(Paris Enstitüsü'nde David Selim Sayers(1) imzasıyla yayımlanan makalenin çevirisidir.)
Talât Halman'a ithafen
Talât Halman'a ithafen
Kayıp Profesörlük
Ortada bir gerçek var
Gerçeği gören de var
-Duman
2021 yılının Mart-Nisan aylarında Türkiye dışındaki dünyanın en büyük Türk araştırmaları enstitüsünün müdürü olan Kader Konuk'un unvanı elinden sessiz sedasız alındı. Ancak ne Konuk'tan ne de üniversitesinden bir açıklama geldi. Konuk'un başrol oynadığı akademik topluluklardan da protesto, destek ya da başka herhangi bir açıklama yapılmadı. Konuk'un fakültenin web sitesinde bulunan CV'sinde de hiçbir değişiklik yapılmadı, iki küçük ayrıntı dışında: Sayfadaki "Müdür"(2) ifadesinin yerine "Müdür Yardımcısı" ifadesi getirilmiş ve e-postaların altındaki "Müdür" unvanı berhava olmuştu. Sanki hiçbir değişiklik yok gibiydi ve bu, duyabilenler için sağır edici bir sükûnetti.
Bugün yazmamın nedeni de işte bu sükûnet. 6 aylık bir sabrın ardından, eğer ben konuşmazsam Konuk'un unvanının alınmasına neyin neden olduğunun, hatta unvanının alındığının dahi kimse tarafından konuşulmayacağını gördüm. Ve belki de buna şaşırmamalıyım: Ne de olsa unvanını kaybetmesine neden olan bendim.
Her şey, Kader Konuk'un Ağustos 2019'da Almanya'daki Duisburg-Essen Üniversitesi'ne (UDE) Türk araştırmaları alanında bir doçentlik(3) kadrosu açıldığını duyurmasıyla başladı. Kadroya başvurmak için sağlanması gereken şartlar çok çeşitli ve oldukça zorluydu: Başvuran akademisyenin çalışmaları bütün akademik alanı kapsayan, araştırmaları birden çok dönemi ve disiplini inhisar eden, "toplumsal cinsiyet araştırmaları"na özel bir ilgi duyan, birden çok ülkede ders görmüş ve vermiş, yayın yapmış, ayrıca mükemmel derecede Almanca, Türkçe ve İngilizceye sahip olması gerekiyordu.
İlanı gördüğüm andan itibaren bu iş için yaratıldığımı biliyordum: Bu üç dili de anadilim olarak öğrenerek büyümüş, İngiltere, ABD, Türkiye, Almanya, Avusturya ve Fransa'daki en iyi kurumlarda eğitim almış, sanattan tutun; kentleşmeye kadar Türkiye'ye dair hemen her alanda çalışma yapmış, ders vermiş, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e toplumsal cinsiyet odaklı birçok makalemi saygın yayıncılar ve dergiler aracılığıyla yayımlamıştım.
Beni düşündüren tek şey, Essen şehrinin San Francisco'dan Viyana'ya, Paris'ten İstanbul'a kadar daha önce çalıştığım şehirlere kıyaslayınca hiç popüler olmayan ve önemsiz bir şehir olmasıydı. Ama maalesef ki akademisyenler -bilhassa da Türkiye araştırmaları gibi bir alanda ise- bir şef, teknisyen ya da kuaför gibi her zaman talep gören ya da yaşamak istedikleri yerde iş bulabilen kimseler değildir. Akademisyenler özellikle de dar alanlarda ve çok az sayıda iş bulabilirler. Uygun bir akademik kadro ancak birkaç yılda bir karşınıza çıkabilir ve o işe girmeye veya kaçırmaya karar vermek bir kariyeri inşa etmeye ya da bozmaya karar vermek demektir. Ben de doktoramdan bu yana geçen 5 yıldır yaptığım serbest öğretmenlikten misafir akademisyenliğe geçmiştim ve -geri kalmış olsun ya da olmasın- Essen'i bir fırsat olarak görüyordum.
