Pamir Şen
Erken cumhuriyet tarihinin en önemli ve sarsıcı olaylarından biri 1926 İzmir Suikasti’dir. u Atatürk’ün canına ilk ve son kast ediliş değildir ama en bilinenidir ve kendi zamanında yarattığı yankı ve sonuçları bakımından da en ciddi ve önemli olandır. Failleri Cumhuriyet öncesi İttihat ve Terakki iktidarı döneminde veya Kurtuluş Savaşı sırasında faaliyet gösteren birinci Büyük Millet Meclisinde önemli görevlerde bulunmuş kişilerdir ve hatta -sonunda aklanacak dahi olsalar- önemli istiklal kumandanlarından bir kısmı dahi zan altında kalmıştır.
Suikastin eşiğinden dönülen 16 Haziran 1926 tarihinde ülkede nasıl bir ortamın bulunduğuna dikkat etmek gerekir. Öncelikle bugün “Atatürk inkılapları” olarak andığımız yeniliklerin pek azı henüz yürürlüktedir. Ortada ne soyadı, ne latin harfleri ne de metrik sistem vardır ama ufukta görülen asrileşme hamlelerinin bunları veya benzer yenilikleri getireceği, Türkiye’nin artık eski Türkiye olarak kalmayacağı aşikardır. Bu yeniliklerin ‘dini elden götüreceği’ korkusu daha bir sene evvel güneydoğuda bir isyana netice vermiştir. İsyanda kürt milliyetçiliği etkili olmuşsa da, hiç değilse isyanın reisliğine sonradan da olsa soyunan ve bugün ona adını vermiş bulunan Şeyh Sait’in derdi şeriattır. Sonuçta bu isyan bastırılmıştır ama bu arada meclisten yürütmeye olağanüstü yetkiler veren Takrir-i Sükun yasası geçirilmiştir ve suikast vukua geldiğinde halen yürürlüktedir. İsyandan sonra yeniden kurulan istiklal mahkemeleri de henüz feshedilmiş değildir.
Şeyh Sait İsyanı’ndan bir yıl sonra, bu kez bizzat devlet reisinin vücuduna karşı girişilen bu hamle, şeriatçı veya etnikçi bir gruptan değil, İttihat ve Terakki’nin, yani eski muktedirlerin cephesinden gelmiştir. Elbette bu cephede yer alan her ferdin Cumhuriyetle beraber gelen radikal değişimlerin destekçisi olduğu söylenemez ama tümüyle cumhuriyet veya reform düşmanı mürteciler olduklarını da düşünmemek gerekir.
Dikkat çekmemiz gereken bir unsur bu zamanda Türkiye Cumhuriyetinin henüz çok genç olduğudur. 1926 yılında yeni rejim henüz üç yıllık bile değildir ve Türk halkı, özellikle de eski başkent İstanbul’un eşrafı, yeni rejime ve daha şehirlerine reisicumhur sıfatıyla teşrif buyurmamış olan liderine henüz tam alışamamıştır. İşte tam da böyle bir ortamda yapılacak olan suikast, başarılı olması halinde, muhtemelen Atatürk’ü on iki yıl sonra bulacak olan ölümün ardından İsmet İnönü’nün çabucak cumhurbaşkanlığına seçileceği oturmuş düzenden farklı bir ortama netice verecekti ve eski düzenin elitlerinin henüz yenileri tam yerleşememişken yerlerini geri almalarına, belki başka bir isim altında da olsa ikinci bir İttihat ve Terakki iktidarına çıkabilirdi.
Suikastin eşiğinden dönülen 16 Haziran 1926 tarihinde ülkede nasıl bir ortamın bulunduğuna dikkat etmek gerekir. Öncelikle bugün “Atatürk inkılapları” olarak andığımız yeniliklerin pek azı henüz yürürlüktedir. Ortada ne soyadı, ne latin harfleri ne de metrik sistem vardır ama ufukta görülen asrileşme hamlelerinin bunları veya benzer yenilikleri getireceği, Türkiye’nin artık eski Türkiye olarak kalmayacağı aşikardır. Bu yeniliklerin ‘dini elden götüreceği’ korkusu daha bir sene evvel güneydoğuda bir isyana netice vermiştir. İsyanda kürt milliyetçiliği etkili olmuşsa da, hiç değilse isyanın reisliğine sonradan da olsa soyunan ve bugün ona adını vermiş bulunan Şeyh Sait’in derdi şeriattır. Sonuçta bu isyan bastırılmıştır ama bu arada meclisten yürütmeye olağanüstü yetkiler veren Takrir-i Sükun yasası geçirilmiştir ve suikast vukua geldiğinde halen yürürlüktedir. İsyandan sonra yeniden kurulan istiklal mahkemeleri de henüz feshedilmiş değildir.
