İnternet bugünün matbaasıdır. İletişim olanaklarını geliştirirken hiyerarşinin yapısını bozar. Matbaa gibi, İnternet de gerçek tarihsel rolünü ortaya çıktığı medeniyet toplumunda değil, onu olgunlaştıran asabiyet toplumunda oynuyor. Alman devlet medyasının Türkiye'de iktidara karşı kazandığı propaganda savaşını sosyal medyada Türk gençlerine kaybetmesi yaşanmakta olan büyük dönüşümün kanıtıdır. Küreselleşmeyle birlikte yaygınlaşan dijital enformasyon ağlarının eğitim-öğretim misyonunu devletin tekelinden çıkararak yeryüzünü parçalara bölen milliyetçi projeyi çökerteceğine yönelik liberal görüş iflas etti.
Zihnen ya da bedenen “Edirne'den öteye geçmek”, sanılanın aksine Türk gençlerinin ‘burası’yla olan bağını zayıflatmıyor. Başka kültürleri tanımaları veya yabancı dil bilmeleri de, muhafazakar gerontokrasinin korkularının ve SJW’lerin umudunun tersine, kendi kimliklerine yabancılaşmalarına neden olmuyor. Aksine ‘başka’larıyla karşılaştıkça ‘kendi’lerinin farkına varıyorlar. Sadece meziyetlerini değil, çoğu zaman kendilerinde eksik olan parçayı görüyorlar. Kim olduklarını keşfederken, keşfettikleri her neyse, onu ‘estet’ bir objeye dönüştürüp öldürmekten kaçınıyorlar. Oldukları kişi olmaktan rahatsız olduklarında kimlik krizine girmek yerine değişimi seçiyorlar. Bu gençlerin milliyetçilikten anladığı ne gerçeklerden kopuk bir idealizm, ne de ‘arabesk’ bir gerçekçiliktir. İyiye ve güzele olan tutkuları, yeni olana ilgilerinden kaynaklanmaktadır. Dünyayı gördükten sonra ülkelerine dönüp baktıklarında hayal kırıklığına uğrayabilirler. Ama yılgınlık köpükleri sönünce geriye yırtıcı dalgalar kalır. Geçmişin bendlerini döven ve halkı mor ufuklara davet eden dalgalar…
Günün gençliği, 68’liler gibi romantik ya da Özalist kuşaklar gibi kariyerist değildir. İnsanın hayatından daha değerli bir şeyi yoksa hayatının da değerli olmadığını bilirler. İnsanı yaşamanın cazibesinden uzaklaştıran her değerin aslında hiçbir değere inanmayan sahtekarlar tarafından uydurulduğunun da farkındadırlar. Gelişmekte olan milliyetçi tavrın ereği kesinlikle platonik saplantıların, bohem hoşlukların ötesine geçmeyi amaçlar. Medeni ülkelere atılan her bakışa derin meraklar ve kurnaz bir şüphe gizlenmiştir. Dijital dünyanın Jön Türkleri seleflerinin aksine sadece kendi toplumlarına değil, Batı’ya da eleştirel gözle bakmayı öğrenmişlerdir. Onları, Osmanlı nostaljisinden veya Woke progresivizminden ayıran işte bu orijinallikleridir. Kent kültürü, bilgiye erişimde İnternetin sağladığı büyük olanaklar, dönüşen sosyal yapı ve başka birçok faktörün etkisiyle zihnen olgunlaşmış, fakat aynı zamanda içine fırlatıldıkları çetin hayat mücadelesinde ruhen güçlenmiş bu orijinal kuşağın bir tek derdi vardır: İnsanca yaşamak!
Kendi siyasetçilerimizin gençlerimizi anlamadıklarını söyleyip dururuz. Halbuki, başta Almanya olmak üzere, gelişmiş ülkelerin saygıdeğer karar alıcıları da aynı hastalıktan muzdariptir. Siyasetçilerimizin gençleri anlamadıkları doğrudur. Batılı elitler ise, son olaylar açıkça göstermiştir ki Türk gençlerini yanlış anlamaktadır. Gençlerin Batıya olan ilgisi ontolojik değil, politiktir. Onlara göre 'Batıcılık', eğer ona bu ismi vereceksek, sadece bir taktikten ibarettir. Hürriyet ve saadet arzusu, bu mülke sahip olanlara duyulan derin hayranlığın hızlıca kıskançlığa dönüştüğü bir 'telos'ta olgunlaşır. Hatta denilebilir ki, Türk gençleri, Batıya ram olmak şöyle dursun, onu fethetmeyi arzulamaktadırlar. Başkasına ait olanı kendilerine ait kılmaktır niyetleri. Geçmişte atalarının pek çok kez yaptığı gibi... Batıdaki gençlerin şımarık aktivizminin aksine, Türk gençleri gerçek tutkulara sahiptir. En başta kendini gerçekleştirme tutkusu gelir. Çünkü onlara atadan babadan hiçbir şey miras kalmamıştır. Aktivizm kurtuluşa yetmeyecektir. Akif'in dediği gibi, âlemde ziya (ışık) kalmamıştır. Öyleyse Türk genci muhtaç olduğu aydınlığı kendisi yaratacaktır. Batılı toplumların çoktan unuttuğu, ara sıra aklına geldiğinde ise lanetle andığı Jakoben özgüven, başka bir coğrafyada yeniden yeşermektedir. Batılı elitlerin görmek istemediği gerçek budur: 19. yüzyılın Paris'i, 20. yüzyılın Berlin'i; 21. yüzyılın İstanbul'udur.
