Kuran yaklaşık bin dört yüz yıllık mazisiyle yeryüzündeki en kadim metinlerden biri. Her kadim metinde olduğu gibi Kuran’da da birtakım iptidai edebi metotlar kullanılmakta. Bu hususta iptidailik metnin “basit” bir tekniğe sahip olduğu anlamına gelmiyor bilakis metnin ne kadar kanonik olduğuna dair bir tespit. Kaldı ki Kuran anlatıları yüzyıllar boyunca Arap edebiyatı başta olmak üzere ekseriyetini Müslümanların oluşturduğu milletlerin edebiyatını belli bir yere kadar sömürgeleştirmiş, dolayısıyla metnin tekniği kadar içeriği de kanonik. Peki, tüm bu göstergelere rağmen Kur'an gibi dominant bir metin Türkçede nasıl bu kadar cılız kalıyor? El-cevap, nesir olarak çevrilmesi ve açıklamaların tekelleşmesi.
Kuran’ın ilk çevirilerine ve tefsirlerine baktığımızda satır arası açıklamalardan veya motamot çevirilerden öteye gitmeyen bir yapı görüyoruz, sonraki yüzyıllarda çevrilenler ise çoğunlukla zammı sureler olarak bildiğimiz kısa namaz sureleri. Metnin tümüyle Türkçeleştirilmesi, Türkçeleştirildiyse de günümüze gelmesi gibi bir durum söz konusu değil. Arapça dini ilimler başta olmak üzere birçok alanda baskınlığını uzunca bir süre koruduğu için Türkçenin bütün Kuran’ı çevirmeye sözvarlığı açısından yetecek kadar yetkin olup olmadığı da şüpheli zaten. Türkçenin tarihi gelişimine baktıkça gördüklerim beni şu çıkarıma yöneltiyor, Kuran’ın hakikatli bir çevirisi ancak Atatürk sonrası mümkün olmuştur, bunun için üç sebep sayabilirim.
Birincisi, ulusumuzun kurtarıcısının bu konuda bir isteğinin olması. Hatta denilebilir ki hiçbir Müslüman lider bu konuda “inançsız” diye yaftaladıkları bu büyük adam kadar istekli olmamışlardır. Gazi’nin bu konuda “Araboğlunun yaveleri…” diye söylenegelen sözlerini özellikle değerlendirmek istiyorum çünkü bir Müslüman olarak ulusumuzun kurtarıcısı olan bu adama çok büyük saygı duyuyorum. Çünkü dünya üzerindeki hiçbir din karşıtı lider yoktur ki yok etmek istediği bir inancın anlaşılması için o inancın temel metnini çevirmek istesin, hiçbir lider yoktur ki bu temel metni güvenilir ellere teslim etsin, hiçbir lider yoktur ki bu inancın başlıca ibadetlerinden birinde millileşme kaygısı gütsün. Apaçık görüyorum ki Atatürk’ün vizyonu bambaşkaydı, onun Türk namına hareket eden sarsılmaz bir vizyonu vardı, tam da bu sebeple Atatürk kendisi inanmıyor olsa dahi hiçbir Türkün inancına zorla müdahale edecek biri değildi ki sansür politikasına gitmeyip metnin çevrilmesi için harcadığı çaba da bunu kanıtlıyor.
Gazinin isteğini bir kenara koyarsak ikinci sebep İslamî sözcüklerin Türkçeye dahil olduğu yılların cumhuriyet yılları olmasıdır, cumhuriyet öncesi Türkçenin bırakın bir dini ritüeli, basit dualara dahi bağlam olduğunu zannetmiyorum. Elbette İslamî sözvarlığı cumhuriyet öncesinde de Türkçenin bir parçasıydı ancak cumhuriyet bu noktada devrimci bir hareketle Türkçeyi bir din dili yaparak Kuran lügatçesinin Türkçenin içinde erimesini sağlamıştır.
