İnsanın olduğu her yerde gruplaşma da olur. Bu, insanın, menfaatini mutlaka gözeten bir varlık olmasından kaynaklı. Büyük bir grup halinde var olduktan sonra da insan bu kez o grubun içinde en çok menfaat sağlayabileceği grubu doğal olarak oluşturmaya başlar. Daha sonra bu grubun içinde de farklı somutluklarda gruplar aşağı doğru inerek devam eder ve kişinin artık kendisini en uygun durumda konumlandırdığı ve birey ile grubun özdeşleştiği yerde son bulur. Burada doğaldan kastım bunun ahlaken doğru olduğu değil, belki de milyonlarca yıllık evrimsel süreçte hayvan atalarımızdan edindiğimiz bir mirastır.
Yalancı değilsek gerçekçi olacağız. Bu yüzden romantikler biraz da yalancılardır. Eğer ki herhangi bir hususta sizin için gerçeğin ne olduğu önemli değilse okumanıza ve yazmanıza gerek yok. Hatta düşünmeseniz, araştırmasanız da olur. Romantikseniz, yani gerçek sizin için önemli değilse bunlar olmadan da istediğinizi söyleyip istediğinize inanabilirsiniz. O yüzden gerçeğin inkar edilmesi ile gerçeğin önemsenmemesi yalancılık vasfını almakta eşittir. Biz şimdi yalancılığı bir kenara bırakalım ve İslam tarihindeki gruplaşmaların temel felsefesi ile alakalı hazırladığımız yazı dizimize başlayalım.
Bu yazı dizisinin ilk yazısında -yani şu an okumakta olduğunuz yazıda- Hz. Peygamber’in vefatından Ali’nin Ebubekir’in halifeliğine biat etmesine kadar olan süreci ele alacağım. İkinci yazıda, birinci yazıda ele aldığım anlatıların muhkemleştiği döneme kadar yani yaklaşık 200 yıl sonraki dönemde Sünnilik ve Şiiliğin kemikleştiği döneme kadarki süreci anlatacağım. Üçüncü yazıda ise muhkemleşmiş bu anlatıları geriye doğru felsefi, psikolojik ve sosyolojik analize tabi tutacağım. Yazı dizisinin asıl gayesi İslam tarihindeki mezhepleşme felsefesini anlamak olduğundan dolayı her olaya tek tek kaynak vermeyeceğim. Zira zikrettiğim şeyler basit bir araştırmayla herkes tarafından ulaşılabilecek şeyler.
Kadim ilim mirasına baktığımızda Sünni kaynaklara göre Şiiler ve diğer gruplar siyasi kaynaklı ortaya çıkan gruplardır. Şii kaynaklara baktığımızda ise Şiiler dışında diğer gruplar siyasi kaynaklı ortaya çıkan gruplardır. Günümüz oryantalist çalışmalarında ise bu grupların tamamının hatta bir bütün olarak İslam dininin siyasi kaynaklı olarak ortaya çıktığı iddiası vardır. Bir Müslüman olarak sonuncuyu kabul etmem mümkün olmasa da en azından İslam içi gruplaşmaların oluşmasında siyasetin payının büyük olduğu hususunda tüm uzmanlar fikir birliği içinde gibidir. Gerçek de budur. Fakat elbette bu gruplaşmalar Şii-Sünni gruplaşmasından ibaret değil. İşin temelinde çok daha farklı gruplaşmalar da var. Ben de bu yazı dizisinde daha çok felsefi olmak üzere tarihsel veriler ışığında bu gruplaşmaların psikolojik ve sosyolojik temellerine inmeye çalışacağım. O yüzden öncelikle dünya alevden bir toptu diyerek başlayalım.
Hz. Muhammed hayattayken işin tabiatı gereği farklı görüşler, mezhepler, gruplar oluşamazdı. Herhangi bir ihtilaf doğrudan kendisine getirilirdi ve onun çözümü mutlak kabul edilip ihtilaf sonlandırılırdı. Bu yüzden İslam tarihindeki gruplaşmaların başlangıç tarihi olarak Hz. Muhammed’in ölüm tarihini alabiliriz. Burada akla doğrudan hilafet tartışması gelecektir. Fakat hayattayken kendisinden sonrası için bir halife tayin edip etmediğine dair delillere geçmeden önce Şiilerin ve Sünnilerin Hz. Muhammed’in ölüm gününe dair farklı tasavvurlarına dikkat çekmek gerekir.
