Türkiye’de kendilerine anti-emperyalist diyen Rus-Çin mihveri uşaklarının bir hülyası vardır: Suretten ibaret bir bağımsızlık, işçi arı gibi merkezden idare edilen ve asla başka bir yaşam düşlemesine izin verilmeyen yığınlar, yoksullukta eşitlik ve devasa bir askeri endüstri. Tolkien’in orklarını hatırlatan böyle bir yaşam hülyası, ekseriyetle daha ilkel ve derinlerde başka bir hülyanın neticesidir: Bu insanlar, arzu ettikleri “devrim” gerçekleştiğinde kral, yönetici, en kötüsü komiser olacaklarını hayal ederler. “Maruz kalmayacak”lardır, maruz bırakan olacaklardır. Bu yüzden gözükara bir şekilde despotizmi savunurlar, en büyük gerekçeleri de “güvenlik”tir.
Kazakistan’da yaşananlar aslında bu hülyanın ne kadar saçma ve aşağılık olduğunu gözler önüne serdi. Vaktiyle rakiplerini “merkez” (Moskova) ile kurduğu ilişkilerle saf dışı bırakan, Kazak direnişi Jeltoksan’da göstericilere “akil adam” pozuyla evlere dönmeyi salık veren adam Nazarbayev, tam olarak Avrasyacı-Ulusalcı çizginin düşlediği bir rejim kurmuştu. Ülkenin hayli geniş ve büyük doğal rezervleri, aynı Rusya’da olduğu gibi bir avuç oligarkın ve tabii ki onların hamisi “devlet adamları”nın elindedir. İnsanların çoğu, üretim araçlarında özel mülkiyetin olmadığı Sovyet Rusya dağıldıktan sonra özel mülkün nasıl edinildiğini düşünmezler, oligarkları büyük, hırslı iş adamları zannetme eğilimindedirler. Hayır, ilk andan itibaren bunlar kişisel ve siyasi bağlantılarını kullanarak kamunun malına “çökmüş” mafya babalarıdır. Aptal ve sapık hayaller uğruna 90 yıl boyunca Asya’nın büyük bir kısmına çöreklenen komünistler bu yüzden gittiklerinde bile zarar vermişlerdir, bozdukları mekanizmaları daha muzır çarklar doldurmuştur.
Bu devlet görünümlü çete, toplum faydasını gözetmez. Üstelik gözetmesi için bir neden de yoktur – tam olarak Avrasyacı-Ulusalcıların hayal ettiği rejim kurulmuştur, “emperyalizm” tehlikesi varken farklı görüş belirtmek, başka taleplerde bulunmak en hafif haliyle gereksiz, en standart haliyle ajanlık, hainlik, teröristliktir. Muhalefet, sivil toplum, ifade özgürlüğü falan yoktur, olmadığı için de güzelim Türk ülkeleri diktatör semirten karınca kolonilerine dönüşürler: Onca doğal kaynak bir avuç insanın hayrına kullanılır, vatandaşa asla yansımaz. (Ramiz Rövşen boşuna mı diyordu vatanına, “Neftle gitti bereketin bereket kaçtı senden / Neftle gitti bekaretin borular geçti senden!”) Üstelik, emperyalizme engel olacak yegane sistemin çok seslilik olduğu hakikati unutturulur: Milyonlarca insanı ikna etmektense bir diktatör ve onun bir avuç yardakçısını ikna etmek, emperyalist ülkeler için daha kolay ve ucuzdur. İşte, Türk ülkeleri (bugünlerde Türkiye de dahil) böyle bir rejimin altında inleyen yığınlar manzarası gösteriyordu.