Üçüncü sebep hakikatli bir Kuran çevirisinin yalnızca seküler bir devletle mümkün olabilmesidir. Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde Kuran’ın bir çevirisinin yapılması her ne kadar olağan olsa da çevrilen bu metnin ilahiyata bir katkısı olur muydu veya Kuran’ı tamamen çevirmeye kalkıştığınızda “zındık” ilan edilmeniz acaba ne kadar kısa sürerdi, sadece bu iki soru bile seküler cumhuriyetin Kuran’ın hakikatli bir çevirisinin yapılması için nasıl huzurlu bir ortam olduğunu anlatmak için yeterli.
Gelelim asıl meselemize, günümüzdeki yozlaşma ve dini değerlerin çöküşüyle birlikte Türkler İslam’a karşı apaçık şekilde bir ikrah hâlindedir. Müslüman bir Türk olarak bu durum benim için acı verici zira birtakım politikacıların günahkâr hayat maceraları birçok insanı araştırmadan inançsızlığa sevk ediyor. İşte tam bu noktada milletimizin en büyük evladı olan Mustafa Kemal Atatürk ile aynı vizyonu paylaşıyorum. Bugün, Kuran bir dinî metin olarak bütün alışılmış çevirilerin ve açıklamaların ötesinde bir kez daha ele alınmalıdır. Hatta Kuran’ın tekniği ve içeriği bütün titizliğiyle Gazi’nin vizyonunun ötesinde bir vizyonla ele alınmalıdır ki son yirmi yılda kaybettiğimiz tüm kazanımları daha yüksek perdeden tekrar elde edebilelim.
Metnin başında Kuran niçin Türkçede cılız kalıyor demiştim… Hayatına ninnilerle başlayan, hastalığında ve sağlığında, ölümünde ve doğumunda şiir söyleyen Türkler için şiir ciddi bir yaşantı öğesidir. Esasında bir şiir olmasa ve hatta kendisine şiir olmayı yakıştırmasa da (36:69) Kuran şiire yakın bir metindir, seci diyeceğimiz türde de değil zira çoğu yerde sözdiziminde sapmalar mevcut. Zaman zaman bir manzume gibi, zaman zaman son derece ahenkli kısa bir şiir gibi, zaman zaman dümdüz bir nesir anlatısı gibi. Dolayısıyla Kuran’ı Arapçada tam olarak bir biçime oturtamasak da Türkçe için bugüne kadar hep bir nesirmiş gibi yaklaştık bu metne. Şimdi ise fikrimce Kuran’a manzum bir şekilde bakabilmenin vakti gelmiştir. Zira manzum bir çeviri metnin aslını ne kadar teşkil etmiyorsa nesir bir çeviri de o kadar teşkil etmiyor. Güzel bir manzum çevirinin Türklerin gönlüne nasıl gireceğini ve inanmayan Türkler için bile ne kadar büyük bir kültürel kazanım olabileceğini öngörebiliyorum.
Tekniği bir kenara bırakıp içerik meselesine gelecek olursak bugün Kuran’ın açıklaması ne yazık ki tarikat ve cemaatlerin tekelindedir. Bilhassa Nurcuların cumhuriyetten bu yana bir virüs gibi yayılan Türkçeden uzak açıklamaları insanları anlamaktan menetmiş, öte yandan yeni nesil Nurcuların kıt argümanları ise Kuran’ı bir biyoloji veya fizik kitabına ve Allah’ı çoğu zaman bir mühendise indirgemekten öteye gidememiştir. İşte, bu içerik hususunda da artık Kuran hem iddialarıyla hem argümanlarıyla hem de öğretileriyle son derece anlaşılır şekilde halka açıklanmalıdır. Bütün insanlık ve bütün zamanlar için indirilmiş bu detaylı kitabın her parçasında kendisinden başka her metne atıf yapmasına gerek yoktur. Kuran; saf, vizyoner ve akılcı bir zihnin -veya zihinlerin- perspektifiyle yansıtılmalıdır. Eğer teknik ve içerik açısından bahsettiğim bu çalışmalar yapılmazsa İslam ortodoks ve heterodoks olmak üzere ikiye artık tamamen bölünecek ve bu coğrafyaya nifak ve şikaktan başka bir şey sunamayacaktır.