Sünnilere göre Hz. Muhammed vefat edince Ali ve ailesi onun cenaze işleriyle ilgilenmiştir. Çünkü onlar ehl-i beyt yani peygamberin ailesidir ve cenaze işleri ile ilgilenmek onların görevidir. Bu esnada sahabeden bir grup bir korulukta toplanmış ve devletin başına kimin geçeceğini tartışmışlardır. Burada bir grup, adını hayatınızda muhtemelen hiç duymadığınız bir sahabiyi aday gösterirken Ömer ise Ebubekir’i aday göstermiş ve yapılan müzakereler sonucunda Ebubekir halife seçilmiştir. Adını duymamışsınızdır derken neyi vurgulamaya çalışıyorum? Neredeyse halife olacak kadar önemli bir sahabi bugün neredeyse kimse tarafından bilinmemektedir. Buradan hareketle, bu olaydan sonrası için aktarılan tarih anlatısına yapay bir müdahalenin olduğu şüphesi haksız olmayacaktır.
Yine Sünni kaynaklara göre daha sonra bu seçimden Ali ve çevresinin haberi olmuş. Ali, kendisine danışılmadan böyle bir karar alındığı için gücenip halifeye biat etmemiş. Eşi Fatıma ve yakınları ile birlikte 6 ay boyunca halifeye biat etmeden kendi hallerinde yaşamışlar. Bu dargınlığın Ali’nin halifeliği kendi hakkı olarak görmesiyle alakası yok Sünnilere göre. Bu sadece dostça bir dargınlık ve yalnızca kendisine haber verilmeden halife seçildiğinden dolayı var olan bir kırgınlık. Ayrıca Fatıma, peygamberin mirasının, kızı olarak kendisine verilmediğinden şikayet ediyor. Ebubekir ise peygamberler miras bırakmaz diye buna karşı geliyor ve mirası Fatıma’ya vermiyor. Bu miras yüz yıl kadar sonra Fatıma’nın torunlarına verilecektir. Tabi buralara Şii alimler tarafından “Bir Müslüman’ın Müslüman bir kardeşine 3 günden fazla küs kalması caiz değildir.” tarzında hadislerle itiraz ediliyor. Çünkü Ali ve Fatıma gibi peygamber katında önemli ve çokça övülmüş zatların bu hadisi bile bile sırf kendisine haber verilmeden halife seçildi veya miras hakları kendilerine verilmedi diye diğer Müslüman kardeşlerine 6 ay küs kalması nasıl mümkün olabilir? Fakat bu tür tartışmalardan da çok sonuç çıkmıyor.
Peki bu 6 ay nasıl sonlanıyor? Sünni kaynaklara göre Hz. Muhammed’in kızı Fatıma, peygamberin ölümünden çok etkilenmiş ve çok yıpranmıştı. Bu üzgünlüğü onu güçsüz düşürdü ve sonunda dayanamayıp vefat etti. Sonuç olarak Fatıma, Ebubekir’e hiç biat etmeden vefat etmiş oldu. Eşinin ölümünden çok etkilenen Ali, bu küslüğü daha fazla uzatmaya gerek yok diye düşünerek Ebubekir’e biat etti. Bunun üzerine Ali’nin çevresi de biat ettiler. Böylece sahabe arasında Osman dönemine kadar ciddi bir ihtilaf olmadı.
Bu süreci Şii kaynaklardan okuduğumuzda ise öncelikle peygamberin hayatta iken Ali’yi halife tayin ettiği olayı ele almamız lazım. Şii ve Sünni hadis kaynaklarının ikisinde de peygamberin “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.” şeklinde bir hadis nakledilir. Şii kaynaklara göre mütevatir, yani yalan olması imkan dahilinde olmayacak kadar çok insandan nakledilmiş. Bu hadisin yüzlerce senedi var. Yani yüzlerce kişiden nakledilmiş. Bir sefer sırasında peygamber tüm sahabeyi toplayarak Ali’nin elini havaya kaldırıp söylüyor bu cümleyi. Mevla kelimesi efendi manasına geliyor. Yani bu hadise göre peygamber, ben kimin reisi isem Ali de onu reisidir diyerek Ali’yi kendinden sonra halife olarak tayin etmiş.
Sünni kaynaklara göre ise bu hadise tabiri caizse her şey denmiş. Mütevatir olduğunu söyleyenler de var, sahihtir diyenler de var zayıftır diyenler de var. Hadisin zayıf olduğunu söyleyen İbn Teymiyye gibi nâsıbîlikle(1) meşhur kimseler ve inanç konularında hadislere itibar edilmez diyen(2) bazı akılcı alimler bir kenara bırakılacak olursa Sünnilerin çoğunluğuna göre bu olay yaşandı ve Hz. Peygamber’in ağzından bu kelimeler çıktı. Fakat buradaki mevla kelimesinin anlamı efendi değil dost Sünnilere göre. Yani peygamber Sünnilere göre orduyu durdurup sahabeyi toplayıp Ali’nin elini havaya kaldırdı ve "ben kimin dostuysam Ali de onun dostudur" dedi.
