Muhalefetin erken seçim istediği bir dönemde, “Türk milliyetçilerinin parti olarak temsili yoktur” iddiasındaki bizler, “kime oy vereceğiz” sorusuna da cevap vermeliyiz. Zira romantik ülkücülük “bazen eve kapanıp oturmayı” da makbul buluyorsa da, ülkede hemen her şeye -üzerine vazife olmayan hallerde bile- siyaset kurumu karar verirken oy vermemek, sükutla ikrar anlamına gelir.
Fakat oy vermek de can sıkıcı: Parti olarak temsilimiz yok dedik; ferdi temsil var. İYİ Parti’de, CHP’de sevebileceğimiz vekiller var; MHP’de, vekil yahut yönetici pozisyonunda olmasa da, milliyetçi kabul edebileceğimiz isimler var. Zorlasak memnun olmayan bir iki AKP’liyi dahi makbul sayabiliriz – onları makbul saydığımız kıstas gerçi HDP’ye de işler, HDP’de bile iyi adam bulabiliriz o zaman. Fakat fertler sorunu çözmüyor, zira siyasi partiler ve genel başkanlar, farklı tabanları temsil eden fertleri, o tabanların siyasetini partiye taşıyan, partinin karar alma sürecinde o tabanın kaygılarını senteze bir tez olarak dahil eden önderler olarak görmüyorlar. Farklı tabanlara “işte sizden şunu aldık, daha ne yapalım” mesajı vermek için kullanıyorlar, yani genel merkezin siyasetini o taban nezdinde yaptırıyorlar, tersini değil.
“Beş müteahhitten hesap soracağız” diyen CHP’ye oy vermek mümkün, ancak Sezgin Tanrıkulu’na oy vermek mümkün değil. İlteriş’ten Atatürk’e uzanan kesintisiz bir çizgiden bahseden bir İYİ Parti’ye oy vermek mümkün, AKP’ye uzanan parmağı kırmaya kalkan tarikat süprüntülerine oy vermek mümkün değil. Karabağ’da Azerbaycan’a destek veren MHP’ye oy vermek mümkün, “Çin’e savaş mı açalım?” diye soran MHP’ye oy vermek mümkün değil. Partiler belli bir siyasi çizgiyi temsil etmiyorlar; onu en fazla sömürüyorlar ve hemen hepsi çok bileşenli. Bu eskiden de böyleydi ama, şimdilerde daha belirgin olmasının sebebi, %50 gerekliliğidir, bu da kimliksizleşme, reçetesizleşme, popülistleşmeyi getiriyor. Halbuki siyasete ideoloji lazımdır, reçete lazımdır. Zira popülizm, anlık reaksiyonlar verdirir; iç asayişten dış güvenliğe, ekonomiden eğitim programına her meselede anlık, kitlelerin alkışını alacak ve bütün perspektifinden tutarlılığı bulunmayan tepkiler verir, hamleler yaparsanız, nihayetinde bir başka AKP olur, memleketi yıkıma sürüklersiniz.
Şu halde mevcut durumda bir Türk milliyetçisinin gönül rahatlığıyla oy vereceği bir parti yoktur. Turancı prensipleri, hürriyetçi, seküler prensipleri, ekonomik prensipleri, her şeyin ötesinde milliyetçi prensipleri mutlaka partilerin hem bazı politikalarıyla, hem önde gelen vitrin yüzlerinin demeç ve görüşleriyle çelişir. Oy vermemenin de yanlış olduğunu belirttik, ne yapmalı?
Post-post AKP dönemine oynamalıyız. Post-AKP döneminin karmaşayla dolu ve kısa bir dönem olacağını öngörüyorum – iktidara muhtemelen CHP gelecek (ki hakkıdır) ancak bu reçetesizlik ve CHP politikalarına içkin hezeyanlar CHP’nin ikinci defa “kurtarıcı” olmasını engelleyecek. Buna, AKP’nin popülizminin ve güç teksifinin/devlet istismarının yaptığı yolu da ekleyiniz. Yeni iktidara gelenler, hazır yolu yapılmış, yasal altyapısı ve müktesebatı oluşmuş bu istismardan uzak durabilecekler mi? Kitleleri açken, parti teşkilatlarında görev yapmış yığınlar on yıllardır atanamaz, “üst mevkilere” gelemezlerken, “biraz da biz yiyelim” diye bağırırlarken (belediyelerde bunu yaşadık, Millet İttifakı bütün olarak bunu tecrübe etti. Başkanlar bu durumu hala idare ediyorlar ama ileriye dönük ciddi bir derstir.) nasıl yapacaklar?
