İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un, 9 Mart’ta Ankara’ya gerçekleştirdiği ziyaretle birlikte Türkiye ve İsrail ilişkileri için yeni bir dönemin kapısı resmen aralanmış oldu. Orta Doğu’nun gerçek anlamda iki modern devleti ve demokrasisi olan Türkiye ile İsrail ilişkilerinin 2000’li yılların ortasından itibaren içine girdiği çıkmaz, ne yazık ki AKP hükümetinin bu dönemdeki yanlış seçimlerinin bir sonucuydu. Türk Devleti’nin menfaatlerine ve tarihselliğine aykırı bir şekilde İhvancı bir anlayışla hareket eden ve kökenleri 1970’li yıllara dayanan anti-semitist ve siyasal İslamcı kurgunun, Ankara-Tel Aviv hattındaki gerilimin nedeni olduğu açıktır. Suriye İç Savaşı’nın başladığı tarihten itibaren devlet politikasını yanlış yönde etkileyerek “başarı”sını kanıtlamış ve şu anda muhalefet saflarında kendine konum sağlamaya çalışan eski bir akademisyenin, İsrail ile Türkiye ilişkilerinin gerilemesinde payı olduğu da muhakkaktır. İhvancı bir ajanda içerisinde, kendi devletinin çıkarları hilafına koşulsuz şekilde Filistin’e destek verenlerin, Türk milleti ve devletine bunca zaman herhangi bir kazanım sağlamadıkları da aşikârdır.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin tarihselliği üzerine de kısa bir hatırlatma yapmak yerinde olacaktır. Türkiye’nin 1949 yılında İsrail Devleti’ni resmen tanımasıyla başlayan ikili ilişkiler, 1970’li yıllara kadar Arap-İsrail gerginliğinden bolca etkilenen bir görünüm sergiledi. Özellikle 70’li yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidarı ve Bülent Ecevit’in Başbakanlığı döneminde “sol dayanışma” üzerinden İsrail aleyhtarı bir görünüm sergilenmekteydi. Bu dönemde Soğuk Savaş şartları içerisinde Türkiye’de artan sol terörizm, “Filistin Davası” içerisinde Suriye, Lübnan gibi sol militanların yuvalandıkları bölgelerde önemli bir barınma noktası olmuştur.
1969 yılında Türkiye İşçi Partisi (TİP) içerisinde çıkan tartışmalar ve üniversiteli sol sempatizanı gençliğin yeni arayışlara girmesi sonrasında, Türkiye’deki sol kavrayışta önemli gelişmeler yaşanmıştır. 1969 yılında Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun (THKO) kurulması ve söz konusu yapının sistematik sol terör faaliyetlerine girişmesinin temelleri yine aynı yılda, THKO’nun kurucularından Deniz Gezmiş’in, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC) isimli örgütün kamplarında gerilla eğitimi almasıyla atılmıştır. Bu dönemde Türk Devleti ile İsrail arasında sol terörizme karşı gelişen istihbarat iş birliğinin karşılıklı olarak büyük faydaları görüldü. 1971 yılında Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi (THKP-C) terör örgütü mensupları olan Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı ve Hüseyin Cevahir isimli sol teröristler tarafından kaçırılan İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efrahim Elfrom’un infaz edilmesi büyük yankı uyandırdı. Mahir Çayan ve beraberindeki teröristlerin yine Filistinli teröristler tarafından çeşitli gerilla kamplarında eğitime tabii tutulduğu, toplamda 200’e yakın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bu kamplarda eğitim gördüğü ve Türkiye’de terörist faaliyetlerde yer aldıkları İsrail istihbarat raporlarında kendine yer bulmuştur.