Okuyan bir Türk soruyor: Bize hep vaz ettiğiniz o evrensel değerler, yoksa o kadar evrensel değiller mi? Kategorik imperatif, âli çıkarlarınızın başladığı yerde bitti mi? Vatandaşlarınıza layık gördüğünüz yaşamı neden halkımıza çok görüyorsunuz? Size gelince “fahişelik” olan bize gelince neden “sex işçiliği” oluyor. Türk kızlarının onuru sizinkiler kadar kıymetli değil mi? Size dokunan terör, bakmaya kıyamadığımız çocuklarımızı bizden aldığında neden “siyasi bir mesele”ye dönüşüyor? Size düşmanlarınızı öldürmek hak da, niçin bize zul? Köle seçer gibi sınırlarınıza gelen göçmenleri ayıklarken ırkçı olmuyorsunuz. Ama en ufak itiraz da biz faşist oluyoruz. Yoksa Atina’nın erdemleri, Akdeniz’de yüzen cesetler mi? Avrupa’nın kapılarında kurşuna dizilen, soğuktan ölen çocukları yok mu sayacağız? Yasalarınızın terörist saydığı örgütlere vatandaşlarımızı öldürmeleri için cephane verdiniz. Hukuk devletinden bahsediyorsunuz. Size nasıl inanabiliriz? İnsan haklarından bahsediyorsunuz. Ancak bizim can ve mal güvenliğimiz söz konusu olduğunda aklınıza gelen şeyler bunlar. Anlamakta zorlanıyoruz. Yoksa biz İnsan değil miyiz? Etimizi kesseniz bizim de kanımız akmaz mı? Gıdıklarsanız gülmez miyiz? Bizi zehirlerseniz ölmez miyiz? Söyleyin efendiler! Bize haksızlık ederseniz, bunun hesabını sormaz mıyız?
Enes Gündoğdu
Zihnen ya da bedenen “Edirne'den öteye geçmek”, sanılanın aksine Türk gençlerinin ‘burası’yla olan bağını zayıflatmıyor. Başka kültürleri tanımaları veya yabancı dil bilmeleri de, muhafazakar gerontokrasinin korkularının ve SJW’lerin umudunun tersine, kendi kimliklerine yabancılaşmalarına neden olmuyor. Aksine ‘başka’larıyla karşılaştıkça ‘kendi’lerinin farkına varıyorlar. Sadece meziyetlerini değil, çoğu zaman kendilerinde eksik olan parçayı görüyorlar. Kim olduklarını keşfederken, keşfettikleri her neyse, onu ‘estet’ bir objeye dönüştürüp öldürmekten kaçınıyorlar. Oldukları kişi olmaktan rahatsız olduklarında kimlik krizine girmek yerine değişimi seçiyorlar. Bu gençlerin milliyetçilikten anladığı ne gerçeklerden kopuk bir idealizm, ne de ‘arabesk’ bir gerçekçiliktir. İyiye ve güzele olan tutkuları, yeni olana ilgilerinden kaynaklanmaktadır. Dünyayı gördükten sonra ülkelerine dönüp baktıklarında hayal kırıklığına uğrayabilirler. Ama yılgınlık köpükleri sönünce geriye yırtıcı dalgalar kalır. Geçmişin bendlerini döven ve halkı mor ufuklara davet eden dalgalar…
Günün gençliği, 68’liler gibi romantik ya da Özalist kuşaklar gibi kariyerist değildir. İnsanın hayatından daha değerli bir şeyi yoksa hayatının da değerli olmadığını bilirler. İnsanı yaşamanın cazibesinden uzaklaştıran her değerin aslında hiçbir değere inanmayan sahtekarlar tarafından uydurulduğunun da farkındadırlar. Gelişmekte olan milliyetçi tavrın ereği kesinlikle platonik saplantıların, bohem hoşlukların ötesine geçmeyi amaçlar. Medeni ülkelere atılan her bakışa derin meraklar ve kurnaz bir şüphe gizlenmiştir. Dijital dünyanın Jön Türkleri seleflerinin aksine sadece kendi toplumlarına değil, Batı’ya da eleştirel gözle bakmayı öğrenmişlerdir. Onları, Osmanlı nostaljisinden veya Woke progresivizminden ayıran işte bu orijinallikleridir. Kent kültürü, bilgiye erişimde İnternetin sağladığı büyük olanaklar, dönüşen sosyal yapı ve başka birçok faktörün etkisiyle zihnen olgunlaşmış, fakat aynı zamanda içine fırlatıldıkları çetin hayat mücadelesinde ruhen güçlenmiş bu orijinal kuşağın bir tek derdi vardır: İnsanca yaşamak!