Canına tak eden Kazaklar sokağa çıktılar. Üç kuruşa çalışıp asla emeğinin karşılığını alamayan, örgütlenmesi, daha fazlasını talep etmesi engellenen, Aron Atabek gibi cılız da olsa kanaat önderleri çıkardığında hapis, sürgün, suikast duvarlarına çarpan, çoğu yurt dışında iş aramak zorunda kalan, cehaleti ve açlığı sebebiyle hırçınlaşan, çeteleşen topluluklar… Bu kıyam karşısında “sokağa çıktınız, sizin yüzünüzden Rus geldi!” propagandası kadar alçak-komik bir başka örnek var mıdır bilmiyorum. (Alçak-komiki “trajikomik” gibi bir birleşik sözcük olarak düşündüm. Böyle bir kelime literatüre kesinlikle girmeli.) İnsanların canına tak ettiren dikta sorgulanmaz, canına tak ettirdikten sonra ülkesine -sırf koltuğunu korumak için- işgalci çağıran bir yapı değil de, “Canıma tak etti ulan! Eksi yirmi derecede kıyama duracağım, 60 yaşında kadınlar bir şey yapmış olmak için bana termosla çay taşıyacak, ekmek kapısıdır diye polis olmuş amcaoğlum bana ateş edecek ama ben bu diktayı devireceğim!” diyen yiğitleri eleştirmek için hem alçak, hem de gülünç derecede gerizekalı olmak gerekir. Zira Rus-Ermeni askerlerini ülkeye davet eden gösteri yapanlar değil – bizzat protesto edilenler. Bu tıynetteki insanların şu kadar yıldır Kazakistan’ın en üst kademelerini işgal ediyor olması zaten Kazakistan’ın bağımsız olmadığını, kuklalar tarafından yönetildiğini gösterir, kuklalara karşı yapılacak her eylem meşrudur. Bu işten “Rusya’nın karlı çıkacağını” hesap etmesi gereken halk değil, halkın emeğiyle yaratılan değeri sömüren ve halkın tepesine oturan, kesesini kamu malından dolduran devlet adamlarıdır. Onlar tam aksine hareket ediyorlarsa, suçlu onlardır: Basit bir makamdan dahi milletin menfaati için vazgeçemeyen ve yıllardır milletini fakir bırakan, umutsuz bırakan, hürriyetsiz bırakan alçaklar suçludur.
Bu iş, bir kez daha gösterdi ki, Türk toplulukları arasında sivil toplum bağları kurulmalı, zira “devletler” üzerinden bağ kurulunca, Türkiye ve Türk Devletleri Teşkilatı sus pus kalıyor. Mezkur Türk cumhuriyetlerinin diktatörlerinin kesesinden beslenen sözde uzman ve kanaat önderleri de, suskun kalmak şöyle dursun, meseleyi sürekli çarpıtarak diktatörlere destek oluyorlar. Üstelik vaktiyle Türkeş, Elçibey, Kırımoğlu gibi liderler eliyle kurulmuş network artık var olmadığı için, protesto düzenleyenler başsız ve “arkasız” kalıyorlar. Savruluyorlar, kazanım elde edemiyorlar.
Kazakistan’a bela olan musibet, bir yönüyle bize ikazda bulunuyor: Demokrasi, hürriyet ve refah, insanoğlunun temel ihtiyacıdır. Bunları karşılamayan, hatta bunları karşılamamak için güya milliyetçilik taslayan rejimler, kendi halklarını memnun edemedikleri gibi, böyle facialara neden olurlar. Milliyetçilik ancak milletin bütün fertlerini ihata eden bir rejimde, ikna ve proje yoluyla yapılır; “aman bayrak dalgalansın da gönderini neremize sapladıkları önemli değil” diyen tuzu kurular emin olun ki arzuladıkları rejimin gaddarlığına maruz kalsalar Kazak halkının yaptığından çok daha fazlasını yapar, dillerinden düşürmedikleri vatanı üç kuruşa satıp kaçmanın yollarını ararlar – aradılar da.
İkide bir AKP-MHP medyasında lanse edilen “Turan kuruldu”, “Turan ordusu kuruldu” laflarının ne kadar boş olduğunu da görmüş olduk: Turan iki beylik lafla, yolsuz Kürtleri aksakal ilan etmekle kurulmaz. Turan bütün coğrafyasının hakikatine ve tek tek Türk unsurlarının çıkarlarına vakıf milliyetçi ideologların tespitleri, gerçekçi ve adanmış siyasilerin uygulamalarıyla kurulur. Bu yönüyle Turancılık “İç Türkler – Dış Türkler” ayrımı da yapmaz: Türkiye’deki hürriyet mücadelesi ile diğer Türk diktatörlüklerindeki hürriyet mücadelesi birbirinin aynıdır. İstiklal mücadelesi verdiğimiz esir yurtlarımızda da hürriyet davası kardeşlerimizin hayatına doğrudan dokunduğundan vazgeçemeyeceğimiz bir bileşen, bir “boyut”tur. Bunun farkına varamayan ve iç siyasete iki propaganda malzemesi vermekten başka beklentisi olmayanların kurduğu “Turan”, ilk sınamada böyle sınıfta kalır.