Şeyh Sait İsyanı’ndan bir yıl sonra, bu kez bizzat devlet reisinin vücuduna karşı girişilen bu hamle, şeriatçı veya etnikçi bir gruptan değil, İttihat ve Terakki’nin, yani eski muktedirlerin cephesinden gelmiştir. Elbette bu cephede yer alan her ferdin Cumhuriyetle beraber gelen radikal değişimlerin destekçisi olduğu söylenemez ama tümüyle cumhuriyet veya reform düşmanı mürteciler olduklarını da düşünmemek gerekir.
Dikkat çekmemiz gereken bir unsur bu zamanda Türkiye Cumhuriyetinin henüz çok genç olduğudur. 1926 yılında yeni rejim henüz üç yıllık bile değildir ve Türk halkı, özellikle de eski başkent İstanbul’un eşrafı, yeni rejime ve daha şehirlerine reisicumhur sıfatıyla teşrif buyurmamış olan liderine henüz tam alışamamıştır. İşte tam da böyle bir ortamda yapılacak olan suikast, başarılı olması halinde, muhtemelen Atatürk’ü on iki yıl sonra bulacak olan ölümün ardından İsmet İnönü’nün çabucak cumhurbaşkanlığına seçileceği oturmuş düzenden farklı bir ortama netice verecekti ve eski düzenin elitlerinin henüz yenileri tam yerleşememişken yerlerini geri almalarına, belki başka bir isim altında da olsa ikinci bir İttihat ve Terakki iktidarına çıkabilirdi.
Plan
Suikastin elebaşı olarak kabul edebileceğimiz Ziya Hurşit, birinci mecliste Lazistan mebusudur. 1923’te kurulan ikinci meclise dahil edilmeyerek siyaset dışına itilmiştir. Ankara’da Şevket Süreyya Aydemir’in tabiriyle “tehlikeli temaslara” girmeye başlaması da bundan sonradır. Kendisi için bir diğer motivasyon da birinci meclisteki muhalefet grubunun reislerinden Ali Şükrü Bey’in, Mustafa Kemal Paşa’nın muhafız komutanı Topal Osman tarafından katledilmesidir. Hurşit, bu işin ardında Paşanın olduğunu düşünüyor olsa gerektir.
Hurşit’in kendisine işi yapmak için ortak olarak seçtiği üç adamdan Laz İsmail, vaktiyle işgal İstanbul’unda kuyumcu soygununa karışmış bir kahveciydi. Çopur Hilmi veya İsmail, daha sonra bahsedeceğimiz Sarı Efe’nin çiftliğinin kahyası, Gürcü Yusuf da onun arkadaşıydı. Aydemir onlardan “üç sabıkalı serseri” diye bahseder. Sarı Efe adı üzerinde Kuvvayı Milliye zamanlarında Anadolu’da işgale direnen efelerden biriydi. İttihat ve Terakki cemiyetine mensuptu.
Ziya Hurşit öteden beri bir suikast planlıyordu ama tüm ortaklarının kimler olduğu bugün bile kesin olarak ortaya çıkmış değil. Kendi ifadesine göre Şükrü Bey’le eski Ankara valisi Abdülkadir Bey tarafından tanıştırılmıştı ve Ankara’da bir suikast planlamışlardı. Laz İsmail’le de yine bu zamanda tanışmıştı. Ankara’daki suikast, Abdülkadir’in planına göre bakanlar kurulunun bombalanması gibi toplu bir katliam içeriyordu. Hurşit buna yanaşmadı ve daha sonra malum teşebbüsün taslağını oluşturacak fikir Şükrü Bey’den geldi: “mezarlığın alt tarafı”.
Şükrü Bey Hurşit ve İsmail’e dört yüz lira vererek İstanbul’a yolladı. Bu para Laz İsmail ve Gürcü Yusuf’a verildi. Hurşit İstanbul’a gidince Abdülkadir ile görüştü. Bu arada Gazi Ankara’dan ayrılmış, yurt gezisine çıkmıştı. Önce Bursa düşünüldü, ama sonunda İzmir’de karar kılındı. Katiller olay mahalline önden giderek ‘kurbanlarını’ karşılamayı kararlaştırdılar. Abdülkadir onları silahlar ve bombalarla beraber İstanbul’dan yolcu etti ve Hurşit suikastçileri İzmir’e Gülcemal Vapuru ile getirdi. Orada Sarı Efe’yi buldular. Aralarında şifre olarak “tütün meselesi” tabirini seçmişlerdi. Bir de mektup verilmişti. Hurşit iner inmez Sarı Efe’yi buldu ve ertesi akşam plan için toplandılar.
