Trabzon’da ismini anmaya değmez bir partinin standına gösterilen haklı tepkiyi birçoğumuz görmüştür. Ben de gördüm, bu sebeple ne zamandır konuşmak istediğim Türkiye ve şeriat -yazı sonuna kadar anılacak hâliyle “İslam hukuku”- konusunda birkaç söz söylemek istedim.
Öncelikle şunu söylemeye mecburum, Ulu Gazi bizi kösnemiş, köhnemeye yüz tutmuş hâlimizden alıp muasır medeniyet seviyesine çıkarmak için çok çabalamıştır, müteşekkirim, duacısıyım. Bu süreçte her ne kadar yapılan çoğu devrim millet cesedini yakıp, küllerinden dirilsin diye yapılmış ve başarılı olmuş olsa da bu süreçte reddedilemez bir gerçek karşımıza çıkar. Bu gerçek, Müslüman vatandaşların hiçbir şartta kabullenemediği birtakım cebri uygulamaların devrimlere gölge düşürdüğüdür. Ben bu zor kullanarak yapılmış işlerin dahi pek çoğunun iyi niyetle yapıldığına araştırıp kani olmuş bir Müslümanım ancak yine de bu durum halk tabanında yer yer cereyan eden bu memnuniyetsizliği değiştirmiyor.
Hayatım boyunca da bu memnuniyetsizliği sık sık işittim. Hem inançsız hem de inançlı olduğum süreçte birçok muhafazakar ve köktendinci gruptan insanlarla irtibatım oldu. Allah razı olsun, birçoğundan iyilik gördüm ancak kayda değecek kadar büyük bir kısmı zır cahildi. Hemen hemen hepsiyle Türkiye’de İslamî bir düzen hususunda konuşmuş olsak da genelde bu memnuniyetsizliği dinleyip anlamak isteyen taraftaydım. Bana sorsalar, hiçbir felsefi izaha muhtaç olmadan derim ki dünyadaki en ideal düzen İslam’ın öngördüğüdür, en adili İslam hukukudur derim. Onurum ve namusum üzerine yemin ederim ki bu sözleri Müslüman olmama veya Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın hükmüyle hükmetme emrine mahkum olmadan, tamamen rasyonel bir perspektiften söylüyorum, terimsel deyişle çoğu memnuniyetsize göre orijinal bir fasığım.
İddiamı desteklemek adına başka bir yere gideyim. Ağabeyim Muhammed Bahadırhan Dinçaslan münazaralarda daima “Allah’la kavga edemeyeceğimize göre hem tartışmamız hem yönetim şeklimiz seküler olmalıdır” der. Bir kere düşünün, herkesin Müslüman olduğu ve İslam hukukuna riayet edilen bir ülkede ne gibi bir kriz çıkabilir? Allah’la kavga etmeyeceğinize göre hiçbir kriz çıkamaz. Fakat işte öte yandan bu yüzden “ideal”, maalesef yalnızca ideada kalacak bir hayal bu.
Şimdi, ideali bir kenara bırakalım ve pratiğe bakalım. Yazıklar olsun ki bu ülkede Müslümanların azımsanamayacak bir kesimi ziyandadır çünkü yetim hakkı yiyorlar, çünkü kul hakkına giriyorlar, çünkü haset içindeler, çünkü gözleri doymuyor, çünkü çıkarlarına düşkünler, çünkü ceplerine girecek kuruşun hesabındalar, çünkü Rabbin rızasını gözetmiyorlar. Şimdi böyle bir ahvalde, gençlerin çoğunun araştırmadan, hiçbir derin sorgulamaya başvurmadan dininden döndüğü, tebliğin tekfire dönüştüğü bir ülkede İslam hukukuna tâbî bir İslamî düzen hangi yüzle istenebilir?
Hakikat ki bu ülkenin Müslümanlarına şeriat haramdır…
Geceleri sık sık okuyup tefekkür ettiğim bir şiirimde şöyle demiştim:
Kendi kollarını kesen şeriat,
Heyhat!
Evet, bugün şeriatın kolları kesiktir. Muhtemelen her zaman öyle kalacak. Günler geçecek ve geceler gelecek. Türkiye ve İslam için daha karanlık, daha kasvetli geceler. Bu ülkenin Müslümanları da aynalar karşısında yalan söylemeye devam edecek ve nihayet yaklaşan daha da yaklaşacak. Vallahi, bugün bu ülkede şeriatın kolları kesiktir. Çünkü İslam’ı temsil eden insanlar Müslümanlardan, bizzat kendilerinden inançlarını çaldılar.
Çaldılar ve hak yerini buldu.
2) Bunu bilmek siyaset ile ilgilenen bir müslümana daha dengeli hareket etmeyi sağlayabilir, zira kendileri haşa zor durumda olan ve güçsüz bir tanrıyı kurtarmak için mücadele vermiyorlar. Sonsuz güç ve ilim sahibi bir Tanrı tarafından herkese hür irade verilen bir imtihan dünyasında ellerinden geleni yapmakla yükümlüler. Bu durumda kimsenin kendisine haddinden fazla bir önem vermesi anlamsız. Önemli olan sonuç değil; ortaya koyulan irade, ahlaki tutum ve güzel temsil. Dünyada vicdan rahatlığı ve huzur, iyi insanlar nezdinde hüsnü şehadet, ahirette ise alın akıyla verilen bir hesap sonrası sonsuz cennet hayatı ve Allah'ın sonsuza dek hoşnutluğu, en büyük ödül bir müslüman için. Muhakkak herkesin hür iradesi ve sorumluluğu var, kimse kendisini ilgilendiren bir konunun sorumluluğunu başkasına yıkamaz. Ancak inançlı bir müslüman için insanların dinden uzaklaşması üzülecek bir şeydir ve "acaba bunda benim bir payım ve vebalim var mı?" diye düşünmelidir.
Şair kardeşim, kaleminize sağlık. Müsaadenizle birkaç metin halinde geri bildirim yapmak isterim, dileğim Boomer gibi gozukmemektir:) 1) Din, pragmatik şekilde siyaset kurumunun altında bir yere konulursa, siyaset kurumunun yaptığı yanlışlarda onun altında araç olan şey de, fiilen siyaset kurumun aracı olarak aşağıda olduğu için, insanlar nezdinde itibar kaybına uğrayabilir. Çünkü insanımız uygulamaya kıymet veriyor, derin teorik tartışmalardan ziyade yapılanlara ve ahlaki duruşlara bakıyor. Tabii insanlar nezdinde Din'in itibar kaybı, aslında ona olan fıtri ihtiyaç ve zatî değerinden bir şey azaltmaz. Ki Allah'ın bir ismi de Samed; herkesin kendisine muhtaç olup kendisi hiçbir şeye ihtiyacı olmayan manasında.