Türkiye’de yıllardır Rusçu ve Çinci propaganda yapanlar ve bunu milliyetçilik diye satanlar var. İşte onlara baktığımızda görüyoruz ki, Kazak halkının haklı, lidersiz, örgütsüz, yılların biriktirdiği öfke ve taşan sabırla gerçekleşen kıyamını aşağılayıp, hemen Kazakistan’da Kazak Türklerinin öldürülmesini ve Rus askerinin Kazakistan’ı işgal etmesini meşrulaştıran söylemlere girişiyorlar. Bunlar satılmış haşerelerdir, ancak iyi niyetle, daha doğru bir mesaja ulaşamadığı için ilk bulduğu tebliğe tutunan kitleler için Kazakistan’daki manzaranın göz açıcı olmasını temenni ediyorum: Bu aşağılık herifler fırsat olsun da Rus himayesi, Çin desteği ile üzerimize ateş açsınlar diye bekliyorlar. En basit talebimizi güya milli güvenlik bahanesiyle reddetmek, talep sahiplerini de hain, terörist ilan etmek istiyorlar. Ebedi bir totaliter rejim düşlüyorlar, bu sayede eğitimsiz, cahil, salak, korkak ve aşağılık adamlar oldukları halde general, profesör, gazeteci, bakan, milletvekili olabilecekler – bu yönleriyle AKP’den hiç farklı değiller. Tam olarak bu yüzden ne zaman birisi Rus ve Çin emperyalizminden bahsetse, muarızlarını “Amerikancı olmak”la itham ederler, zira bu bütün dünyada yaygın bir Rus dezenformasyon savaşı taktiğidir. Muhatap bu denli alçak ve çiğ bir ithamı yanlışlamaya bile tenezzül etmediği zaman da, bunu “delil” olarak sunarlar. Türkiye Türklerinin “Amerikancılık” yaftasının altındaki art niyeti keşfetmesinin ve Rusçuluk yaparken çocuğunu Amerika’ya kaçıran gerçek emperyalist uşaklarının seciyesine tükürmesinin vakti geldi de geçiyor.
Her şeye rağmen, kıyam varsa umut vardır. Türkistan ilelebet aşağılık diktatörlerin dört-beş oligarkın masasında pazarlık malzemesi olarak kalmayacağının sinyallerini veriyor. Buna yol göstermesi, rehberlik etmesi, himaye sağlaması gereken ülke Türkiye’dir – Türkiye Cumhuriyeti Devleti bunu yapabilecek halde değil. 90’ların başında olduğu gibi, devlet harici bir milliyetçi yapılanmanın bunu gerçekleştirmesi gerekiyor ancak başımızda (ulusalcı-avrasyacı komplo teorisyeni zehirli yılanların sövmeyi pek sevdikleri) Türkeş yok ve partisi artık Türk Dünyası’ndaki her işgale AKP politikalarıyla uyumluysa alkış tutacak zevattan müteşekkil. Urmiye Gölü protestolarında, Kırım İşgalinde, şimdi Yeniözen kıyamında bu yüzden etkisiz kaldık – en alçak İslamcı tarikatlar dahi (mesela FETÖ) bu coğrafyada etkili olurken, bizim yalnız yazı yazabiliyor olmamız ve kalbimizle Türk vatanına işgalci davet eden diktatörlere buğz etmekle iktifa etmemizin bizi uzun uzun düşündürmesi lazım.
Başsız ve örgütsüz protestocuların dağılması beklendik olur, yaptıkları sürdürülebilir değil. Ancak "kökü dışarıda" olmayan bir lider bulurlar ve örgütlenebilirlerse, işgalci Rus askerine bir kurşun sıkarlarsa ne olur? Bu da cevabı üzerinde düşünmeye değer bir soru.