Yazıma son vermeden önce yaklaşık üç yıldır denemeler yaptığım ve dini ilimler eğitimi aldıktan sonra üzerine daha büyük bir dikkat, gayret ve mesai harcayacağım ve nihayet bir hata yapmadığıma kani olursam bir gün yayımlayacağım “Manzum Kuran Çevirisi”nden bir denemem olan “Zilzal/Sarsıntı” suresi çevirimi, aynı surenin orijinal Elmalılı Hamdi Yazır çevirisiyle beraber sizlere sunuyorum.
99: Zilzal
Arz o sarsıntısiyle sarsıldığı
Ve Arz ağırlıklarını çıkardığı
Ve insan "noluyor buna?" Dediği vakıt
O gün bütün haberlerini anlatır
Çünkü rabbın ona vahy eylemiştir
O gün nas, müteferrık surette fırlıyacaklardır, amelleri kendilerine gösterilmek için
Ki her kim zerre mikdarı bir hayır işlerse onu görecek
Her kimde zerre mikdarı bir şerr işlerse onu görecek
99: Sarsıntı
Yaman bir sarsıntıyla sarsıldığında cihan
Ve toprak bağrındaki yükü attığı zaman
Ve “Buna ne oluyor?” dediği vakit insan;
İşte o gün topraktır haberleri anlatan,
Çünkü ona emrini bildirmiştir Yaradan.
O gün insanlar öne çıkarlar birer birer,
Serilir önlerine yaptıkları ameller.
Artık hayır görür kim zerre hayır işlerse,
Ve şer görür o zerre kadar yaptığı şerse…
Kuran’ın ilk çevirilerine ve tefsirlerine baktığımızda satır arası açıklamalardan veya motamot çevirilerden öteye gitmeyen bir yapı görüyoruz, sonraki yüzyıllarda çevrilenler ise çoğunlukla zammı sureler olarak bildiğimiz kısa namaz sureleri. Metnin tümüyle Türkçeleştirilmesi, Türkçeleştirildiyse de günümüze gelmesi gibi bir durum söz konusu değil. Arapça dini ilimler başta olmak üzere birçok alanda baskınlığını uzunca bir süre koruduğu için Türkçenin bütün Kuran’ı çevirmeye sözvarlığı açısından yetecek kadar yetkin olup olmadığı da şüpheli zaten. Türkçenin tarihi gelişimine baktıkça gördüklerim beni şu çıkarıma yöneltiyor, Kuran’ın hakikatli bir çevirisi ancak Atatürk sonrası mümkün olmuştur, bunun için üç sebep sayabilirim.
Birincisi, ulusumuzun kurtarıcısının bu konuda bir isteğinin olması. Hatta denilebilir ki hiçbir Müslüman lider bu konuda “inançsız” diye yaftaladıkları bu büyük adam kadar istekli olmamışlardır. Gazi’nin bu konuda “Araboğlunun yaveleri…” diye söylenegelen sözlerini özellikle değerlendirmek istiyorum çünkü bir Müslüman olarak ulusumuzun kurtarıcısı olan bu adama çok büyük saygı duyuyorum. Çünkü dünya üzerindeki hiçbir din karşıtı lider yoktur ki yok etmek istediği bir inancın anlaşılması için o inancın temel metnini çevirmek istesin, hiçbir lider yoktur ki bu temel metni güvenilir ellere teslim etsin, hiçbir lider yoktur ki bu inancın başlıca ibadetlerinden birinde millileşme kaygısı gütsün. Apaçık görüyorum ki Atatürk’ün vizyonu bambaşkaydı, onun Türk namına hareket eden sarsılmaz bir vizyonu vardı, tam da bu sebeple Atatürk kendisi inanmıyor olsa dahi hiçbir Türkün inancına zorla müdahale edecek biri değildi ki sansür politikasına gitmeyip metnin çevrilmesi için harcadığı çaba da bunu kanıtlıyor.