Cinayet, son plana göre Cumhurbaşkanı otomobiliyle Kemeraltı caddesinin çarşıya açılan kısmından geçerken işlenecekti ama akabinde bir de kaçmak gerekiyordu tabii. Giritli Şevki adında bir motorcuyla anlaşıldı. Adam onları iş bitiminde önce otomobille sahile götürecek, oradan da motorla Sakız Adasına kaçıracaktı.
Hurşit’in kendisine işi yapmak için ortak olarak seçtiği üç adamdan Laz İsmail, vaktiyle işgal İstanbul’unda kuyumcu soygununa karışmış bir kahveciydi. Çopur Hilmi veya İsmail, daha sonra bahsedeceğimiz Sarı Efe’nin çiftliğinin kahyası, Gürcü Yusuf da onun arkadaşıydı. Aydemir onlardan “üç sabıkalı serseri” diye bahseder. Sarı Efe adı üzerinde Kuvvayı Milliye zamanlarında Anadolu’da işgale direnen efelerden biriydi. İttihat ve Terakki cemiyetine mensuptu.
Ziya Hurşit öteden beri bir suikast planlıyordu ama tüm ortaklarının kimler olduğu bugün bile kesin olarak ortaya çıkmış değil. Kendi ifadesine göre Şükrü Bey’le eski Ankara valisi Abdülkadir Bey tarafından tanıştırılmıştı ve Ankara’da bir suikast planlamışlardı. Laz İsmail’le de yine bu zamanda tanışmıştı. Ankara’daki suikast, Abdülkadir’in planına göre bakanlar kurulunun bombalanması gibi toplu bir katliam içeriyordu. Hurşit buna yanaşmadı ve daha sonra malum teşebbüsün taslağını oluşturacak fikir Şükrü Bey’den geldi: “mezarlığın alt tarafı”.
Şükrü Bey Hurşit ve İsmail’e dört yüz lira vererek İstanbul’a yolladı. Bu para Laz İsmail ve Gürcü Yusuf’a verildi. Hurşit İstanbul’a gidince Abdülkadir ile görüştü. Bu arada Gazi Ankara’dan ayrılmış, yurt gezisine çıkmıştı. Önce Bursa düşünüldü, ama sonunda İzmir’de karar kılındı. Katiller olay mahalline önden giderek ‘kurbanlarını’ karşılamayı kararlaştırdılar. Abdülkadir onları silahlar ve bombalarla beraber İstanbul’dan yolcu etti ve Hurşit suikastçileri İzmir’e Gülcemal Vapuru ile getirdi. Orada Sarı Efe’yi buldular. Aralarında şifre olarak “tütün meselesi” tabirini seçmişlerdi. Bir de mektup verilmişti. Hurşit iner inmez Sarı Efe’yi buldu ve ertesi akşam plan için toplandılar.
Cinayet, son plana göre Cumhurbaşkanı otomobiliyle Kemeraltı caddesinin çarşıya açılan kısmından geçerken işlenecekti ama akabinde bir de kaçmak gerekiyordu tabii. Giritli Şevki adında bir motorcuyla anlaşıldı. Adam onları iş bitiminde önce otomobille sahile götürecek, oradan da motorla Sakız Adasına kaçıracaktı.
Nasıl Suya Düştü?
Planın tertibinden sonra Sarı Efe vapurla İstanbul’a dönmüştü. Onun bu hamlesi Giritli Şevki’yi şüpheye düşürdü. Efe’nin içeri sızmış bir casus olabileceği veya İstanbul’a gittiğinde onları ihbar edeceği endişesi Şevki’yi birebir Gazi Paşa’ya yazılmış bir mektupla İzmir valisine suç ortaklarını ihbar etmeye götüren motivasyon oldu. O ihbarı yapar yapmaz, vali adı geçenlerden İzmir’de olanları sabaha karşı tevkif ettirdi. İfadelerde Sarı Efe ve Şükrü Bey’in de isimleri geçiyordu. İstanbul haberdar edildi ve onlar da hemen tutuklandılar. Bu iki adamdan Şükrü Bey, dahlini sonuna kadar inkar edecek, Sarı Efe ise niyetinin suikastçilerin planını öğrenip hükumete haber vererek suikasti önlemek olduğunu söylemeye devam edecekti. Ziya Hurşit jandarmalar odasını basar basmaz teslim bayrağını çekti ve silah ve bombaların yerini bizzat gösterdi. O gün İzmir’e geçerek Naimpalas Oteline yerleşen Mustafa Kemal Paşa, Ziya Hurşit’i bizzat otelinde sorguladı. Aralarında aşağıdaki konuşma geçti.