Böylece Şiilerin delilini bertaraf etmiş oldular. Fakat bu kelimenin dost olarak yorumlanması da daha sonra Şii alimler tarafından kendi lehlerine olarak kullanılacaktır. Çünkü Ali ile savaşan Muaviye, Aişe, Talha, Zübeyir gibi Sünniler için çok önemli olan bir takım sahabe, Ali’nin dostu muydu? Ali’nin dostu değilse peygamberin dostu da olmaması lazım. Çünkü kim peygamberin dostu ise Ali’nin de dostudur. Peygamberin dostu olmayan ise nasıl Müslüman olabilir? Şiiler buradan da Sünni düşünceye itiraz getirmişlerdir ve bu tartışmalar uzayıp gitmiştir.
Ali halife tayin edildikten sonra Hz. Peygamber, ölümünden birkaç gün önce Ebubekir’i ve Ömer’i şehir dışında uzak bir yere göreve gönderiyor. Fakat sonra rahatsızlanıyor. Yani normalde ikisinin de peygamberin vefatı esnasında Medine’de olmaması lazım. Şiilere göre peygamber bunu kasıtlı yapıyor çünkü onların Ali’nin hilafetine engel olmak isteyeceklerini biliyor.
Peygamberin ölüm döşeğinde olduğu haberini alan Ebubekir ordunun komutasını başka birine verip hemen Medine’ye geri dönüyor. Aynı şekilde Ömer de geri dönüyor. Bu olay da Sünni kaynaklarda sahih olarak zikredilen olaylardandır. Peygamber bundan rahatsız oluyor fakat artık ölüm döşeğinde olduğundan dolayı fazla üstünde durmuyor. Şii kaynaklara göre ikisi de halifeliği ele geçirmek için geri döndüler. Yoksa Ali halife olacak.
Peygamber ölmeden hemen önce bir kalem ve bir kağıt istiyor yanındakilerden. “Size üç vasiyet yazdıracağım ki bunlara uyarsanız ebediyen yanlış yola düşmeyeceksiniz.” diyor. Ömer itiraz ediyor: “Bize Kuran ve sünnet yeter.”. Sonra içerideki sahabe arasında tartışma çıkıyor ve peygamber bir kişi hariç dışarı çıkmalarını rica ediyor. Sonra bu kişiye vasiyetini sözlü olarak söylüyor. Bu kişiye vasiyetin ne olduğu sorulduğunda ilk ikisini(3) söylemiş fakat üçüncüsünü unuttuğunu söylemiş. Bu hadis de Şii ve Sünni kaynaklarca sahih olduğu kabul edilen bir hadistir. Kırtas hadisesi adıyla meşhur olmuştur. Şiilere göre burada peygamber halife tayinini yineleyecekti ve kimsenin itiraz edememesini sağlayacaktı fakat Ömer buna engel oldu. Sünnilere göre ise Ömer bu tavrıyla peygamberin ölüm anında kendini yormamasını hedeflemişti. Yoksa Ömer gibi önemli bir zatın peygambere bile bile karşı gelmesi düşünülemez.
Sonra peygamber birkaç gün içinde vefat ediyor. Ali ve ailesi cenaze işleriyle ilgileniyor. Peygamberin cenazesini 17 kişi kılıyorlar. Bu arada diğer bir grup halife seçimiyle meşguller. Yani Şiilere göre göz göre göre peygamberin emrini çiğniyorlar. Çünkü sahabenin içinde Ali’yi sevmeyenler var. Kabile düşmanlıkları, kişisel husumetler var. Bu yüzden Ali halife olmasın da kim olursa olsun diyen birtakım kimseler kendi aralarında halifeyi seçip işi oldu bittiye getiriyorlar. Ali cenazeden sonra bir bakıyor Ebubekir halife seçilmiş. Onlar bana biat etmemişler miydi nasıl başka halife seçerler diyor. Sonra haliyle biat etmiyor Ebubekir’e. Çünkü Ali’nin hilafeti ilahi bir buyruk. Ali bu buyruğu çiğneyemez. O yüzden biat etmeden kendisi ve yakınlarıyla beraber yaşıyorlar.
Zaman geçtikçe takipçileri(4) de artıyor. Ebubekir için tehdit oluşturmaya başlıyorlar. Daha doğrusu Ebubekir ve Ömer, Ali ve takipçilerini kendileri için tehdit olarak görmeye başlıyorlar. Bunun üzerine Şii kaynaklara göre Ömer, Ali’nin evini basıyor ve Fatıma’nın kafasını kapıya vurarak öldürüyor. Ali’yi de yaka paça Ebubekir’in huzuruna götürüp zorla biat ettiriyorlar. Ali biat etmezse öldüreceklerini anlıyor ve öldürülmeyi seçerse ilahi buyruğa karşı gelmiş olacağından dolayı her ne kadar içinden kabul etmese de dışından biat ediyor Ebubekir’e. Şiilerdeki takiyye anlayışının kökeni de burası.