12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbenin ardından, 70’li yıllarda sol gruplar içerisinde filizlenen bir başka terör örgütü durumundaki PKK, terör elebaşı Abdullah Öcalan tarafından Suriye’de yeni bir yapılanmaya gitmiştir. Bu dönemde sol terör örgütleri için rejim eliyle her türlü imkanın sağlandığı ve başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere terör ihraç etmeye başlayan Suriye toprakları, PKK için de elverişli bir ortam haline gelmiştir. Sözde Ermeni soykırımı propagandasını daha geniş çaplı bir biçimde duyurmak maksadıyla faaliyete geçen Ermeni terör örgütü ASALA, bu dönemde Suriye topraklarında çeşiti eğitim kampları kurma olanağı bulmuştur. Yine PKK ve ASALA arasındaki ilk iş birliği nüvelerinin de bu dönemde ortaya çıktığı görülmektedir.
Soğuk Savaş retoriği içerisinde ilerleyen bu dönem boyunca Türkiye ve İsrail, terör konusunda pek çok iş birliği gerçekleştirmiştir. 1982 yılında işgal altındaki Bekaa Vadisi ile Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta yuvalanan PKK, ASALA ve Filistinli gruplar olmak üzere çeşitli sol terörist yapılara karşı Türkiye ve İsrail tarafından ortak gizli operasyonlar yapıldı.
1984 ve 1985 yılları arasında Türk parlamenterler ile İsrailli vekiller arasında yapılan üst düzey görüşmeler, Türk dış politikası için yeni bir perspektifin oluşmasına katkı sağladı. Söz konusu görüşmelerle birlikte Türkiye, İsrail’in ABD nezdindeki etkisini net bir şekilde gözlemleme imkanı bulurken, Yahudi Lobisi’nin ABD Kongresi’nde, Rum ve Ermeni Lobisi’ne karşı önemli bir kaldıraç vazifesi görebileceğini somutlaştırmış oldu.
90’lı yılların ortasından itibaren güçlenen ilişkiler Türkiye’ye, Suriye ile yaşanan PKK terörü ve su sorunu konuları adına Washington nezdinde lobi faaliyetleri için büyük avantaj sağladı. Aynı dönemde Başbakan Tansu Çiller ve İsrail Başbakanı Yitzak Rabin terörizm ve uyuşturucu kaçakçılığıyla ilişkili konularda iş birliğinin artırılması ve İsrail’e olası su satışı için görüşmelere dair anlaşmaya vardılar.
1995 yılının Ekim ayında Türkiye ve İsrail arasında imzalanan “Askeri İşbirliği ve Eğitim Anlaşması”, ilerleyen dönemde Ürdün’ün de katılacağı bir Stratejik Değerlendirme Grubu’nun oluşturulmasını, istihbarat işbirliği ve Türk Ordusu’na yönelik İsrail yardım ve eğitiminin artırılmasını içermekteydi. İsrail ve Türkiye, 16 Mart 1996 tarihinde iki ülke arasında serbest ticaret bölgesi oluşturulması ile ortak yatırımlara yönelik bir anlaşmaya imza attı.
Cumhurbaşkanı Demirel’in söz konusu ziyaretinden birkaç ay önce iki ülke arasında imzalanan “Askeri İşbirliği ve Eğitim Anlaşması”yla birlikte değerlendirildiğinde, iki ülke arasındaki ilişkilerin bölgedeki yansımalarının anlamı daha iyi anlaşılmaktadır. İran söz konusu anlaşmalara sert tepki gösterirken, Suriye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdülhalim Haddam, Türk-İsrail ortaklığını “1948 yılından bu yana Araplara yönelik en büyük tehdit” olarak değerlendirdiklerini açıkladı.
1996 yılında imzalanan Türkiye-İsrail Askeri İşbirliği Anlaşması, içeriği halen gizliliğini korusa da, iki ülke ilişkilerinde olumlu gidişat açısından zirveyi temsil etmektedir. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, İsrail’in yüksek teknoloji ürünleri ve tarım ekipmanları için önemli bir pazar, ilişkilerin güçlendirilmesi gereken bir bölge olarak nitelendirilmekteydi. Bu anlamda İsrail’in Orta Asya Türk cumhuriyetlerine erişimi açısından Türkiye ile ilişkilerin büyük avantaj sağlayacağı değerlendirmekteydi.