Tecrübeli okuyucular ya da akademik hayatın gerçeklerine aşina olanlar öykümün kalanını tahmin edeceklerdir: İşi alamadım. 2020 Haziran'ında davet edildiğim bir röportajda nasıl olduğum sorusuna oldukça iyi hissettiğimi söyleyerek yanıt vermiştim. Essen’den iyi haberler gelmeyişini Cermen bürokrasisinin bir buzul hızında ilerleyişine bağlıyordum ve bütün sonbahar ve kış boyunca umudumu korudum. Ocak 2021'de çok daha gerçekçi bir bakış açısına sahip olan eşim kafamı kumdan çıkarmaya ve işe alım komitesinin başkanı olan Kader Konuk'a bir satır olsun yazmaya ikna etti. Cevap alamadım. Bir hafta sonra bu kez cevap vermeye zorlamak için onunla birlikte asistanına ve sekreterine de e-postanın bir kopyasını gönderdim. Bu kez başvurum için teşekkür eden ve adaylığımın üniversite senatosundan geçmediğini üzülerek belirten ve gelecekteki çalışmalarımda bana iyi şanslar dileyen jenerik bir cevap aldım.
Yalnızca bunu yazmıştı, yine tek bir ayrıntı dışında: Diğer adayları tanıyordum. Bir yıl önce enstitünün e-posta listesine adımı yazmıştım ve iş görüşmeleriyle ilgili gerekli bilgilere vakıftım. Ben hariç iş için görüşen dört kişi vardı ve Kader Konuk'un senato diyerek neyi kast ettiğini araştırdığımda UDE'nin bağlı olduğu Almanya'nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin Yüksek Öğrenim Yasası'nın 38. maddesinin en iyi üç adaya akademik araştırma komitelerinden geçme mecburiyeti getirdiğini öğrendim. Bu, yalnızca işi alamadığım değil, beş kişi içerisinde ilk üçe bile giremediğim anlamına geliyordu.
Bu bana pek koşer (Ç.N.: Musevi inancında yemesi, içmesi 'helal' olan gıdalara verilen isim.) gelmedi ve Konuk'a tekrar yazarak neden elendiğimi öğrenmek için kime başvurmam gerektiğini sordum. Ancak cevap alamadım. Bu yüzden oturdum ve başvuran diğer kişilerin kariyerlerine ilişkin bulabileceğim her bilgi kırıntısı için interneti taradım. İlandaki şartların bir listesini yaptım ve beşimizi birbirimizle büyük bir dikkatle kıyasladım. Ortaya çıkan tablo çarpıcı idi: Yalnızca en ileri dil becerilerine ve gereken tüm uluslararası deneyime vb. sahip aday değildim, aynı zamanda Türk araştırmaları konusunda akademik derece ve öğretim tecrübesine sahip tek adaydım. Diğer adaylar ise ekseriyetle Türkiye'den yeni gelmiş sosyologlar ve siyaset bilimcilerdi.
Kader Konuk'tan mesaj aldıktan sonraki üç gün içindeki bulgularımı 11 sayfalık bir rapor haline getirdim ve UDE(4) Rektörü'ne, Senato Başkanı'na ve hukuk departmanına e-posta ile gönderdim. Alman anayasasının 33. maddesi 2. paragrafına atıf yaptım: Mevki sahiplerinin kamu görevine uygunluğu "yetenek, nitelikler ve mesleki başarılara" göre belirlenmelidir.(5) Yalnızca bu işi kendim için istediğim için değil, 5 adayın nitelikleri arasındaki mikyasın ilk 3 aday arasına giremeyişimi izah edememesi gerekçesiyle devam eden işe alma süreci ile ilgili -sonuç halen belli olmamıştı- bir inceleme başlatılmasını talep ettim. Yani ortada sadece yasalara değil, anayasa da aykırı olan bir şeyler vardı.
