden terk edildiği, yeni bir yol açıldığını söylemek mümkün değildir. İnsanlardan yıllarca öğrendiklerini terk etmelerini bekleyemeyiz. Bahsettiğimiz zararlı tortular zihinlerin bir kenarında, eyleme biçimlerinde kolaycı bir alışkanlıkta, koca hareketin aksiyonunda sinip kalmıştır.
Dolayısıyla dünü reddetmeyen yeni bir teklife, yeniden Türk milliyetçiliğine dünden daha çok ihtiyaç var. Hele Türkiye’nin kentleşme, eğitim seviyesi vb. paradigmalar üzerinden sosyolojik olarak dönüştüğü, yeni politikleşen jenerasyonun kodları da düşünüldüğünde ayakları daha yere basan ve yarınları inşa edebilecek, kendini bir cazibe merkezi haline getirebilecek kodlara sahip bir Türk milliyetçiliğini öneriyoruz. Şüphesiz hakikati buldum iddiasında değilim. Bu nedenle teorik arka planının güçlendirilmesi adına kalem oynatmalı, kelam etmeye devam etmeliyiz.