Gazi: Ziya Hurşit Bey, uzun zaman beraber çalışmış değil miydik? Bir gaye uğruna çalışmadık mı? Nedir bu suikast? Hem de şebekenin elebaşısı, ruhu imişsiniz, öyle mi?
Z. Hurşit: Öyle, doğrudur, suikast yapmaya geldim. Ama başaramadık.
Gazi: Sizden bunu beklemezdim.
Z. Hurşit: Dünya beklenmedik şeylerle doludur paşam. Ne yapayım ki, karşınızda bu vaziyette suçlu olarak bulunuyorum, ne diyebilirim?
Ziya Hurşit ertesi gün Cumhurreisiyle bir kez daha görüşmek istedi. Bu sefer ona aşağıda sadeleştirilerek özet geçilen konuşmayı yaptı.
Dün, eski arkadaşlığımızdan söz etmeniz beni çok üzdüğü için anlatacağım. Ben, yenilik ve Cumhuriyet aleyhinde değilim. Yalnız yurtseverliğin belli kişilerin tekeline alınmasına karşıyım. Ben yabana atılacak bir genç değilim. Evet; suikastı, biz, yani, İzmit milletvekili Şükrü ve Abdülkadir birlikte düzenledik. Şükrü Bey'in evinde toplandık. Laz İsmail ve Yusuf masumdurlar. İstiyerek yapmıyorlardı. Onlar (biz siyasi cinayet işlemeyiz. Paralı iş varsa yapalım) diyorlardı. Geçen kış gerçekten Ankara'ya gittim. Kardeşim karşı koydu ve bizi İstanbul'a geri gönderdi. Kazım Karabekir, Refet ve Rauf ile aram iyi değildir. Hafız Mehmet, Çolak Sefahattin, Canik Emin ve sairenin iştirakleri yoktur, korkarlar.
Ne var ki Sarı Efe suikastin “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası umumi heyeti tarafından kararlaştırıldığı”nı çoktan söylemişti. Bu isimler Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ve Başbakan İsmet Paşaların silah arkadaşıydı ve cumhuriyetin kurulmasından sonra ikinci bir parti olan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi altında teşkilatlanmışlardı. Parti bir yıl sonra yani 1925’te Şeyh Sait İsyanını takiben Takrir-i Sükun kanunu döneminde kapatılmıştı ama mebusları hala meclisteydiler.
İsmet Paşa “Terakkiperver paşalar”ın suikastte dahli olduğuna inanmıyor, onların tutuklanmasının hem soruşturmayı amacından saptırdığını, hem de halk nezdinde yönetimin ve İstiklal Mahkemelerinin itibarını zedeleyebileceğini düşünüyordu. Gazi ise eski dostlarından şüpheleniyordu. En azından mesele aydınlatılana kadar hepsinin tutuklanıp gözaltında tutulması gerektiğini, esas tedbirsizliğin onları tutuklamamak olacağını düşünüyordu.
Sonuçta suikaste doğrudan karışanlar ve azmettirenler dışında iki grup daha istiklal mahkemesine çıkacaktı. Bunlar, İttihat ve Terakki cemiyetinin eski mensupları ve Terakkiperver Fırka’nın reisleri ve bir kısım üyeleriydi. Kararı mahkeme verecekti.
İstiklal Mahkemeleri
İstiklal mahkemeleri esasen Kurtuluş Savaşı yıllarında asker kaçaklarını, yağmacıları ve sabatörleri hızlı ve etkili bir şekilde caydırıcı cezalara çarptırabilmek için kurulmuştu. Mahkemenin üyeleri Büyük Millet Meclisi tarafından yine meclisin içinden seçiliyordu. Avukat veya temyiz hakkı yoktu ve idam dahil tüm cezalar en kısa sürede infaz ediliyordu. Şeyh Sait İsyanı’nı takiben Şark İstiklal Mahkemesinin kurulması icap etmişti. Şimdi de İzmir’de kurulacak, soruşturma bizzat ‘olay mahallinde’ yürütülecekti.