Şiiler bu görüşlere bir de Ali’den nakledilen ve kendisinden önceki diğer üç halife ile alakalı soğuk ve eleştirel sözleri de ekleyip görüşlerini sağlamlaştırmaya çalışırlar. Fakat konuyla alakalı üzerinde durulması gereken belki de en önemli nokta, tüm bu tarih anlatılarının tarihin içinden mi yazıldığı yoksa geriye dönük mü yazıldığıdır. Çünkü buraya kadar anlattığımız kısmın tamamı bu olaylardan çok sonraları muhkemleşmiş anlatılardır. Bu yüzden hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu bilmek ancak muhkemleştikleri dönemle alakalı araştırma yapmaya bağlı.
Şii anlatıdan yola çıkarsak Sünnilerin siyasi kaynaklı bir oluşum oldukları gayet açıktır. Çünkü ilahi buyruk veya peygamberden gelen dini miras Ali’yi işaret ediyordu ve birtakım siyasi ve psikolojik gerekçelerle Ebubekir ve Ömer yönetimi gasp ettiler. Bu siyasi gerekçeler Şii kaynaklarda oldukça ayrıntılı anlatılır. Daha çok kabile çekişmeleri ve Ali’nin savaşlarda gösterdiği kahramanlıklardan kaynaklı bir Ali düşmanlığıdır bu. Çünkü Ali bu kahramanlıklar neticesinde birçok kimsenin yakınlarını öldürmüştü. Bu kimseler İslam’a girseler de Ali’ye yakınlık hissetmiyorlardı. Psikolojik gerekçelerdense başta baş olma sevdası ve güç istenci olmak üzere Ali’nin o esnada genç bir delikanlı olması ve diğerlerinin böyle bir gencin başlarında olmasına razı olmaması gibi gerekçeler örnek olarak gösterilir.
Sünni anlatıdan yola çıkacak olursak Şiilerin siyasi kaynaklı olarak ortaya çıktıklarının gösterilmesi bu anlatıların muhkemleştiği dönemin anlaşılmasına bağlıdır. Çünkü Sünnilere göre Şiiler geriye dönük tarih yazmışlardır ve gerçekte onların anlattığı gibi bir tarih yoktur. Hatta Sünnilere göre bu dönemlerde Şiilik diye bir mezhep veya ekol bile yoktu. Buna karşılık olarak Şiiler, Şiilik kelimesinin peygamber döneminde dahi Ali ve yakın çevresi hakkında övgüyle kullanıldığını söylerler ve bu hususta Sünni hadis kaynaklarından da deliller getirirler. Sünniler ise bu hadislerde kullanılan Şiilik kelimesinin “Ali’nin arkadaşları” şeklinde anlaşılması gerektiğini savunurlar. Zaten mesele Şiilik kelimesiyle ne kadar alakalıdır bunun da düşünülmesi lazım. Peygamber Ali’yi halife tayin ettiyse Sünnilik siyasidir, etmediyse Şiilik. Açık olan kısım budur fakat sonuçta bu tartışma da sonuçsuz kalır.
Özetle Şiilerin bu anlatıları Sünnilere göre Muaviye ailesi ile Ehl-i Beyt arasındaki siyasi mücadele sonucunda Ehl-i Beyt taraftarları tarafından geriye dönük olarak uydurulmuş ve yapay bir mezhep üretilmiştir. Bu mezhep, siyasi mücadeleler sebebiyle ve bu mücadelenin ihtiyaçları çerçevesinde üretildiğinden dolayı siyasidir. Dolayısıyla Sünniler, bu iddialarını temellendirmek için iddialarına göre Şiilerin ilk ortaya çıktığı döneme ışık tutmaları ve bu dönem üzerinden geriye doğru analiz yürütmeleri gerekir. Fakat unutulmaması gereken nokta, sadece Şiiliğin değil Sünniliğin de kendi tarih anlatısını aynı dönemde muhkemleştirdiği ve geriye dönük şekilde yazdığıdır.
Bu iki mezhebin yukarıda zikrettiğim anlatılarının muhkemleştiği dönem ise bu olayların geçtiği dönemin birkaç yüzyıl sonrası. O zamana kadar daha birçok mezhep ortaya çıkacak ve birçok olaylar yaşanacak. Bir sonraki yazıda bu anlatıların muhkemleştiği döneme kadarki olayları ele alacağım. Onun sonrasında ise geriye dönük olarak bu muhkemleşmiş anlatıları değerlendireceğim.