Yazımı, asırlar önce yaşamış bir Kıpçak şairinin hayır duasıyla bitireyim:
"Beren Türktün baldarı
Tınçıdı emi canıbız,
Kuttu bolsun hanıbız
Kumardan çıktık barıbız
Atpay Türktün baldarı
Aman bolsun canınız"
M. Bahadırhan Dinçaslan
Kazakistan’da yaşananlar aslında bu hülyanın ne kadar saçma ve aşağılık olduğunu gözler önüne serdi. Vaktiyle rakiplerini “merkez” (Moskova) ile kurduğu ilişkilerle saf dışı bırakan, Kazak direnişi Jeltoksan’da göstericilere “akil adam” pozuyla evlere dönmeyi salık veren adam Nazarbayev, tam olarak Avrasyacı-Ulusalcı çizginin düşlediği bir rejim kurmuştu. Ülkenin hayli geniş ve büyük doğal rezervleri, aynı Rusya’da olduğu gibi bir avuç oligarkın ve tabii ki onların hamisi “devlet adamları”nın elindedir. İnsanların çoğu, üretim araçlarında özel mülkiyetin olmadığı Sovyet Rusya dağıldıktan sonra özel mülkün nasıl edinildiğini düşünmezler, oligarkları büyük, hırslı iş adamları zannetme eğilimindedirler. Hayır, ilk andan itibaren bunlar kişisel ve siyasi bağlantılarını kullanarak kamunun malına “çökmüş” mafya babalarıdır. Aptal ve sapık hayaller uğruna 90 yıl boyunca Asya’nın büyük bir kısmına çöreklenen komünistler bu yüzden gittiklerinde bile zarar vermişlerdir, bozdukları mekanizmaları daha muzır çarklar doldurmuştur.
Bu devlet görünümlü çete, toplum faydasını gözetmez. Üstelik gözetmesi için bir neden de yoktur – tam olarak Avrasyacı-Ulusalcıların hayal ettiği rejim kurulmuştur, “emperyalizm” tehlikesi varken farklı görüş belirtmek, başka taleplerde bulunmak en hafif haliyle gereksiz, en standart haliyle ajanlık, hainlik, teröristliktir. Muhalefet, sivil toplum, ifade özgürlüğü falan yoktur, olmadığı için de güzelim Türk ülkeleri diktatör semirten karınca kolonilerine dönüşürler: Onca doğal kaynak bir avuç insanın hayrına kullanılır, vatandaşa asla yansımaz. (Ramiz Rövşen boşuna mı diyordu vatanına, “Neftle gitti bereketin bereket kaçtı senden / Neftle gitti bekaretin borular geçti senden!”) Üstelik, emperyalizme engel olacak yegane sistemin çok seslilik olduğu hakikati unutturulur: Milyonlarca insanı ikna etmektense bir diktatör ve onun bir avuç yardakçısını ikna etmek, emperyalist ülkeler için daha kolay ve ucuzdur. İşte, Türk ülkeleri (bugünlerde Türkiye de dahil) böyle bir rejimin altında inleyen yığınlar manzarası gösteriyordu.