28 Ağustos 1996 yılında İsrail Savunma Bakanlığı üst düzey yetkilisi General David İrvi’nin Ankara’ya yapmış olduğu resmi ziyarette, Türk Hava Kuvvetleri filosunda bulunan 54 adet F-4 Phantom tipi savaş uçağının, 600 milyon dolar bedelindeki anlaşmayla modernize edilmesi ve devlet kontrolündeki uçak fabrikaları arasında askeri işbirliği geliştirilmesini kapsayan bir anlaşma imzalandı. İki ülke arasında yaşanan bu hızlı ve çabuk yakınlaşma ekonomide de belirgin etkilere sahne oldu. Sadece 1997 yılında 250 binden fazla İsrailli turist tatil için Türkiye’yi tercih ederken, İsrailli turistler için Türkiye önemli bir turizm merkez haline geldi. Yine aynı yıl Başbakan Mesut Yılmaz, iki ülke ilişkilerine dair, “Türk – İsrail işbirliği, bölgede güç dengesi açısından zorunludur.” şeklinde dikkat çekici bir değerlendirmede bulundu.
Türk iç politikası açısından oldukça karmaşık geçen 1997 yılında, Türkiye’nin İsrail’e gerçekleştirdiği ihracat oranı bir önceki yıla göre yüzde 54 oranında artarken, aynı dönemde ithalatta ise yüzde 19’luk bir artış görüldü. Aynı yıl gerginleşen İran - Türkiye ilişkilerine PKK ve terör sorunu damgasını vurdu. Türkiye ile gerginleşen ilişkiler üzerine PKK terör örgütü, İran’da kolayca propaganda olanağı bulmuş, hatta Abdullah Öcalan’ın kitapları İran Kültür Bakanlığı onayı ile yayımlanmıştır. PKK’nın İran’da bir Kürt Enstitüsü ve Türkiye-İran sınırında Mokriyan ismini taşıyan bir Kürt ili kurulması gibi girişimleri de olmuştur. Ayrıca Kürt öğrenciler ve milletvekilleri ile ilişkiler geliştirmiştir. Bu ilişkiler, 1997’de Hatemi’nin iktidara gelmesi ile çok boyutlu hale gelmiştir. İran’da diğer Kürt partilerini dışlayan ve üyelerini yakaladığında idam eden İran Hükümeti, PKK yandaşlarına serbest çalışma alanı sunmuştur. Tutukladığı zamanlarda ise kısa sürede serbest bırakmıştır.
1998 yılında ise daha önce yürürlüğe giren askeri iş birliği anlaşması kapsamında 75 milyon dolar değerinde önemli modernizasyon süreci başladı. Buna göre Türk Hava Kuvvetleri filosunda bulunan 48 adet F-5 modern elektronik sistemlerle İsrail tarafından modernize edilecekti. Türkiye ayrıca sahip olduğu F-16’lar için geniş yakıt tankları gibi İsrail’in ürettiği gelişmiş teknolojili hava gereçleri alırken, İsrail ise Türkiye’den yaklaşık 50 adet zırhlı araç satın aldı.
Yine iki ülke arasındaki işbirliğinin dış politikada bir diğer önemli yansıması ise, Türkiye ile Güney Kıbrıs Rum Kesimi arasında S-300 hava savunma sistemlerine dair çıkan kriz oldu. Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin, Rusya’dan satın aldığı S-300 sistemlerinin adaya yerleştirilmesine müsaade etmeyeceğini kararlı bir şekilde vurgulayan Türkiye’ye bu dönemde ABD’deki İsrail Lobisi Washington nezdinde Ankara’nın haklılığını savunan önemli çalışmalarla destek oldu. Öte yandan Türk Hava Kuvvetleri pilotları, Rumların S-300’ü adaya yerleştirmeden önce yapılacak olası bir harekat için İsrail’deki Negev Çölü’nde senaryolar dahilinde önemli tatbikatlar gerçekleştirdi. Söz konusu tatbikatta S-300’den kaçınma ve bombalama eğitimlerinin gerçekleştirildiği net bir şekilde kanıtlanmasa da önemli bir spekülasyon olarak daima dile getirildi.