Ziya Hurşit yukarıda özetlediğimiz planı mahkeme reisi Kel Ali Bey’e uzun uzadıya anlatmış, ne kendini ne de diğer zanlıları korumaya yeltenmişti. Terakkiperver Paşaların ise meseleye hiçbir dahli olmadığını ifade etmişti. Laz İsmail’in ifadesine göre ise bizzat Ziya Hurşit’in kendisi ona Kazım Paşa’nın işin içine olduğunu söylemişti. Sarı Efe de Reisicumhurun katlinin ardından yerine Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’nın çıkarılmasının planlandığını, o kabul etmezse Meclis Başkanı Kazım (Özalp) Paşa’nın ikna edileceğini söylemişti.
Olaya adı karışıp mahkemeye getirilen diğer sanık epey trajik bir sona uğradılar. Bunlar, İsmail Canbulat ve Halis Turgut Beylerdi. Kendilerine verilen onar yıllık hapis cezasına itiraz ettiklerinde hakim itirazı kabul etmiş, yeniden yargılama sonucunda idamlarına hükmetmişti. Onlar gibi, içlerinde Ziya Hurşit, Sarı Efe, Şükrü Bey ve diğer doğrudan müdahillerin bulunduğu toplam on üç sanığın kalemi kırıldı. İdama mahkum edilenler ertesi gün şehrin çeşitli ve manidar yerlerinde asıldılar. Ziya Hurşit için, suikastin yapılacağı yere yakın olan, Kemeraltı Camii’nin köşesi uygun görülmüştü.
Eski başbakan Rauf Bey, ihbarcı Giritli Şevki’nin ifadesine göre suikastten haberdardı ve işin kendisi yokken yapılmasını istemişti. Suikast olduğunda yurt dışındaydı ve gıyabında on yıl hapis cezası verilecek, 1935 yılında yurda döndüğünde hem Atatürk hem de İnönü kendisinin siyasete dönmesi için çaba sarf edecek, uğradığı haksızlığı telafiye uğraşacaklardı. Mustafa Kemal’in harp okulundan arkadaşı Ali Fuat Paşa ve İsmet Paşa’nın en yakın arkadaşı Kazım Karabekir Paşa, bir diğer İstiklal savaşı kahramanı Refet Paşa (Bele) davadan beraat ettiler. Paşaların beraati hem halk hem de bir kısım asker tarafından büyük sevinçle karşılandı ve “Yaşasın adalet!” nidaları atıldı.
Ziya Hurşit yukarıda özetlediğimiz planı mahkeme reisi Kel Ali Bey’e uzun uzadıya anlatmış, ne kendini ne de diğer zanlıları korumaya yeltenmişti. Terakkiperver Paşaların ise meseleye hiçbir dahli olmadığını ifade etmişti. Laz İsmail’in ifadesine göre ise bizzat Ziya Hurşit’in kendisi ona Kazım Paşa’nın işin içine olduğunu söylemişti. Sarı Efe de Reisicumhurun katlinin ardından yerine Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’nın çıkarılmasının planlandığını, o kabul etmezse Meclis Başkanı Kazım (Özalp) Paşa’nın ikna edileceğini söylemişti.
Olaya adı karışıp mahkemeye getirilen diğer sanık epey trajik bir sona uğradılar. Bunlar, İsmail Canbulat ve Halis Turgut Beylerdi. Kendilerine verilen onar yıllık hapis cezasına itiraz ettiklerinde hakim itirazı kabul etmiş, yeniden yargılama sonucunda idamlarına hükmetmişti. Onlar gibi, içlerinde Ziya Hurşit, Sarı Efe, Şükrü Bey ve diğer doğrudan müdahillerin bulunduğu toplam on üç sanığın kalemi kırıldı. İdama mahkum edilenler ertesi gün şehrin çeşitli ve manidar yerlerinde asıldılar. Ziya Hurşit için, suikastin yapılacağı yere yakın olan, Kemeraltı Camii’nin köşesi uygun görülmüştü.
Eski başbakan Rauf Bey, ihbarcı Giritli Şevki’nin ifadesine göre suikastten haberdardı ve işin kendisi yokken yapılmasını istemişti. Suikast olduğunda yurt dışındaydı ve gıyabında on yıl hapis cezası verilecek, 1935 yılında yurda döndüğünde hem Atatürk hem de İnönü kendisinin siyasete dönmesi için çaba sarf edecek, uğradığı haksızlığı telafiye uğraşacaklardı. Mustafa Kemal’in harp okulundan arkadaşı Ali Fuat Paşa ve İsmet Paşa’nın en yakın arkadaşı Kazım Karabekir Paşa, bir diğer İstiklal savaşı kahramanı Refet Paşa (Bele) davadan beraat ettiler. Paşaların beraati hem halk hem de bir kısım asker tarafından büyük sevinçle karşılandı ve “Yaşasın adalet!” nidaları atıldı.
