Hakkı Başar
Albert Camus, Sisifos Söylencesi kitabında Sisifos efsanesinden şöyle bahseder: Sisifos, kibrinden ve günahkarlığından ötürü tanrılar tarafından cezalandırılmıştır. Bu ceza bir kayayı dağın tepesine yerleştirme cezasıdır. Sisifos her gün kayayı dağın tepesine yuvarlasa da kaya ağırlığından ötürü bir türlü dağın tepesinde sabit durmaz ve aşağıya yuvarlanır. Bu kısır döngü biçiminde devam eder. Fakat Sisifos her gün kayanın aşağı yuvarlanacağını bile bile yukarıya taşır, kaya da gerisin geri aşağıya yuvarlanmaya devam eder.
Bugün aklı başında seküler Türk milliyetçisi de aynı dertten muzdariptir. Her gün tıpkı Sisifos gibi uyanıp Türk milletinin fertlerini yazılarımızla, sözlerimizle ve dahi davranışlarımızla bir adım da olsa ileriye taşımaya çalışıyoruz fakat bu çoğunluğun umrunda bile olmuyor. Tıpkı efsanedeki kaya gibi başladığı yere geri geliyor. Bu da insanda, “ben bu insanlar için mi yoruluyorum” hissi yaratıyor ki bu düşünce bir ülkenin uygarlaşması açısından en büyük tehlikedir.
Bugün Türk milletinin tam anlamıyla uygar ve seküler olamamasında iki büyük etken vardır. Birinci etken feodal kalıntılardır. Feodal kalıntılardan kastım radikal dini örgütlerdir. Bu örgütler, cumhuriyet öncesinde hem kralın meşruiyetini halka kabul ettirmek hem de halkı keyfi dini yorumlarla kendi eksenleri etrafında rahatça sömürebilen yapılardı. Bu sebeple kral tarafından korunuyorlardı. Bu yapılar kişilere hiç olduklarını, ezik ve pısırık durmanın tevazu olduğunu, bir şeyhin ihtiyaçlarını karşılamanın Allah’a ve onun dinine hizmet sayıldığını yüzlerce yıl boyunca Türk milletinin kulaklarına fısıldadılar. Cumhuriyetle beraber bu gruplar yetki alanlarının büyük çoğunluğunu kaybetmiş olsalar dahi yine de etkilidirler. Özellikle en son yaşadığımız 15 Temmuz Hain Darbe Girişiminde bu tip yapılara karşı her zaman teyakkuzda olmamız gerektiğini bize göstermiştir.
Bununla beraber köylerdeki ağalık düzeni de Türk milletine bir adama yıllarca yaltaklanmayı aşılamıştır. Geçmiş bin yıl Türklerin bir adama yaltaklanmasıyla geçmiştir. Yüzlerce sene çocuk anneye, anne babaya, baba ağaya, ağa kadıya, kadı vezire, vezir padişaha yaltaklanarak geçirdi ve bu sistemde sosyoekonomik olarak yükselmenin tek yolu yalakalığın dozunu arttırmaktır. Böyle bir ortamda bireycilik, akılcılık nasıl yeşerebilir ki?
İkinci etken ise bizzat Türk milletinin kendisidir. Bunun sebebi, Anadolu asırlarca farklı medeniyetlerin çarpışmasına sahne olmuştur. Burada yaşayan halk devamlı olarak etken değil edilgen bir rol almıştır. Bu edilgenlik bir süre sonra zihnine yerleşmiş ve karşısındaki insanı kültürel ya da maddi anlamda büyük görüyor ise kendisine karşı ne zulüm ederse etsin sessiz kalıp daha kötü bir şey yapmadığı için karşısındaki kişiye minnet duyup Allah’a da şükreder hale gelmiştir. Bu eziklik ve yaltakçılık kişilerin benliklerine yapışmış ve bir türlü çıkmamıştır.