Terör örgütü PKK'nın kurucusu, terörist elebaşı Abdullah Öcalan'ın, uzun yıllar korunduğu Suriye'nin ardından kaçmak zorunda kaldığı Yunanistan, Rusya ve İtalya'dan sonra saklandığı Kenya'da 15 Şubat 1999 yılında düzenlenen operasyonla Türkiye’ye getirildi. Söz konusu operasyon CIA ve MOSSAD’ın desteğiyle Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından başarıyla gerçekleştirildi. Terör elebaşı Öcalan’ın, Türkiye’ye getirilmesi sürecinde Yunanistan günlerinden itibaren MOSSAD’ın önemli katkı sağladığı dile getirilmektedir.
Terörle mücadele konusunda Türkiye ve İsrail, 1970’lerde sol terörizme karşı geliştirdikleri iş birliğini, 80’lerin başından itibaren PKK ve ASALA’ya karşı gerçekleştirilen ortak operasyonlarla pekiştirdiler. PKK liderinin Kenya’da yakalanması süreci de yine bu iş birliğinin en önemli getirilerinden biri olarak kaydedilmektedir. 1990’lı yıllarda düzenli bir ivmeyle olumlu şekilde yükselen Türkiye-İsrail iş birliği başta terörle mücadele olmak üzere ticaret, ekonomi ve güvenlik alanlarında her iki tarafa da olumlu katkılar sağlamıştır. Dönemin kendi koşulları içerisinde değerlendirildiğinde Orta Doğu’nun en faydalı işbirliği modellerinden birinin bu dönemde iki ülke tarafından geliştirildiği görülmektedir. Öyle ki, 2001 yılı Nisan ayındaki resmi ziyaretinden önce İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Perez, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak, “Ermenilerin, Yahudiler gibi soykırım kurbanı olduğunu söylemek anlamsız. Holokost ve Ermeni iddiaları arasında benzerlik kurulmasını reddediyoruz.” ifadelerini kullandı. Söz konusu örnekte görülebileceği gibi, Türk-İsrail ilişkileri, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası ortamda elini oldukça kuvvetlendirmiş ve Soğuk Savaş sonrası yeni düzende Washington’da önemli bir lobi müttefiği edinmesini de sağlamıştır. Böylece Türkiye, asılsız Ermeni iddialarına karşı Ermeni lobisine ve Yunan-Rum ortaklığına karşı Kıbrıs’taki çıkarlarını korumak konusunda doğrudan ABD nezdinde Yahudi lobisinin desteğini almıştır.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin tarihselliği üzerine de kısa bir hatırlatma yapmak yerinde olacaktır. Türkiye’nin 1949 yılında İsrail Devleti’ni resmen tanımasıyla başlayan ikili ilişkiler, 1970’li yıllara kadar Arap-İsrail gerginliğinden bolca etkilenen bir görünüm sergiledi. Özellikle 70’li yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidarı ve Bülent Ecevit’in Başbakanlığı döneminde “sol dayanışma” üzerinden İsrail aleyhtarı bir görünüm sergilenmekteydi. Bu dönemde Soğuk Savaş şartları içerisinde Türkiye’de artan sol terörizm, “Filistin Davası” içerisinde Suriye, Lübnan gibi sol militanların yuvalandıkları bölgelerde önemli bir barınma noktası olmuştur.