Olup biteni aptala anlatır gibi anlatarak zekâlarına hakaret etmedim: İşe alma süreci bir aldatmacaydı. Kader Konuk, vasıfsız bir tanıdığını işe almak için en baştan hile yapmış ve dosyamı, onun istediği kişiyi seçmeyecekleri korkusuyla Senato'dan gizlemişti. Soruşturma başlatılmazsa Kuzey Ren-Vestfalya Yüksek Öğrenim Yasası'nın 76. maddesine başvurarak Kültür ve Bilim Bakanlığı'ndan olaya müdahale etmesini talep edeceğimi ilettim ve son olarak, belki de Alman hukuku konusunda yaptığım araştırmaların gazıyla olayı mahkemeye kadar götürmekten geri durmayacağımı söyledim.
Sonuç olarak Cermen bürokrasisinin sandığım gibi buzul hızında ilerlemediği ortaya çıktı ve Şubat 2021'de, e-postamdan yaklaşık bir ay sonra UDE Rektörü Ulrich Radtke'den bir sayfalık mektup aldım. Radtke(6), işe alım sürecinin usulüne uygun biçimde gerçekleştirileceğini, bu süreç sonlanmadan bir soruşturma yapılmayacağını, yasal tedbirlerin ancak işe alım sürecinin bitmesiyle birlikte devreye girebileceğini ve sürecin bitmesiyle bir yasal işlem başlatılması gerekip gerekmediğine karar vereceklerini belirtti.
Süreç asla bitmedi. Mayıs 2021'de Kader Konuk'un amiri olan UDE Beşeri Bilimler Dekanı Dirk Hartman'dan bir mektup(7) aldım. Mektup ciddi usulsüzlüklerin(8) tespiti nedeniyle 8 işe alım sürecinin tamamen askıya alındığını ve başka bir kadro açılması durumunda tekrar başvurabileceğimi bildiriyordu. Radtke ve Hartmann'a, hiç değilse kurumlarını biraz olsun temize çıkardıkları için memnun olduğumu ancak UDE Türk Araştırmaları Enstitüsü'ndeki "Başşarlatan(9) (bunlara 'meslektaş' diyerek onurlandırmayı bıraktım)" ile aynı çatı altında olmayı dayanılmaz bulduğum için başvurumu yenilemeyeceğim için beni bağışlamalarını istediğimi belirten kısa bir e-posta ile yanıt verdim.
Herkesin bildiği sırrı dile getiren ise kayınvalidem oldu: "Her şey iyi ve yolunda" dedi, "Peki ya Konuk?". Bütün bu olaydan hiçbir bedel ödemeden mi kurtulacaktı? Enstitünün web sitesine tekrar baktım ve Konuk'un unvanının Müdür Yardımcısı olarak değiştirildiğini gördüm, bak sen şu işe... Enstitünün e-posta grubundan(evet yine o sinir bozucu grup ve grupta ne kadar daha kalacağımı merak ediyorum) bir süre önce aldığım bir e-postada, Müdür unvanının 15 Nisan'dan önce Konuk'un altbilgisinden çıkarıldığı görülüyordu. Ve Wayback Machine'de yaptığım bir aramada Konuk'uk halefinin sayfasının 28 Şubat'taki (10) terfiinden önce değiştirildiğini fark ettim. Hâsılı, Konuk'un azli 1 Mart ile 15 Nisan arasında, Radtke'nin bana yazmasından yalnızca birkaç hafta sonra gerçekleşmişti.
3: Ç.N.: Yazar burada "Associate Professor" ifadesini kullanmış, İngiliz ve Alman dillerindeki tam karşılıklarını belirttiği dip notun tercümesi yerine doğrudan Türk dilindeki karşılığı olan "doçent" ifadesi tercih edildi.
8: Ç.N.: Yazar Almanca aslında "prosedür açısından önemli eksiklikler" anlamına gelen ifadeyi İngiliz diline "prosedür ihlali" olarak çevirdiğini ifade ediyor. Türk dilinde bunun yerine daha çok rağbet gören "usulsüzlük" ifadesi tercih edildi.
9: Bu Wittgensteincı sıfatı Kristof K.P. ile yaptığı nefis podcast röportajında bahseden Jonathan Rée'ye borçluyum. Vanhoutte, Bookaholics 8. bölüm, "Ludwig Wittgenstein's Tractatus" [17 Kasım 2021]