Eğer kötü bir haldeyseniz ya bunu değiştirirsiniz ya da buna uyum sağlarsınız. Anadolu Türkleri buna uyum sağlama yolunu seçmiştir. Böyle düşünmesinin sebebi bunun dışında bir sistemin olmayacağından kaynaklıdır. Bu düşüncenin temelinde meraksızlık ve buna bağlı olarak bilgisizlik yatmaktadır. Bilgisiz bir insan korkar, korktuğu içinde herkes ne yapıyorsa onu yapmayı yani sürüye katılmayı daha güvenli bulur. Kişinin hayalinde “toplumdaki bu düzeni değiştirebilirim” fikri yeşermezse bu bilincine de yansımayacaktır. Bugün geçmişinden kaynaklı olarak karşımızda kendinden güçlüye yaltaklanan, sadece kendini düşünen, cahil, aptal ve kabadayı bir Türk tipi vardır. Fakat bu durumu tersine çevirmek bizim gibilerin ellerindedir.
Bugün aklı başında Türk milliyetçileri yukarıda saydığım şeylere rağmen, halkının birçoğunun kendisinden nefret etmesine rağmen, hiçbir zaman Türkiye’nin İsviçre veya Fransa gibi olamayacağını bilmesine rağmen, kendisini yok edip Türkiye’yi maddi ve manevi lağım çukuruna çevirmeyi isteyenlere rağmen inatla direnecektir. Sabah akşam demeden her gün önceki günden fazla faaliyet yürüterek elimizden ne geliyorsa onu yapacağız. Fırıncıysak en iyi fırıncı olacağız. Çöpçüysek işimizi savsaklamadan görevimiz olan yeri tertemiz yapacağız. Yazarsak her yazıya en güzel yazımızı yazıyor gibi başlayacağız.
Camus’a göre Sisifos kaderinin üstündeydi ve mutluydu, çünkü bir amacı vardı artık. Ve o Sisifos’un bu davranışını başkaldıran insan olarak nitelendirmişti. Bugün biz de Türkiye isimli kayayı muasır medeniyetler seviyesine çıkarmaya gayret edeceğiz. Evet, biliyoruz belki bu hiç olmayacak bir hayal fakat yine de buna değer. Onun için mücadele etmek bile kalbimizi mutluluk ve huzurla doldurmamıza yetiyor. Bizde Sisifos gibi mutluyuz artık. Bende bu efsaneden ilham alarak diyorum ki Türk, başkaldırandır. Ancak başkaldıran bir kişi milletinin bu kötü haline bir dur diyebilir.
Hakkı Başar
Bugün aklı başında seküler Türk milliyetçisi de aynı dertten muzdariptir. Her gün tıpkı Sisifos gibi uyanıp Türk milletinin fertlerini yazılarımızla, sözlerimizle ve dahi davranışlarımızla bir adım da olsa ileriye taşımaya çalışıyoruz fakat bu çoğunluğun umrunda bile olmuyor. Tıpkı efsanedeki kaya gibi başladığı yere geri geliyor. Bu da insanda, “ben bu insanlar için mi yoruluyorum” hissi yaratıyor ki bu düşünce bir ülkenin uygarlaşması açısından en büyük tehlikedir.
Bugün Türk milletinin tam anlamıyla uygar ve seküler olamamasında iki büyük etken vardır. Birinci etken feodal kalıntılardır. Feodal kalıntılardan kastım radikal dini örgütlerdir. Bu örgütler, cumhuriyet öncesinde hem kralın meşruiyetini halka kabul ettirmek hem de halkı keyfi dini yorumlarla kendi eksenleri etrafında rahatça sömürebilen yapılardı. Bu sebeple kral tarafından korunuyorlardı. Bu yapılar kişilere hiç olduklarını, ezik ve pısırık durmanın tevazu olduğunu, bir şeyhin ihtiyaçlarını karşılamanın Allah’a ve onun dinine hizmet sayıldığını yüzlerce yıl boyunca Türk milletinin kulaklarına fısıldadılar. Cumhuriyetle beraber bu gruplar yetki alanlarının büyük çoğunluğunu kaybetmiş olsalar dahi yine de etkilidirler. Özellikle en son yaşadığımız 15 Temmuz Hain Darbe Girişiminde bu tip yapılara karşı her zaman teyakkuzda olmamız gerektiğini bize göstermiştir.