Canına tak eden Kazaklar sokağa çıktılar. Üç kuruşa çalışıp asla emeğinin karşılığını alamayan, örgütlenmesi, daha fazlasını talep etmesi engellenen, Aron Atabek gibi cılız da olsa kanaat önderleri çıkardığında hapis, sürgün, suikast duvarlarına çarpan, çoğu yurt dışında iş aramak zorunda kalan, cehaleti ve açlığı sebebiyle hırçınlaşan, çeteleşen topluluklar… Bu kıyam karşısında “sokağa çıktınız, sizin yüzünüzden Rus geldi!” propagandası kadar alçak-komik bir başka örnek var mıdır bilmiyorum. (Alçak-komiki “trajikomik” gibi bir birleşik sözcük olarak düşündüm. Böyle bir kelime literatüre kesinlikle girmeli.) İnsanların canına tak ettiren dikta sorgulanmaz, canına tak ettirdikten sonra ülkesine -sırf koltuğunu korumak için- işgalci çağıran bir yapı değil de, “Canıma tak etti ulan! Eksi yirmi derecede kıyama duracağım, 60 yaşında kadınlar bir şey yapmış olmak için bana termosla çay taşıyacak, ekmek kapısıdır diye polis olmuş amcaoğlum bana ateş edecek ama ben bu diktayı devireceğim!” diyen yiğitleri eleştirmek için hem alçak, hem de gülünç derecede gerizekalı olmak gerekir. Zira Rus-Ermeni askerlerini ülkeye davet eden gösteri yapanlar değil – bizzat protesto edilenler. Bu tıynetteki insanların şu kadar yıldır Kazakistan’ın en üst kademelerini işgal ediyor olması zaten Kazakistan’ın bağımsız olmadığını, kuklalar tarafından yönetildiğini gösterir, kuklalara karşı yapılacak her eylem meşrudur. Bu işten “Rusya’nın karlı çıkacağını” hesap etmesi gereken halk değil, halkın emeğiyle yaratılan değeri sömüren ve halkın tepesine oturan, kesesini kamu malından dolduran devlet adamlarıdır. Onlar tam aksine hareket ediyorlarsa, suçlu onlardır: Basit bir makamdan dahi milletin menfaati için vazgeçemeyen ve yıllardır milletini fakir bırakan, umutsuz bırakan, hürriyetsiz bırakan alçaklar suçludur.
Bu iş, bir kez daha gösterdi ki, Türk toplulukları arasında sivil toplum bağları kurulmalı, zira “devletler” üzerinden bağ kurulunca, Türkiye ve Türk Devletleri Teşkilatı sus pus kalıyor. Mezkur Türk cumhuriyetlerinin diktatörlerinin kesesinden beslenen sözde uzman ve kanaat önderleri de, suskun kalmak şöyle dursun, meseleyi sürekli çarpıtarak diktatörlere destek oluyorlar. Üstelik vaktiyle Türkeş, Elçibey, Kırımoğlu gibi liderler eliyle kurulmuş network artık var olmadığı için, protesto düzenleyenler başsız ve “arkasız” kalıyorlar. Savruluyorlar, kazanım elde edemiyorlar.
Kazakistan’a bela olan musibet, bir yönüyle bize ikazda bulunuyor: Demokrasi, hürriyet ve refah, insanoğlunun temel ihtiyacıdır. Bunları karşılamayan, hatta bunları karşılamamak için güya milliyetçilik taslayan rejimler, kendi halklarını memnun edemedikleri gibi, böyle facialara neden olurlar. Milliyetçilik ancak milletin bütün fertlerini ihata eden bir rejimde, ikna ve proje yoluyla yapılır; “aman bayrak dalgalansın da gönderini neremize sapladıkları önemli değil” diyen tuzu kurular emin olun ki arzuladıkları rejimin gaddarlığına maruz kalsalar Kazak halkının yaptığından çok daha fazlasını yapar, dillerinden düşürmedikleri vatanı üç kuruşa satıp kaçmanın yollarını ararlar – aradılar da.
İkide bir AKP-MHP medyasında lanse edilen “Turan kuruldu”, “Turan ordusu kuruldu” laflarının ne kadar boş olduğunu da görmüş olduk: Turan iki beylik lafla, yolsuz Kürtleri aksakal ilan etmekle kurulmaz. Turan bütün coğrafyasının hakikatine ve tek tek Türk unsurlarının çıkarlarına vakıf milliyetçi ideologların tespitleri, gerçekçi ve adanmış siyasilerin uygulamalarıyla kurulur. Bu yönüyle Turancılık “İç Türkler – Dış Türkler” ayrımı da yapmaz: Türkiye’deki hürriyet mücadelesi ile diğer Türk diktatörlüklerindeki hürriyet mücadelesi birbirinin aynıdır. İstiklal mücadelesi verdiğimiz esir yurtlarımızda da hürriyet davası kardeşlerimizin hayatına doğrudan dokunduğundan vazgeçemeyeceğimiz bir bileşen, bir “boyut”tur. Bunun farkına varamayan ve iç siyasete iki propaganda malzemesi vermekten başka beklentisi olmayanların kurduğu “Turan”, ilk sınamada böyle sınıfta kalır.