Gazinin isteğini bir kenara koyarsak ikinci sebep İslamî sözcüklerin Türkçeye dahil olduğu yılların cumhuriyet yılları olmasıdır, cumhuriyet öncesi Türkçenin bırakın bir dini ritüeli, basit dualara dahi bağlam olduğunu zannetmiyorum. Elbette İslamî sözvarlığı cumhuriyet öncesinde de Türkçenin bir parçasıydı ancak cumhuriyet bu noktada devrimci bir hareketle Türkçeyi bir din dili yaparak Kuran lügatçesinin Türkçenin içinde erimesini sağlamıştır.
Üçüncü sebep hakikatli bir Kuran çevirisinin yalnızca seküler bir devletle mümkün olabilmesidir. Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde Kuran’ın bir çevirisinin yapılması her ne kadar olağan olsa da çevrilen bu metnin ilahiyata bir katkısı olur muydu veya Kuran’ı tamamen çevirmeye kalkıştığınızda “zındık” ilan edilmeniz acaba ne kadar kısa sürerdi, sadece bu iki soru bile seküler cumhuriyetin Kuran’ın hakikatli bir çevirisinin yapılması için nasıl huzurlu bir ortam olduğunu anlatmak için yeterli.
Gelelim asıl meselemize, günümüzdeki yozlaşma ve dini değerlerin çöküşüyle birlikte Türkler İslam’a karşı apaçık şekilde bir ikrah hâlindedir. Müslüman bir Türk olarak bu durum benim için acı verici zira birtakım politikacıların günahkâr hayat maceraları birçok insanı araştırmadan inançsızlığa sevk ediyor. İşte tam bu noktada milletimizin en büyük evladı olan Mustafa Kemal Atatürk ile aynı vizyonu paylaşıyorum. Bugün, Kuran bir dinî metin olarak bütün alışılmış çevirilerin ve açıklamaların ötesinde bir kez daha ele alınmalıdır. Hatta Kuran’ın tekniği ve içeriği bütün titizliğiyle Gazi’nin vizyonunun ötesinde bir vizyonla ele alınmalıdır ki son yirmi yılda kaybettiğimiz tüm kazanımları daha yüksek perdeden tekrar elde edebilelim.
Metnin başında Kuran niçin Türkçede cılız kalıyor demiştim… Hayatına ninnilerle başlayan, hastalığında ve sağlığında, ölümünde ve doğumunda şiir söyleyen Türkler için şiir ciddi bir yaşantı öğesidir. Esasında bir şiir olmasa ve hatta kendisine şiir olmayı yakıştırmasa da (36:69) Kuran şiire yakın bir metindir, seci diyeceğimiz türde de değil zira çoğu yerde sözdiziminde sapmalar mevcut. Zaman zaman bir manzume gibi, zaman zaman son derece ahenkli kısa bir şiir gibi, zaman zaman dümdüz bir nesir anlatısı gibi. Dolayısıyla Kuran’ı Arapçada tam olarak bir biçime oturtamasak da Türkçe için bugüne kadar hep bir nesirmiş gibi yaklaştık bu metne. Şimdi ise fikrimce Kuran’a manzum bir şekilde bakabilmenin vakti gelmiştir. Zira manzum bir çeviri metnin aslını ne kadar teşkil etmiyorsa nesir bir çeviri de o kadar teşkil etmiyor. Güzel bir manzum çevirinin Türklerin gönlüne nasıl gireceğini ve inanmayan Türkler için bile ne kadar büyük bir kültürel kazanım olabileceğini öngörebiliyorum.