Post-AKP döneminde devr-i sabıkın ekonomik yükü, kucakta bulunan pimi çekilmiş bir bomba gibiyken, AKP’li kitleler şok içinde, muhalif kitleler zafer sarhoşluğuyla ganimet çığlığı atarken, yeni hükumetin işinin epey zor olacağını ve sıra dışı bir senaryo gerçekleşmezse (ki bu senaryoyu ancak küresel bir ağ ciddi bir yatırımla gerçekleştirebilir, gerçek olduğuna inandırabilir) öyle bir “toparlanma” haline, sürecine girmeyeceğiz. Aksine, bir yandan 20 yılda birikmiş pisliğin kokusu açılan kapıdan yayılarak herkesi bayıltacak, pisliğin temizlenmesi yıllar alacak – diğer yandan acil meselelerde hayati kararlar almak gerekirken başka başka talepler bunu engelleyecek. (Yavaş ve İmamoğlu’ndan kitleler memnun, kadrolar memnun değil mesela. Burada ciddi bir işaret var. Siyaset simsarı muhalif kadroları memnun edemiyorlar.)
Siyasi milliyetçilik tarih boyunca böyle keşmekeş anlarında birleştiriciliği ve iptidai itkilere hitap etmesi ile el yordamıyla çıkış arayan kitlelerin umudu haline gelmiştir. Bunun tuhaf bir halini, AKP’nin milliyetçiliğe yanaşmasında gördük. Bütün imkanlarına rağmen AKP dahi, kurtuluşu milliyetçilikte gördü, yanaştı ve zehrini milliyetçiliğe de bulaştırdı.
Bir yandan umutsuz ve tahrik olmuş kitlelerin popülizm ihtiyacına onları karar alma süreçlerine alkış ve yuhalamalarıyla dahil ederek değil, onları teskin ederek (Türk milleti zekidir, çalışkandır; mesela. Atam bal gibi biliyordu öyle değildir, ne yapacağını da kitlelere sormadı, ancak onları teskin etti, onlara gurur aşıladı ve bu sürece dahil edebildiklerini dahil etti.) cevap veren, diğer yandan akıllı bir politika programını hazırlayıp uygulamaya sunan milliyetçilik, Post-post AKP döneminin yegane kurtarıcısı olacak.
Bu döneme hazırlanan, temiz kalmış, yukarıda izah edildiği gibi süfli popülizmin cazibesine kapılmayacak kadar ideolojik omurgası olan siyasi önderlere ihtiyaç var. Bu önderlerin kadrosunun da şimdiden oluşturulması gerekiyor – doğru ve etkili yerlerde, gri bölgelerde saf tutan, mevcut partilerde “makbul” sayabileceğimiz isimler de bu üst yapıya çalışmalı.
O zamana dek, “kime oy vereceğiz?” sorusunun yegane cevabı vardır: Erdoğan’ı kim indirecekse, ona. Kalıbını basmadan, sahiplenmeden, öne çıkmadan; vakarı koruyarak bir destek vermek, verilen desteğin muhasebesini mutlaka yapıp karşılığını muhataptan talep etmek şarttır. Milletvekili seçimlerinde bölgenizde oyunuzun gideceği adayın görüş ve karakteri, cumhurbaşkanı seçiminde de adayın “Erdoğan’ı indirme” potansiyeli yegane kriteriniz olmalı – şu veya bu sebepten oy verdiğiniz partinin “milliyetçi” olduğunu, ona oy vermenin ideolojik bir gereklilik olduğunu iddiadan sakınmalısınız. Üç partinin doğrudan milliyetçilik iddiasıyla kirlettiği, aşağıladığı, sömürdüğü ve geleceğini baltaladığı fikriyatımızın haysiyetini ancak böyle kurtaracağız. Türk milliyetçiliği temsilinin partilerden alınması ve parti-dışı ancak siyasi güç merkezleri oluşturması hayatidir.
Seçim sonrası dönemde bir siyasi partiye mutlaka ihtiyaç duyulacaktır, ancak bir siyasi partimizi hastalıklı zihniyete kaptırmış, diğerinin ne idüğü belirsiz tiplerce büyük oranda (üstelik en başından beri) işgal edilmesine ve bizim uyanışımızın yarattığı rüzgarı kişiye mahsus yatların yelkenini şişirmek için kullanmasına seyirci kalmışken; particiliği beceremeyişimize ağıt yakmak ve pes etmek nasıl doğru yol değilse, milliyetçiliği parti temsiline hapsetmeye çalışıp alet olmak da o kadar doğru değil.
AKP’den sonraki karmaşada “Tayyipçiliğe bulaşmamış” bir milliyetçi damarın kurtarıcı olarak kendini sunabilmesi için çalışmalı, bütün taktik güçlerimizi – oy vermek gibi- bu strateji doğrultusunda seferber etmeliyiz.
M. Bahadırhan Dinçaslan