1: Ehli beyte düşmanlık edenlere verilen isim.
2: Benim şahsi görüşüm de budur.
3: Namazınızı kılın ve adil olun manasında iki vasiyet.
4: Şii kelimesi de takipçi anlamına gelir. Ali’nin takipçileri anlamında kullanılır.
Yalancı değilsek gerçekçi olacağız. Bu yüzden romantikler biraz da yalancılardır. Eğer ki herhangi bir hususta sizin için gerçeğin ne olduğu önemli değilse okumanıza ve yazmanıza gerek yok. Hatta düşünmeseniz, araştırmasanız da olur. Romantikseniz, yani gerçek sizin için önemli değilse bunlar olmadan da istediğinizi söyleyip istediğinize inanabilirsiniz. O yüzden gerçeğin inkar edilmesi ile gerçeğin önemsenmemesi yalancılık vasfını almakta eşittir. Biz şimdi yalancılığı bir kenara bırakalım ve İslam tarihindeki gruplaşmaların temel felsefesi ile alakalı hazırladığımız yazı dizimize başlayalım.
Bu yazı dizisinin ilk yazısında -yani şu an okumakta olduğunuz yazıda- Hz. Peygamber’in vefatından Ali’nin Ebubekir’in halifeliğine biat etmesine kadar olan süreci ele alacağım. İkinci yazıda, birinci yazıda ele aldığım anlatıların muhkemleştiği döneme kadar yani yaklaşık 200 yıl sonraki dönemde Sünnilik ve Şiiliğin kemikleştiği döneme kadarki süreci anlatacağım. Üçüncü yazıda ise muhkemleşmiş bu anlatıları geriye doğru felsefi, psikolojik ve sosyolojik analize tabi tutacağım. Yazı dizisinin asıl gayesi İslam tarihindeki mezhepleşme felsefesini anlamak olduğundan dolayı her olaya tek tek kaynak vermeyeceğim. Zira zikrettiğim şeyler basit bir araştırmayla herkes tarafından ulaşılabilecek şeyler.
Kadim ilim mirasına baktığımızda Sünni kaynaklara göre Şiiler ve diğer gruplar siyasi kaynaklı ortaya çıkan gruplardır. Şii kaynaklara baktığımızda ise Şiiler dışında diğer gruplar siyasi kaynaklı ortaya çıkan gruplardır. Günümüz oryantalist çalışmalarında ise bu grupların tamamının hatta bir bütün olarak İslam dininin siyasi kaynaklı olarak ortaya çıktığı iddiası vardır. Bir Müslüman olarak sonuncuyu kabul etmem mümkün olmasa da en azından İslam içi gruplaşmaların oluşmasında siyasetin payının büyük olduğu hususunda tüm uzmanlar fikir birliği içinde gibidir. Gerçek de budur. Fakat elbette bu gruplaşmalar Şii-Sünni gruplaşmasından ibaret değil. İşin temelinde çok daha farklı gruplaşmalar da var. Ben de bu yazı dizisinde daha çok felsefi olmak üzere tarihsel veriler ışığında bu gruplaşmaların psikolojik ve sosyolojik temellerine inmeye çalışacağım. O yüzden öncelikle dünya alevden bir toptu diyerek başlayalım.
Hz. Muhammed hayattayken işin tabiatı gereği farklı görüşler, mezhepler, gruplar oluşamazdı. Herhangi bir ihtilaf doğrudan kendisine getirilirdi ve onun çözümü mutlak kabul edilip ihtilaf sonlandırılırdı. Bu yüzden İslam tarihindeki gruplaşmaların başlangıç tarihi olarak Hz. Muhammed’in ölüm tarihini alabiliriz. Burada akla doğrudan hilafet tartışması gelecektir. Fakat hayattayken kendisinden sonrası için bir halife tayin edip etmediğine dair delillere geçmeden önce Şiilerin ve Sünnilerin Hz. Muhammed’in ölüm gününe dair farklı tasavvurlarına dikkat çekmek gerekir.
Sünnilere göre Hz. Muhammed vefat edince Ali ve ailesi onun cenaze işleriyle ilgilenmiştir. Çünkü onlar ehl-i beyt yani peygamberin ailesidir ve cenaze işleri ile ilgilenmek onların görevidir. Bu esnada sahabeden bir grup bir korulukta toplanmış ve devletin başına kimin geçeceğini tartışmışlardır. Burada bir grup, adını hayatınızda muhtemelen hiç duymadığınız bir sahabiyi aday gösterirken Ömer ise Ebubekir’i aday göstermiş ve yapılan müzakereler sonucunda Ebubekir halife seçilmiştir. Adını duymamışsınızdır derken neyi vurgulamaya çalışıyorum? Neredeyse halife olacak kadar önemli bir sahabi bugün neredeyse kimse tarafından bilinmemektedir. Buradan hareketle, bu olaydan sonrası için aktarılan tarih anlatısına yapay bir müdahalenin olduğu şüphesi haksız olmayacaktır.