Bununla beraber köylerdeki ağalık düzeni de Türk milletine bir adama yıllarca yaltaklanmayı aşılamıştır. Geçmiş bin yıl Türklerin bir adama yaltaklanmasıyla geçmiştir. Yüzlerce sene çocuk anneye, anne babaya, baba ağaya, ağa kadıya, kadı vezire, vezir padişaha yaltaklanarak geçirdi ve bu sistemde sosyoekonomik olarak yükselmenin tek yolu yalakalığın dozunu arttırmaktır. Böyle bir ortamda bireycilik, akılcılık nasıl yeşerebilir ki?
İkinci etken ise bizzat Türk milletinin kendisidir. Bunun sebebi, Anadolu asırlarca farklı medeniyetlerin çarpışmasına sahne olmuştur. Burada yaşayan halk devamlı olarak etken değil edilgen bir rol almıştır. Bu edilgenlik bir süre sonra zihnine yerleşmiş ve karşısındaki insanı kültürel ya da maddi anlamda büyük görüyor ise kendisine karşı ne zulüm ederse etsin sessiz kalıp daha kötü bir şey yapmadığı için karşısındaki kişiye minnet duyup Allah’a da şükreder hale gelmiştir. Bu eziklik ve yaltakçılık kişilerin benliklerine yapışmış ve bir türlü çıkmamıştır.
Eğer kötü bir haldeyseniz ya bunu değiştirirsiniz ya da buna uyum sağlarsınız. Anadolu Türkleri buna uyum sağlama yolunu seçmiştir. Böyle düşünmesinin sebebi bunun dışında bir sistemin olmayacağından kaynaklıdır. Bu düşüncenin temelinde meraksızlık ve buna bağlı olarak bilgisizlik yatmaktadır. Bilgisiz bir insan korkar, korktuğu içinde herkes ne yapıyorsa onu yapmayı yani sürüye katılmayı daha güvenli bulur. Kişinin hayalinde “toplumdaki bu düzeni değiştirebilirim” fikri yeşermezse bu bilincine de yansımayacaktır. Bugün geçmişinden kaynaklı olarak karşımızda kendinden güçlüye yaltaklanan, sadece kendini düşünen, cahil, aptal ve kabadayı bir Türk tipi vardır. Fakat bu durumu tersine çevirmek bizim gibilerin ellerindedir.
Bugün aklı başında Türk milliyetçileri yukarıda saydığım şeylere rağmen, halkının birçoğunun kendisinden nefret etmesine rağmen, hiçbir zaman Türkiye’nin İsviçre veya Fransa gibi olamayacağını bilmesine rağmen, kendisini yok edip Türkiye’yi maddi ve manevi lağım çukuruna çevirmeyi isteyenlere rağmen inatla direnecektir. Sabah akşam demeden her gün önceki günden fazla faaliyet yürüterek elimizden ne geliyorsa onu yapacağız. Fırıncıysak en iyi fırıncı olacağız. Çöpçüysek işimizi savsaklamadan görevimiz olan yeri tertemiz yapacağız. Yazarsak her yazıya en güzel yazımızı yazıyor gibi başlayacağız.
Camus’a göre Sisifos kaderinin üstündeydi ve mutluydu, çünkü bir amacı vardı artık. Ve o Sisifos’un bu davranışını başkaldıran insan olarak nitelendirmişti. Bugün biz de Türkiye isimli kayayı muasır medeniyetler seviyesine çıkarmaya gayret edeceğiz. Evet, biliyoruz belki bu hiç olmayacak bir hayal fakat yine de buna değer. Onun için mücadele etmek bile kalbimizi mutluluk ve huzurla doldurmamıza yetiyor. Bizde Sisifos gibi mutluyuz artık. Bende bu efsaneden ilham alarak diyorum ki Türk, başkaldırandır. Ancak başkaldıran bir kişi milletinin bu kötü haline bir dur diyebilir.
Hakkı Başar