1969 yılında Türkiye İşçi Partisi (TİP) içerisinde çıkan tartışmalar ve üniversiteli sol sempatizanı gençliğin yeni arayışlara girmesi sonrasında, Türkiye’deki sol kavrayışta önemli gelişmeler yaşanmıştır. 1969 yılında Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun (THKO) kurulması ve söz konusu yapının sistematik sol terör faaliyetlerine girişmesinin temelleri yine aynı yılda, THKO’nun kurucularından Deniz Gezmiş’in, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC) isimli örgütün kamplarında gerilla eğitimi almasıyla atılmıştır. Bu dönemde Türk Devleti ile İsrail arasında sol terörizme karşı gelişen istihbarat iş birliğinin karşılıklı olarak büyük faydaları görüldü. 1971 yılında Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi (THKP-C) terör örgütü mensupları olan Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı ve Hüseyin Cevahir isimli sol teröristler tarafından kaçırılan İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efrahim Elfrom’un infaz edilmesi büyük yankı uyandırdı. Mahir Çayan ve beraberindeki teröristlerin yine Filistinli teröristler tarafından çeşitli gerilla kamplarında eğitime tabii tutulduğu, toplamda 200’e yakın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bu kamplarda eğitim gördüğü ve Türkiye’de terörist faaliyetlerde yer aldıkları İsrail istihbarat raporlarında kendine yer bulmuştur.
12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbenin ardından, 70’li yıllarda sol gruplar içerisinde filizlenen bir başka terör örgütü durumundaki PKK, terör elebaşı Abdullah Öcalan tarafından Suriye’de yeni bir yapılanmaya gitmiştir. Bu dönemde sol terör örgütleri için rejim eliyle her türlü imkanın sağlandığı ve başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere terör ihraç etmeye başlayan Suriye toprakları, PKK için de elverişli bir ortam haline gelmiştir. Sözde Ermeni soykırımı propagandasını daha geniş çaplı bir biçimde duyurmak maksadıyla faaliyete geçen Ermeni terör örgütü ASALA, bu dönemde Suriye topraklarında çeşiti eğitim kampları kurma olanağı bulmuştur. Yine PKK ve ASALA arasındaki ilk iş birliği nüvelerinin de bu dönemde ortaya çıktığı görülmektedir.
Soğuk Savaş retoriği içerisinde ilerleyen bu dönem boyunca Türkiye ve İsrail, terör konusunda pek çok iş birliği gerçekleştirmiştir. 1982 yılında işgal altındaki Bekaa Vadisi ile Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta yuvalanan PKK, ASALA ve Filistinli gruplar olmak üzere çeşitli sol terörist yapılara karşı Türkiye ve İsrail tarafından ortak gizli operasyonlar yapıldı.
1984 ve 1985 yılları arasında Türk parlamenterler ile İsrailli vekiller arasında yapılan üst düzey görüşmeler, Türk dış politikası için yeni bir perspektifin oluşmasına katkı sağladı. Söz konusu görüşmelerle birlikte Türkiye, İsrail’in ABD nezdindeki etkisini net bir şekilde gözlemleme imkanı bulurken, Yahudi Lobisi’nin ABD Kongresi’nde, Rum ve Ermeni Lobisi’ne karşı önemli bir kaldıraç vazifesi görebileceğini somutlaştırmış oldu.
90’lı yılların ortasından itibaren güçlenen ilişkiler Türkiye’ye, Suriye ile yaşanan PKK terörü ve su sorunu konuları adına Washington nezdinde lobi faaliyetleri için büyük avantaj sağladı. Aynı dönemde Başbakan Tansu Çiller ve İsrail Başbakanı Yitzak Rabin terörizm ve uyuşturucu kaçakçılığıyla ilişkili konularda iş birliğinin artırılması ve İsrail’e olası su satışı için görüşmelere dair anlaşmaya vardılar.
1995 yılının Ekim ayında Türkiye ve İsrail arasında imzalanan “Askeri İşbirliği ve Eğitim Anlaşması”, ilerleyen dönemde Ürdün’ün de katılacağı bir Stratejik Değerlendirme Grubu’nun oluşturulmasını, istihbarat işbirliği ve Türk Ordusu’na yönelik İsrail yardım ve eğitiminin artırılmasını içermekteydi. İsrail ve Türkiye, 16 Mart 1996 tarihinde iki ülke arasında serbest ticaret bölgesi oluşturulması ile ortak yatırımlara yönelik bir anlaşmaya imza attı.