Yine Sünni kaynaklara göre daha sonra bu seçimden Ali ve çevresinin haberi olmuş. Ali, kendisine danışılmadan böyle bir karar alındığı için gücenip halifeye biat etmemiş. Eşi Fatıma ve yakınları ile birlikte 6 ay boyunca halifeye biat etmeden kendi hallerinde yaşamışlar. Bu dargınlığın Ali’nin halifeliği kendi hakkı olarak görmesiyle alakası yok Sünnilere göre. Bu sadece dostça bir dargınlık ve yalnızca kendisine haber verilmeden halife seçildiğinden dolayı var olan bir kırgınlık. Ayrıca Fatıma, peygamberin mirasının, kızı olarak kendisine verilmediğinden şikayet ediyor. Ebubekir ise peygamberler miras bırakmaz diye buna karşı geliyor ve mirası Fatıma’ya vermiyor. Bu miras yüz yıl kadar sonra Fatıma’nın torunlarına verilecektir. Tabi buralara Şii alimler tarafından “Bir Müslüman’ın Müslüman bir kardeşine 3 günden fazla küs kalması caiz değildir.” tarzında hadislerle itiraz ediliyor. Çünkü Ali ve Fatıma gibi peygamber katında önemli ve çokça övülmüş zatların bu hadisi bile bile sırf kendisine haber verilmeden halife seçildi veya miras hakları kendilerine verilmedi diye diğer Müslüman kardeşlerine 6 ay küs kalması nasıl mümkün olabilir? Fakat bu tür tartışmalardan da çok sonuç çıkmıyor.
Peki bu 6 ay nasıl sonlanıyor? Sünni kaynaklara göre Hz. Muhammed’in kızı Fatıma, peygamberin ölümünden çok etkilenmiş ve çok yıpranmıştı. Bu üzgünlüğü onu güçsüz düşürdü ve sonunda dayanamayıp vefat etti. Sonuç olarak Fatıma, Ebubekir’e hiç biat etmeden vefat etmiş oldu. Eşinin ölümünden çok etkilenen Ali, bu küslüğü daha fazla uzatmaya gerek yok diye düşünerek Ebubekir’e biat etti. Bunun üzerine Ali’nin çevresi de biat ettiler. Böylece sahabe arasında Osman dönemine kadar ciddi bir ihtilaf olmadı.
Bu süreci Şii kaynaklardan okuduğumuzda ise öncelikle peygamberin hayatta iken Ali’yi halife tayin ettiği olayı ele almamız lazım. Şii ve Sünni hadis kaynaklarının ikisinde de peygamberin “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.” şeklinde bir hadis nakledilir. Şii kaynaklara göre mütevatir, yani yalan olması imkan dahilinde olmayacak kadar çok insandan nakledilmiş. Bu hadisin yüzlerce senedi var. Yani yüzlerce kişiden nakledilmiş. Bir sefer sırasında peygamber tüm sahabeyi toplayarak Ali’nin elini havaya kaldırıp söylüyor bu cümleyi. Mevla kelimesi efendi manasına geliyor. Yani bu hadise göre peygamber, ben kimin reisi isem Ali de onu reisidir diyerek Ali’yi kendinden sonra halife olarak tayin etmiş.
Sünni kaynaklara göre ise bu hadise tabiri caizse her şey denmiş. Mütevatir olduğunu söyleyenler de var, sahihtir diyenler de var zayıftır diyenler de var. Hadisin zayıf olduğunu söyleyen İbn Teymiyye gibi nâsıbîlikle(1) meşhur kimseler ve inanç konularında hadislere itibar edilmez diyen(2) bazı akılcı alimler bir kenara bırakılacak olursa Sünnilerin çoğunluğuna göre bu olay yaşandı ve Hz. Peygamber’in ağzından bu kelimeler çıktı. Fakat buradaki mevla kelimesinin anlamı efendi değil dost Sünnilere göre. Yani peygamber Sünnilere göre orduyu durdurup sahabeyi toplayıp Ali’nin elini havaya kaldırdı ve "ben kimin dostuysam Ali de onun dostudur" dedi.