Kendi siyasetçilerimizin gençlerimizi anlamadıklarını söyleyip dururuz. Halbuki, başta Almanya olmak üzere, gelişmiş ülkelerin saygıdeğer karar alıcıları da aynı hastalıktan muzdariptir. Siyasetçilerimizin gençleri anlamadıkları doğrudur. Batılı elitler ise, son olaylar açıkça göstermiştir ki Türk gençlerini yanlış anlamaktadır. Gençlerin Batıya olan ilgisi ontolojik değil, politiktir. Onlara göre 'Batıcılık', eğer ona bu ismi vereceksek, sadece bir taktikten ibarettir. Hürriyet ve saadet arzusu, bu mülke sahip olanlara duyulan derin hayranlığın hızlıca kıskançlığa dönüştüğü bir 'telos'ta olgunlaşır. Hatta denilebilir ki, Türk gençleri, Batıya ram olmak şöyle dursun, onu fethetmeyi arzulamaktadırlar. Başkasına ait olanı kendilerine ait kılmaktır niyetleri. Geçmişte atalarının pek çok kez yaptığı gibi... Batıdaki gençlerin şımarık aktivizminin aksine, Türk gençleri gerçek tutkulara sahiptir. En başta kendini gerçekleştirme tutkusu gelir. Çünkü onlara atadan babadan hiçbir şey miras kalmamıştır. Aktivizm kurtuluşa yetmeyecektir. Akif'in dediği gibi, âlemde ziya (ışık) kalmamıştır. Öyleyse Türk genci muhtaç olduğu aydınlığı kendisi yaratacaktır. Batılı toplumların çoktan unuttuğu, ara sıra aklına geldiğinde ise lanetle andığı Jakoben özgüven, başka bir coğrafyada yeniden yeşermektedir. Batılı elitlerin görmek istemediği gerçek budur: 19. yüzyılın Paris'i, 20. yüzyılın Berlin'i; 21. yüzyılın İstanbul'udur.
Okuyan bir Türk soruyor: Bize hep vaz ettiğiniz o evrensel değerler, yoksa o kadar evrensel değiller mi? Kategorik imperatif, âli çıkarlarınızın başladığı yerde bitti mi? Vatandaşlarınıza layık gördüğünüz yaşamı neden halkımıza çok görüyorsunuz? Size gelince “fahişelik” olan bize gelince neden “sex işçiliği” oluyor. Türk kızlarının onuru sizinkiler kadar kıymetli değil mi? Size dokunan terör, bakmaya kıyamadığımız çocuklarımızı bizden aldığında neden “siyasi bir mesele”ye dönüşüyor? Size düşmanlarınızı öldürmek hak da, niçin bize zul? Köle seçer gibi sınırlarınıza gelen göçmenleri ayıklarken ırkçı olmuyorsunuz. Ama en ufak itiraz da biz faşist oluyoruz. Yoksa Atina’nın erdemleri, Akdeniz’de yüzen cesetler mi? Avrupa’nın kapılarında kurşuna dizilen, soğuktan ölen çocukları yok mu sayacağız? Yasalarınızın terörist saydığı örgütlere vatandaşlarımızı öldürmeleri için cephane verdiniz. Hukuk devletinden bahsediyorsunuz. Size nasıl inanabiliriz? İnsan haklarından bahsediyorsunuz. Ancak bizim can ve mal güvenliğimiz söz konusu olduğunda aklınıza gelen şeyler bunlar. Anlamakta zorlanıyoruz. Yoksa biz İnsan değil miyiz? Etimizi kesseniz bizim de kanımız akmaz mı? Gıdıklarsanız gülmez miyiz? Bizi zehirlerseniz ölmez miyiz? Söyleyin efendiler! Bize haksızlık ederseniz, bunun hesabını sormaz mıyız?
Enes Gündoğdu
Tebrik ederim kardeşim cok güzel bir yazı.