İkinci Safha
Dava henüz bitmemişti. Suikastten birkaç gün sonra 19 Haziran’da eski maliye nazırı Cavit Bey dahli olduğu iddiasıyla tutuklandı ve aynı gün salıverildi. Ama iki gün sonra yeniden tutuklandı ve bu sefer Ankara’da mevcut İstiklal Mahkemesinde kendisi gibi İttihat ve Terakki’ye mensup Doktor Nazım Bey ve Küçük Talat Bey ile beraber yargılandı. Bu safhada suikast sadece ara sıra gündeme geliyordu. Hatta bir yerde mahkeme reisi Ali Bey
Bu memleketi durup dururken siz harbe soktunuz. Netice malum! Şimdi umumi harbe girebilmek için hangi devletlerle, ne gibi esaslar dahilinde anlaştığınızı söyleyiniz bakalım.
diyerek kendisini İttihat ve Terakki’nin iktidarda olduğu zamanlardan kalan meseleler için itham ediyor, mahkeme adeta eski muktedirler olan İttihatçılar ile onların uçuruma sürüklediği devleti kurtaran Kuvvayı Milliyeciler arasındaki bir hesaplaşmaya sahne oluyordu. Bu hesaplaşmanın sonucunda Cavit Bey, Doktor Nazım ve diğer iki mahkum daha suikastle doğrudan alakalı bulunarak ölüm cezasına çarptırıldı ve cezaları infaz edildi. Küçük Talat Bey başta diğer pek çok İttihatçı ise temize çıktı.
27 Temmuz’da, davanın diğer sanığı olan ve bir türlü bulunamayan Kara Kemal Bey (İttihatçıların tabiriyle Küçük Efendi), Cumhurbaşkanlığına İstanbul valisi tarafından çekilen telgrafa göre kafasına bir kurşun sıkarak intihar etmişti. Son hedef olan, suikastin planlayıcılarından eski Ankara valisi Abdülkadir önce eski arkadaşı Nail Bey’in evinde saklanmaya çalışmış, arkadaşı kabul etmeyince Enver Paşa’nın kahyası Derviş Efendi’ye sığınmıştı. Yurtdışına kaçmaya çalışırken yakalandı ve suikaste doğrudan karışan herkesin akıbetine 1 Eylül gecesi o da uğradı. Dosya artık kapanmıştı.
27 Temmuz’da, davanın diğer sanığı olan ve bir türlü bulunamayan Kara Kemal Bey (İttihatçıların tabiriyle Küçük Efendi), Cumhurbaşkanlığına İstanbul valisi tarafından çekilen telgrafa göre kafasına bir kurşun sıkarak intihar etmişti. Son hedef olan, suikastin planlayıcılarından eski Ankara valisi Abdülkadir önce eski arkadaşı Nail Bey’in evinde saklanmaya çalışmış, arkadaşı kabul etmeyince Enver Paşa’nın kahyası Derviş Efendi’ye sığınmıştı. Yurtdışına kaçmaya çalışırken yakalandı ve suikaste doğrudan karışan herkesin akıbetine 1 Eylül gecesi o da uğradı. Dosya artık kapanmıştı.
Sonuç ve sonrası
Bu olaydan sonra Türkiye’de en azından fiilen tek parti sistemi bir süre için kesinleşmiş oldu ve iktidara muhalefet etmek eskisinden daha zor bir hal aldı. Bir başka deyişle birer yıl arayla yaşanan iki büyük depremden sonra rejim, rayına oturmuştu ve bir süre sallanmadan gidecekti. O arada ülkeyi muasır medeniyet seviyesine ulaştırma yolundaki adımlar tek parti otoritesi altında hızlı bir şekilde atılacak, Türkiye her gün yeni kavramlarla tanışacaktı. Bu trenin lokomotifi elbette devletle bütünleşmiş Halk Partisi, makinisti de onun lideri Mustafa Kemal Paşa olacaktı.
Beraat eden Terakkiperver Parti mensuplarından Ali Fuat Paşa bir süre sonra Mustafa Kemal ile barıştı ve 1931’de meclise geri döndü. 1935’te geri dönen Rauf Orbay ise önce Atatürk, sonra bilhassa İnönü’nün ısrar ve teşvikiyle milletvekili oldu ve hatta maaşıyla ilgili Yargıtaya yaptığı bir başvuru sonucunda resmen aklandı. Sonrasında Londra büyükelçiliğine tayin edildi. Kazım Paşa ile Atatürk ise 1936 yılında yapılacak dil kurultayına Karabekir’in de davet edilmesiyle barıştırılmak istendi ama Kazım Paşa erken ayrıldığı için yine görüşemediler ve dargınlık baki kaldı. Atatürk ölümünden kısa süre önce onunla görüşmek istediğini söylediyse de isteği iletilmedi.