Cumhurbaşkanı Demirel’in söz konusu ziyaretinden birkaç ay önce iki ülke arasında imzalanan “Askeri İşbirliği ve Eğitim Anlaşması”yla birlikte değerlendirildiğinde, iki ülke arasındaki ilişkilerin bölgedeki yansımalarının anlamı daha iyi anlaşılmaktadır. İran söz konusu anlaşmalara sert tepki gösterirken, Suriye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdülhalim Haddam, Türk-İsrail ortaklığını “1948 yılından bu yana Araplara yönelik en büyük tehdit” olarak değerlendirdiklerini açıkladı.
1996 yılında imzalanan Türkiye-İsrail Askeri İşbirliği Anlaşması, içeriği halen gizliliğini korusa da, iki ülke ilişkilerinde olumlu gidişat açısından zirveyi temsil etmektedir. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, İsrail’in yüksek teknoloji ürünleri ve tarım ekipmanları için önemli bir pazar, ilişkilerin güçlendirilmesi gereken bir bölge olarak nitelendirilmekteydi. Bu anlamda İsrail’in Orta Asya Türk cumhuriyetlerine erişimi açısından Türkiye ile ilişkilerin büyük avantaj sağlayacağı değerlendirmekteydi.
28 Ağustos 1996 yılında İsrail Savunma Bakanlığı üst düzey yetkilisi General David İrvi’nin Ankara’ya yapmış olduğu resmi ziyarette, Türk Hava Kuvvetleri filosunda bulunan 54 adet F-4 Phantom tipi savaş uçağının, 600 milyon dolar bedelindeki anlaşmayla modernize edilmesi ve devlet kontrolündeki uçak fabrikaları arasında askeri işbirliği geliştirilmesini kapsayan bir anlaşma imzalandı. İki ülke arasında yaşanan bu hızlı ve çabuk yakınlaşma ekonomide de belirgin etkilere sahne oldu. Sadece 1997 yılında 250 binden fazla İsrailli turist tatil için Türkiye’yi tercih ederken, İsrailli turistler için Türkiye önemli bir turizm merkez haline geldi. Yine aynı yıl Başbakan Mesut Yılmaz, iki ülke ilişkilerine dair, “Türk – İsrail işbirliği, bölgede güç dengesi açısından zorunludur.” şeklinde dikkat çekici bir değerlendirmede bulundu.
Türk iç politikası açısından oldukça karmaşık geçen 1997 yılında, Türkiye’nin İsrail’e gerçekleştirdiği ihracat oranı bir önceki yıla göre yüzde 54 oranında artarken, aynı dönemde ithalatta ise yüzde 19’luk bir artış görüldü. Aynı yıl gerginleşen İran - Türkiye ilişkilerine PKK ve terör sorunu damgasını vurdu. Türkiye ile gerginleşen ilişkiler üzerine PKK terör örgütü, İran’da kolayca propaganda olanağı bulmuş, hatta Abdullah Öcalan’ın kitapları İran Kültür Bakanlığı onayı ile yayımlanmıştır. PKK’nın İran’da bir Kürt Enstitüsü ve Türkiye-İran sınırında Mokriyan ismini taşıyan bir Kürt ili kurulması gibi girişimleri de olmuştur. Ayrıca Kürt öğrenciler ve milletvekilleri ile ilişkiler geliştirmiştir. Bu ilişkiler, 1997’de Hatemi’nin iktidara gelmesi ile çok boyutlu hale gelmiştir. İran’da diğer Kürt partilerini dışlayan ve üyelerini yakaladığında idam eden İran Hükümeti, PKK yandaşlarına serbest çalışma alanı sunmuştur. Tutukladığı zamanlarda ise kısa sürede serbest bırakmıştır.