Türkiye’de yıllardır Rusçu ve Çinci propaganda yapanlar ve bunu milliyetçilik diye satanlar var. İşte onlara baktığımızda görüyoruz ki, Kazak halkının haklı, lidersiz, örgütsüz, yılların biriktirdiği öfke ve taşan sabırla gerçekleşen kıyamını aşağılayıp, hemen Kazakistan’da Kazak Türklerinin öldürülmesini ve Rus askerinin Kazakistan’ı işgal etmesini meşrulaştıran söylemlere girişiyorlar. Bunlar satılmış haşerelerdir, ancak iyi niyetle, daha doğru bir mesaja ulaşamadığı için ilk bulduğu tebliğe tutunan kitleler için Kazakistan’daki manzaranın göz açıcı olmasını temenni ediyorum: Bu aşağılık herifler fırsat olsun da Rus himayesi, Çin desteği ile üzerimize ateş açsınlar diye bekliyorlar. En basit talebimizi güya milli güvenlik bahanesiyle reddetmek, talep sahiplerini de hain, terörist ilan etmek istiyorlar. Ebedi bir totaliter rejim düşlüyorlar, bu sayede eğitimsiz, cahil, salak, korkak ve aşağılık adamlar oldukları halde general, profesör, gazeteci, bakan, milletvekili olabilecekler – bu yönleriyle AKP’den hiç farklı değiller. Tam olarak bu yüzden ne zaman birisi Rus ve Çin emperyalizminden bahsetse, muarızlarını “Amerikancı olmak”la itham ederler, zira bu bütün dünyada yaygın bir Rus dezenformasyon savaşı taktiğidir. Muhatap bu denli alçak ve çiğ bir ithamı yanlışlamaya bile tenezzül etmediği zaman da, bunu “delil” olarak sunarlar. Türkiye Türklerinin “Amerikancılık” yaftasının altındaki art niyeti keşfetmesinin ve Rusçuluk yaparken çocuğunu Amerika’ya kaçıran gerçek emperyalist uşaklarının seciyesine tükürmesinin vakti geldi de geçiyor.
Her şeye rağmen, kıyam varsa umut vardır. Türkistan ilelebet aşağılık diktatörlerin dört-beş oligarkın masasında pazarlık malzemesi olarak kalmayacağının sinyallerini veriyor. Buna yol göstermesi, rehberlik etmesi, himaye sağlaması gereken ülke Türkiye’dir – Türkiye Cumhuriyeti Devleti bunu yapabilecek halde değil. 90’ların başında olduğu gibi, devlet harici bir milliyetçi yapılanmanın bunu gerçekleştirmesi gerekiyor ancak başımızda (ulusalcı-avrasyacı komplo teorisyeni zehirli yılanların sövmeyi pek sevdikleri) Türkeş yok ve partisi artık Türk Dünyası’ndaki her işgale AKP politikalarıyla uyumluysa alkış tutacak zevattan müteşekkil. Urmiye Gölü protestolarında, Kırım İşgalinde, şimdi Yeniözen kıyamında bu yüzden etkisiz kaldık – en alçak İslamcı tarikatlar dahi (mesela FETÖ) bu coğrafyada etkili olurken, bizim yalnız yazı yazabiliyor olmamız ve kalbimizle Türk vatanına işgalci davet eden diktatörlere buğz etmekle iktifa etmemizin bizi uzun uzun düşündürmesi lazım.
Başsız ve örgütsüz protestocuların dağılması beklendik olur, yaptıkları sürdürülebilir değil. Ancak "kökü dışarıda" olmayan bir lider bulurlar ve örgütlenebilirlerse, işgalci Rus askerine bir kurşun sıkarlarsa ne olur? Bu da cevabı üzerinde düşünmeye değer bir soru.
Yazımı, asırlar önce yaşamış bir Kıpçak şairinin hayır duasıyla bitireyim:
"Beren Türktün baldarı
Tınçıdı emi canıbız,
Kuttu bolsun hanıbız
Kumardan çıktık barıbız
Atpay Türktün baldarı
Aman bolsun canınız"
M. Bahadırhan Dinçaslan