Gazi Paşa’nın daha birkaç sene önce beraber destansı bir mücadele yürüttüğü arkadaşlarından bu kadar kolay şüphe etmesinin nedenlerini, kendisinin de bir zamanlar mensubu olduğu İttihat ve Terakki cemiyetinin ne kadar geniş bir alanda etkili olduğunu ve her an kaybettiği iktidarı yeniden kazanmak için hamle yapmaya hazır olabileceğini bilmesinde aramalıyız. Tüm bu paşalar da bir zamanlar İttihat ve Terakki’nin mensuplarıydı ve onların kurduğu muhalefet partisi İttihat ve Terakki’nin mirasçısı rolüne soyunabilir, hatta bu rolü oynamaya mecbur kalabilirdi.
İzmir suikasti Terakkiperver Partinin kapatılmasından sonra bir tür misilleme hareketi olarak ortaya çıkmış olabilir. İttihatçıların iktidarı ele geçirmeye yönelik büyük ve riskli bir harekete girişmek için organize hareket etmiş olmaları da mümkündür ama elimizdeki veriler ve aşağıda kaynak olarak vereceğim Uğur Mumcu’nun Gazi Paşa’ya Suikast kitabında okuyabileceğiniz çelişkili ifadeler, bunun pek de geniş bir organizasyona dayanmayan, yine de beyin takımı İttihatçılardan oluşan küçük bir grubun işi olduğunu, geri kalanların bir kısmının ise en fazla bilip de susarak suça ortak olduğunu düşündürüyor.
Yine de Giritli Şevki panik olup da ihbar etmese suikastin başarı şansı epey yüksekti ve Mustafa Kemal Paşa henüz Cumhuriyetin genç de değil, bebek olduğu bir zamanda öldürülseydi, ortaya çıkması muhtemel otorite boşluğu memleketi yeniden kaosa sürükleyebilirdi. Ziya Hurşit, ifadesinde de ipuçlarını görebileceğimiz şekilde belki de kendini bir ‘özgürlük savaşçısı’ olarak görüyordu. Yine de ‘darbeden’ sonra kimin başa getirileceği konusunda suikastçilerin kendi içinde bile görüş birliği yoktu ve Atatürk’ün vizyonu, otoritesi ve kararlılığına sahip olmayan bir liderin veya yönetici elitin elinde ülke 1909’dan sonraki günlerini yeniden yaşayabilirdi. Bu da bugün, ne olursa olsun bir ölçüde muhafaza edebildiğimiz ‘laik cumhuriyetin nimetlerinin’ pek çoğunun olmaması anlamına gelirdi. Elbette bunlar şahsi faraziyelerdir. Neticede Paşanın kendisi suikastin ortaya çıkıp halka ilan olunmasının ardından millete hitaben yayınladığı ilk beyannameyi -ilk kısmını muhtemelen herkesin bildiği- şu sözlerle noktalamıştır.
Beraat eden Terakkiperver Parti mensuplarından Ali Fuat Paşa bir süre sonra Mustafa Kemal ile barıştı ve 1931’de meclise geri döndü. 1935’te geri dönen Rauf Orbay ise önce Atatürk, sonra bilhassa İnönü’nün ısrar ve teşvikiyle milletvekili oldu ve hatta maaşıyla ilgili Yargıtaya yaptığı bir başvuru sonucunda resmen aklandı. Sonrasında Londra büyükelçiliğine tayin edildi. Kazım Paşa ile Atatürk ise 1936 yılında yapılacak dil kurultayına Karabekir’in de davet edilmesiyle barıştırılmak istendi ama Kazım Paşa erken ayrıldığı için yine görüşemediler ve dargınlık baki kaldı. Atatürk ölümünden kısa süre önce onunla görüşmek istediğini söylediyse de isteği iletilmedi.
Gazi Paşa’nın daha birkaç sene önce beraber destansı bir mücadele yürüttüğü arkadaşlarından bu kadar kolay şüphe etmesinin nedenlerini, kendisinin de bir zamanlar mensubu olduğu İttihat ve Terakki cemiyetinin ne kadar geniş bir alanda etkili olduğunu ve her an kaybettiği iktidarı yeniden kazanmak için hamle yapmaya hazır olabileceğini bilmesinde aramalıyız. Tüm bu paşalar da bir zamanlar İttihat ve Terakki’nin mensuplarıydı ve onların kurduğu muhalefet partisi İttihat ve Terakki’nin mirasçısı rolüne soyunabilir, hatta bu rolü oynamaya mecbur kalabilirdi.