Tekniği bir kenara bırakıp içerik meselesine gelecek olursak bugün Kuran’ın açıklaması ne yazık ki tarikat ve cemaatlerin tekelindedir. Bilhassa Nurcuların cumhuriyetten bu yana bir virüs gibi yayılan Türkçeden uzak açıklamaları insanları anlamaktan menetmiş, öte yandan yeni nesil Nurcuların kıt argümanları ise Kuran’ı bir biyoloji veya fizik kitabına ve Allah’ı çoğu zaman bir mühendise indirgemekten öteye gidememiştir. İşte, bu içerik hususunda da artık Kuran hem iddialarıyla hem argümanlarıyla hem de öğretileriyle son derece anlaşılır şekilde halka açıklanmalıdır. Bütün insanlık ve bütün zamanlar için indirilmiş bu detaylı kitabın her parçasında kendisinden başka her metne atıf yapmasına gerek yoktur. Kuran; saf, vizyoner ve akılcı bir zihnin -veya zihinlerin- perspektifiyle yansıtılmalıdır. Eğer teknik ve içerik açısından bahsettiğim bu çalışmalar yapılmazsa İslam ortodoks ve heterodoks olmak üzere ikiye artık tamamen bölünecek ve bu coğrafyaya nifak ve şikaktan başka bir şey sunamayacaktır.
Yazıma son vermeden önce yaklaşık üç yıldır denemeler yaptığım ve dini ilimler eğitimi aldıktan sonra üzerine daha büyük bir dikkat, gayret ve mesai harcayacağım ve nihayet bir hata yapmadığıma kani olursam bir gün yayımlayacağım “Manzum Kuran Çevirisi”nden bir denemem olan “Zilzal/Sarsıntı” suresi çevirimi, aynı surenin orijinal Elmalılı Hamdi Yazır çevirisiyle beraber sizlere sunuyorum.
99: Zilzal
Arz o sarsıntısiyle sarsıldığı
Ve Arz ağırlıklarını çıkardığı
Ve insan "noluyor buna?" Dediği vakıt
O gün bütün haberlerini anlatır
Çünkü rabbın ona vahy eylemiştir
O gün nas, müteferrık surette fırlıyacaklardır, amelleri kendilerine gösterilmek için
Ki her kim zerre mikdarı bir hayır işlerse onu görecek
Her kimde zerre mikdarı bir şerr işlerse onu görecek
99: Sarsıntı
Yaman bir sarsıntıyla sarsıldığında cihan
Ve toprak bağrındaki yükü attığı zaman
Ve “Buna ne oluyor?” dediği vakit insan;
İşte o gün topraktır haberleri anlatan,
Çünkü ona emrini bildirmiştir Yaradan.
O gün insanlar öne çıkarlar birer birer,
Serilir önlerine yaptıkları ameller.
Artık hayır görür kim zerre hayır işlerse,
Ve şer görür o zerre kadar yaptığı şerse…
Çeviri çok edebi ,kulağa hoş geliyor
Çevirinizi çok beğendim. Manzum tercüme fikrinin de Kuran'ın gerek edebi gerek manevi ağırlığını türkçeye aksettirme hususunda daha üstün olacağı fikrindeyim. Fakat Kuran'ın diğer kutsal kitaplardan ayrılan yanı olan "Allah'ın birebir sözü olma" durumu sebebiyle muhafazakar çevrelerde halihazırda bir tercüme karşıtlığı bulunuyor. "Meal" denilen bir ara form üstünden tercüme faaliyetleri yürütülüyor. Sizce muhafazakar camianın kendi içinde tutarlı olan " "Allah kelamını tahrif etme korkusu" nasıl yenilebilir? Kitleler ve uzmanlar buna nasıl ikna edilebilir? İyi günler dilerim.