Böylece Şiilerin delilini bertaraf etmiş oldular. Fakat bu kelimenin dost olarak yorumlanması da daha sonra Şii alimler tarafından kendi lehlerine olarak kullanılacaktır. Çünkü Ali ile savaşan Muaviye, Aişe, Talha, Zübeyir gibi Sünniler için çok önemli olan bir takım sahabe, Ali’nin dostu muydu? Ali’nin dostu değilse peygamberin dostu da olmaması lazım. Çünkü kim peygamberin dostu ise Ali’nin de dostudur. Peygamberin dostu olmayan ise nasıl Müslüman olabilir? Şiiler buradan da Sünni düşünceye itiraz getirmişlerdir ve bu tartışmalar uzayıp gitmiştir.
Ali halife tayin edildikten sonra Hz. Peygamber, ölümünden birkaç gün önce Ebubekir’i ve Ömer’i şehir dışında uzak bir yere göreve gönderiyor. Fakat sonra rahatsızlanıyor. Yani normalde ikisinin de peygamberin vefatı esnasında Medine’de olmaması lazım. Şiilere göre peygamber bunu kasıtlı yapıyor çünkü onların Ali’nin hilafetine engel olmak isteyeceklerini biliyor.
Peygamberin ölüm döşeğinde olduğu haberini alan Ebubekir ordunun komutasını başka birine verip hemen Medine’ye geri dönüyor. Aynı şekilde Ömer de geri dönüyor. Bu olay da Sünni kaynaklarda sahih olarak zikredilen olaylardandır. Peygamber bundan rahatsız oluyor fakat artık ölüm döşeğinde olduğundan dolayı fazla üstünde durmuyor. Şii kaynaklara göre ikisi de halifeliği ele geçirmek için geri döndüler. Yoksa Ali halife olacak.
Peygamber ölmeden hemen önce bir kalem ve bir kağıt istiyor yanındakilerden. “Size üç vasiyet yazdıracağım ki bunlara uyarsanız ebediyen yanlış yola düşmeyeceksiniz.” diyor. Ömer itiraz ediyor: “Bize Kuran ve sünnet yeter.”. Sonra içerideki sahabe arasında tartışma çıkıyor ve peygamber bir kişi hariç dışarı çıkmalarını rica ediyor. Sonra bu kişiye vasiyetini sözlü olarak söylüyor. Bu kişiye vasiyetin ne olduğu sorulduğunda ilk ikisini(3) söylemiş fakat üçüncüsünü unuttuğunu söylemiş. Bu hadis de Şii ve Sünni kaynaklarca sahih olduğu kabul edilen bir hadistir. Kırtas hadisesi adıyla meşhur olmuştur. Şiilere göre burada peygamber halife tayinini yineleyecekti ve kimsenin itiraz edememesini sağlayacaktı fakat Ömer buna engel oldu. Sünnilere göre ise Ömer bu tavrıyla peygamberin ölüm anında kendini yormamasını hedeflemişti. Yoksa Ömer gibi önemli bir zatın peygambere bile bile karşı gelmesi düşünülemez.
Sonra peygamber birkaç gün içinde vefat ediyor. Ali ve ailesi cenaze işleriyle ilgileniyor. Peygamberin cenazesini 17 kişi kılıyorlar. Bu arada diğer bir grup halife seçimiyle meşguller. Yani Şiilere göre göz göre göre peygamberin emrini çiğniyorlar. Çünkü sahabenin içinde Ali’yi sevmeyenler var. Kabile düşmanlıkları, kişisel husumetler var. Bu yüzden Ali halife olmasın da kim olursa olsun diyen birtakım kimseler kendi aralarında halifeyi seçip işi oldu bittiye getiriyorlar. Ali cenazeden sonra bir bakıyor Ebubekir halife seçilmiş. Onlar bana biat etmemişler miydi nasıl başka halife seçerler diyor. Sonra haliyle biat etmiyor Ebubekir’e. Çünkü Ali’nin hilafeti ilahi bir buyruk. Ali bu buyruğu çiğneyemez. O yüzden biat etmeden kendisi ve yakınlarıyla beraber yaşıyorlar.
Zaman geçtikçe takipçileri(4) de artıyor. Ebubekir için tehdit oluşturmaya başlıyorlar. Daha doğrusu Ebubekir ve Ömer, Ali ve takipçilerini kendileri için tehdit olarak görmeye başlıyorlar. Bunun üzerine Şii kaynaklara göre Ömer, Ali’nin evini basıyor ve Fatıma’nın kafasını kapıya vurarak öldürüyor. Ali’yi de yaka paça Ebubekir’in huzuruna götürüp zorla biat ettiriyorlar. Ali biat etmezse öldüreceklerini anlıyor ve öldürülmeyi seçerse ilahi buyruğa karşı gelmiş olacağından dolayı her ne kadar içinden kabul etmese de dışından biat ediyor Ebubekir’e. Şiilerdeki takiyye anlayışının kökeni de burası.