1998 yılında ise daha önce yürürlüğe giren askeri iş birliği anlaşması kapsamında 75 milyon dolar değerinde önemli modernizasyon süreci başladı. Buna göre Türk Hava Kuvvetleri filosunda bulunan 48 adet F-5 modern elektronik sistemlerle İsrail tarafından modernize edilecekti. Türkiye ayrıca sahip olduğu F-16’lar için geniş yakıt tankları gibi İsrail’in ürettiği gelişmiş teknolojili hava gereçleri alırken, İsrail ise Türkiye’den yaklaşık 50 adet zırhlı araç satın aldı.
Yine iki ülke arasındaki işbirliğinin dış politikada bir diğer önemli yansıması ise, Türkiye ile Güney Kıbrıs Rum Kesimi arasında S-300 hava savunma sistemlerine dair çıkan kriz oldu. Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin, Rusya’dan satın aldığı S-300 sistemlerinin adaya yerleştirilmesine müsaade etmeyeceğini kararlı bir şekilde vurgulayan Türkiye’ye bu dönemde ABD’deki İsrail Lobisi Washington nezdinde Ankara’nın haklılığını savunan önemli çalışmalarla destek oldu. Öte yandan Türk Hava Kuvvetleri pilotları, Rumların S-300’ü adaya yerleştirmeden önce yapılacak olası bir harekat için İsrail’deki Negev Çölü’nde senaryolar dahilinde önemli tatbikatlar gerçekleştirdi. Söz konusu tatbikatta S-300’den kaçınma ve bombalama eğitimlerinin gerçekleştirildiği net bir şekilde kanıtlanmasa da önemli bir spekülasyon olarak daima dile getirildi.
Terör örgütü PKK'nın kurucusu, terörist elebaşı Abdullah Öcalan'ın, uzun yıllar korunduğu Suriye'nin ardından kaçmak zorunda kaldığı Yunanistan, Rusya ve İtalya'dan sonra saklandığı Kenya'da 15 Şubat 1999 yılında düzenlenen operasyonla Türkiye’ye getirildi. Söz konusu operasyon CIA ve MOSSAD’ın desteğiyle Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından başarıyla gerçekleştirildi. Terör elebaşı Öcalan’ın, Türkiye’ye getirilmesi sürecinde Yunanistan günlerinden itibaren MOSSAD’ın önemli katkı sağladığı dile getirilmektedir.
Terörle mücadele konusunda Türkiye ve İsrail, 1970’lerde sol terörizme karşı geliştirdikleri iş birliğini, 80’lerin başından itibaren PKK ve ASALA’ya karşı gerçekleştirilen ortak operasyonlarla pekiştirdiler. PKK liderinin Kenya’da yakalanması süreci de yine bu iş birliğinin en önemli getirilerinden biri olarak kaydedilmektedir. 1990’lı yıllarda düzenli bir ivmeyle olumlu şekilde yükselen Türkiye-İsrail iş birliği başta terörle mücadele olmak üzere ticaret, ekonomi ve güvenlik alanlarında her iki tarafa da olumlu katkılar sağlamıştır. Dönemin kendi koşulları içerisinde değerlendirildiğinde Orta Doğu’nun en faydalı işbirliği modellerinden birinin bu dönemde iki ülke tarafından geliştirildiği görülmektedir. Öyle ki, 2001 yılı Nisan ayındaki resmi ziyaretinden önce İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Perez, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak, “Ermenilerin, Yahudiler gibi soykırım kurbanı olduğunu söylemek anlamsız. Holokost ve Ermeni iddiaları arasında benzerlik kurulmasını reddediyoruz.” ifadelerini kullandı. Söz konusu örnekte görülebileceği gibi, Türk-İsrail ilişkileri, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası ortamda elini oldukça kuvvetlendirmiş ve Soğuk Savaş sonrası yeni düzende Washington’da önemli bir lobi müttefiği edinmesini de sağlamıştır. Böylece Türkiye, asılsız Ermeni iddialarına karşı Ermeni lobisine ve Yunan-Rum ortaklığına karşı Kıbrıs’taki çıkarlarını korumak konusunda doğrudan ABD nezdinde Yahudi lobisinin desteğini almıştır.