İzmir suikasti Terakkiperver Partinin kapatılmasından sonra bir tür misilleme hareketi olarak ortaya çıkmış olabilir. İttihatçıların iktidarı ele geçirmeye yönelik büyük ve riskli bir harekete girişmek için organize hareket etmiş olmaları da mümkündür ama elimizdeki veriler ve aşağıda kaynak olarak vereceğim Uğur Mumcu’nun Gazi Paşa’ya Suikast kitabında okuyabileceğiniz çelişkili ifadeler, bunun pek de geniş bir organizasyona dayanmayan, yine de beyin takımı İttihatçılardan oluşan küçük bir grubun işi olduğunu, geri kalanların bir kısmının ise en fazla bilip de susarak suça ortak olduğunu düşündürüyor.
Yine de Giritli Şevki panik olup da ihbar etmese suikastin başarı şansı epey yüksekti ve Mustafa Kemal Paşa henüz Cumhuriyetin genç de değil, bebek olduğu bir zamanda öldürülseydi, ortaya çıkması muhtemel otorite boşluğu memleketi yeniden kaosa sürükleyebilirdi. Ziya Hurşit, ifadesinde de ipuçlarını görebileceğimiz şekilde belki de kendini bir ‘özgürlük savaşçısı’ olarak görüyordu. Yine de ‘darbeden’ sonra kimin başa getirileceği konusunda suikastçilerin kendi içinde bile görüş birliği yoktu ve Atatürk’ün vizyonu, otoritesi ve kararlılığına sahip olmayan bir liderin veya yönetici elitin elinde ülke 1909’dan sonraki günlerini yeniden yaşayabilirdi. Bu da bugün, ne olursa olsun bir ölçüde muhafaza edebildiğimiz ‘laik cumhuriyetin nimetlerinin’ pek çoğunun olmaması anlamına gelirdi. Elbette bunlar şahsi faraziyelerdir. Neticede Paşanın kendisi suikastin ortaya çıkıp halka ilan olunmasının ardından millete hitaben yayınladığı ilk beyannameyi -ilk kısmını muhtemelen herkesin bildiği- şu sözlerle noktalamıştır.
Benim naçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır ve Türk milleti, emniyet ve ve saadetini zamin (garanti eden) prensiplerle
medeniyet yolunda tereddütsüz yürüyecektir.
Pamir Şen
Kaynaklar ve Tavsiyeler:
1. Aybars, Ergun. İstiklal Mahkemeleri. Bilgi Yayınevi, 1975.
2. Aydemir, Şevket Süreyya. Tek Adam. Remzi Kitabevi, 1999.
3. Ertan, Timuçin Faik. “Atatürk’e Düzenlenen Suikastler.” Atatürk Ansiklopedisi https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ataturke-duzenlenen-suikastler/
4. Mumcu, Uğur. Gazi Paşa’ya Suikast. İstanbul: Uğur Mumcu Vakfı Yayınları, 2006.
5. Mumcu, Uğur. Kürt-İslam Ayaklanması. İstanbul: Uğur Mumcu Vakfı Yayınları, 2020.
6. Tahir, Kemal. Kurt Kanunu. İthaki Yayınları, 2020.
7. Şirin, Funda Selçuk. “İngilizlerin Raporlarında Atatürk’ün İlk İstanbul Ziyareti
(1927).” Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi 35. (2016): 245-261.
2. Aydemir, Şevket Süreyya. Tek Adam. Remzi Kitabevi, 1999.
3. Ertan, Timuçin Faik. “Atatürk’e Düzenlenen Suikastler.” Atatürk Ansiklopedisi https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ataturke-duzenlenen-suikastler/
4. Mumcu, Uğur. Gazi Paşa’ya Suikast. İstanbul: Uğur Mumcu Vakfı Yayınları, 2006.
5. Mumcu, Uğur. Kürt-İslam Ayaklanması. İstanbul: Uğur Mumcu Vakfı Yayınları, 2020.
6. Tahir, Kemal. Kurt Kanunu. İthaki Yayınları, 2020.
7. Şirin, Funda Selçuk. “İngilizlerin Raporlarında Atatürk’ün İlk İstanbul Ziyareti
(1927).” Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi 35. (2016): 245-261.
Muazzam bi yazı olmuş.