Şiiler bu görüşlere bir de Ali’den nakledilen ve kendisinden önceki diğer üç halife ile alakalı soğuk ve eleştirel sözleri de ekleyip görüşlerini sağlamlaştırmaya çalışırlar. Fakat konuyla alakalı üzerinde durulması gereken belki de en önemli nokta, tüm bu tarih anlatılarının tarihin içinden mi yazıldığı yoksa geriye dönük mü yazıldığıdır. Çünkü buraya kadar anlattığımız kısmın tamamı bu olaylardan çok sonraları muhkemleşmiş anlatılardır. Bu yüzden hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu bilmek ancak muhkemleştikleri dönemle alakalı araştırma yapmaya bağlı.
Şii anlatıdan yola çıkarsak Sünnilerin siyasi kaynaklı bir oluşum oldukları gayet açıktır. Çünkü ilahi buyruk veya peygamberden gelen dini miras Ali’yi işaret ediyordu ve birtakım siyasi ve psikolojik gerekçelerle Ebubekir ve Ömer yönetimi gasp ettiler. Bu siyasi gerekçeler Şii kaynaklarda oldukça ayrıntılı anlatılır. Daha çok kabile çekişmeleri ve Ali’nin savaşlarda gösterdiği kahramanlıklardan kaynaklı bir Ali düşmanlığıdır bu. Çünkü Ali bu kahramanlıklar neticesinde birçok kimsenin yakınlarını öldürmüştü. Bu kimseler İslam’a girseler de Ali’ye yakınlık hissetmiyorlardı. Psikolojik gerekçelerdense başta baş olma sevdası ve güç istenci olmak üzere Ali’nin o esnada genç bir delikanlı olması ve diğerlerinin böyle bir gencin başlarında olmasına razı olmaması gibi gerekçeler örnek olarak gösterilir.
Sünni anlatıdan yola çıkacak olursak Şiilerin siyasi kaynaklı olarak ortaya çıktıklarının gösterilmesi bu anlatıların muhkemleştiği dönemin anlaşılmasına bağlıdır. Çünkü Sünnilere göre Şiiler geriye dönük tarih yazmışlardır ve gerçekte onların anlattığı gibi bir tarih yoktur. Hatta Sünnilere göre bu dönemlerde Şiilik diye bir mezhep veya ekol bile yoktu. Buna karşılık olarak Şiiler, Şiilik kelimesinin peygamber döneminde dahi Ali ve yakın çevresi hakkında övgüyle kullanıldığını söylerler ve bu hususta Sünni hadis kaynaklarından da deliller getirirler. Sünniler ise bu hadislerde kullanılan Şiilik kelimesinin “Ali’nin arkadaşları” şeklinde anlaşılması gerektiğini savunurlar. Zaten mesele Şiilik kelimesiyle ne kadar alakalıdır bunun da düşünülmesi lazım. Peygamber Ali’yi halife tayin ettiyse Sünnilik siyasidir, etmediyse Şiilik. Açık olan kısım budur fakat sonuçta bu tartışma da sonuçsuz kalır.
Özetle Şiilerin bu anlatıları Sünnilere göre Muaviye ailesi ile Ehl-i Beyt arasındaki siyasi mücadele sonucunda Ehl-i Beyt taraftarları tarafından geriye dönük olarak uydurulmuş ve yapay bir mezhep üretilmiştir. Bu mezhep, siyasi mücadeleler sebebiyle ve bu mücadelenin ihtiyaçları çerçevesinde üretildiğinden dolayı siyasidir. Dolayısıyla Sünniler, bu iddialarını temellendirmek için iddialarına göre Şiilerin ilk ortaya çıktığı döneme ışık tutmaları ve bu dönem üzerinden geriye doğru analiz yürütmeleri gerekir. Fakat unutulmaması gereken nokta, sadece Şiiliğin değil Sünniliğin de kendi tarih anlatısını aynı dönemde muhkemleştirdiği ve geriye dönük şekilde yazdığıdır.
Bu iki mezhebin yukarıda zikrettiğim anlatılarının muhkemleştiği dönem ise bu olayların geçtiği dönemin birkaç yüzyıl sonrası. O zamana kadar daha birçok mezhep ortaya çıkacak ve birçok olaylar yaşanacak. Bir sonraki yazıda bu anlatıların muhkemleştiği döneme kadarki olayları ele alacağım. Onun sonrasında ise geriye dönük olarak bu muhkemleşmiş anlatıları değerlendireceğim.
1: Ehli beyte düşmanlık edenlere verilen isim.
2: Benim şahsi görüşüm de budur.
3: Namazınızı kılın ve adil olun manasında iki vasiyet.
4: Şii kelimesi de takipçi anlamına gelir. Ali’nin takipçileri anlamında kullanılır.
Hayvanlardan evrildigine inanan birinin dini konulardaki sözleri beni zehirler.