Yanmakta olan bir ev, ona müdahale eden birkaç itfaiye eri, kapının önünde telaşla bekleyen adam. Birkaç gün önce eşiyle girdiği tartışmanın izleri henüz silinmemiş, herkes olayın bir kundaklama olduğundan emin. Bina tamamen söndürüldüğünde hayata dair tek iz dahi yok. Polis ekipleri yukarı çıktığında bütünlüğü bozulmamış bir kadın cesedi buldular. Birkaç metre ötesinde ise üzerine kan bulaşmış bir silah. Olay yeri inceleme ekipleri cenaze üzerinde inceleme yaparken kafasının bir bölümünün dağıldığını gördüler. Adamın kollarına geçen nikel kaplı çelik kelepçeler ve etraftan söylenen sözler kurşundan daha ağırdı. Sorgulama ve çevre kamera kayıtları incelendiğinde şüphelinin gerçekten suçsuz olduğu anlaşılmıştı. Suskun kalabalıkların arasından uzaklaşan adam, birincil şüpheli sıfatından kurtulmuştu. Şimdi düğümü yalnızca otopsi çözecekti. Bu ölüm; kaza mı, intihar mı yoksa cinayet miydi?
Olay yerleri, her polis memuru için bir sürprizdir. Kimi zaman ipin ucunda asılı bir kadın, kimi zamansa on beş gün önce suda boğulmuş bir çocuktur. Bazen yedinci kattan düşmüş yakışıklı bir genç bazen de çırılçıplak soyulup kemerle boğulmuş kimseye zararı olmayan yaşlı bir adamdır. Aklı başında olan hiç kimse olay yeri ile ilgili hemen yorum yapmaz. En önemlisi de kendisini ölen kişinin yerine koymaz. Çünkü mağdurla kurulan empati, her şeyin sarpa sarmasına yol açabilir. Bu nedenle gayet ciddi ve bilime dayalı çalışmalar yürütülür. Kapalı mekanlarda luminol ile organik maddeler aranırken açık mekanlarda adeta iğne ile kuyu kazılır. Her ne kadar deliller bu işin anahtarı gibi görülse de sorgulama işlemi olay yeri incelemenin bel kemiğidir. Maalesef çoğu cinayet, sorgulama hataları yüzünden intihar şeklinde raporlanarak tarihe karışabilir.
Az önceki olaya dönelim; kadının cenazesi siyah poşetten sıyrılıp otopsi masasına alındı. Açılması gereken en önemli üç boşluğa müdahale başlamıştı. Kafatası testereyle kesilip beyni tartıldı. Etrafa saçılan parçalarla birlikte yeterli büyüklükteydi. Göğüs açılıp iç organlar incelendi, batına da şöyle bir bakıldı. Ölümü öncesinde ya da sonrasında bir istismara uğrayıp uğramadığının anlaşılması için vajinal preparatlar alındı. Fakat bunların hiçbirisi olaya dair fısıltıya dahi sebep olmamıştı. Ta ki soluk borusuna makas değinceye kadar. Kıtırdama seslerinin arasında açılan halkalı beyaz borunun içi tertemizdi. Solunum yollarında herhangi bir kurum ya da duman yoktu. Yani kadın yangın çıkmadan önce ölmüştü. Bu çok önemli bir ayrıntıydı. Evde başka parmak izi bulunamamıştı. Yani olay bir hırsızlık da değildi. Bilinçli olarak bozulduğu zannedilen kamera şans eseri çalışıyordu ve yangını kadının çıkardığı kayıtlara geçmişti. Olay şimdi apaçık ortadaydı. Eşinden nefret eden ve intikam almak isteyen kadın önce yangın çıkarmış, ardından da kendisini vurup öldürmüştü.
Ölmeyi gerçekten kafasına koyan insanların garantili yolları tercih ettiği bilinmektedir. Ateşli silahla intihar, yüksekten düşme ya da Japonların Seppeku dediği hara-kiri. Yüksek doz ilaç alarak hayata son verme yöntemi ise bunlardan ayrı tutulur. Çünkü çoğunlukla alt psikolojide hedeflenen şey ölüm değil yaşanılan ruhi yıkımın duyurulma çabasıdır. İntihar vak’alarının önemli bir bölümü ne yazık ki ölümle sonuçlanır. Geride kalan insanlar için travmatik bir tabloyla hayata gözlerini yumarlar. Bu korku senaryosuna karşın bazen intihar eden insanlar sağ olarak bulunabilirler. Çoğunlukla da uzun bir uykunun ardından gözlerini dünyaya açarlar. "Tünelin sonunda bir ışık gördüm" diyen insanlar aslında haklıdırlar. Çünkü gözlerimizle beynimiz arasında daima gidip gelen bipolar hücreler uyanma refleksi ile ışığı algılamaya başlarlar. Bu nedenle hayata dair birtakım emareleri hissederler. Fakat uyanamayanların sonsuz bir karanlığa gömülüp gömülmediğini henüz bilmiyoruz. Serotonin patlaması mevzusu ise bir sonraki yazımızın konusu.
İntiharların ardından insanlarda gözlemlenen durum genellikle yoğun pişmanlık hissidir. Bu durum iki şekilde tezahür eder. Ekseriyetle insanlar, yapmaması gerektiği halde bunu yaptığından hayıflanır. Çünkü intihar anına kadar oluşan yoğun vazgeçme hali eylem başladıktan sonra giderek azalır. Hatta bazıları yardım çığlıkları arasında ölür. Amerika’da çok bilinen ve halen koruma tedbiri alınmamış bir bölgede birçok insanın kendisini boşluğa bıraktığında uçurumlardan "Help" sesinin duyulduğu söylenegelmiştir. İntihar edip hayatta kalanların çok küçük bir bölümü ise başarısızlıklarından dolayı kendilerini suçlar. Ancak her iki gruba dahil olan insanlar yoğun miktarda duygusal terapi ve ilaç desteği ile ayağa kalkar, eskisinden daha iyi bir şekilde hayatına devam eder. Kötü olan durum; bu intihar sarmalından sağ çıkamayanların halidir.
İntihar eden insanların bir bölümü gayet ketum iken birçoğunun ölümü adeta "Ben geliyorum" der. Teen Wolf’a yaptığı danışmanlıkla bilinen Amerikalı yazar Ned Vizzini de bunlardan biridir. Yazar, yıllar önce yaşadığı olaylardan yola çıkarak 2006 yılında kaleme aldığı It’s Kind of a Funny Story (Bir Nevi Komik Hikâye) adlı romanında kendisini öldürmek isteyen bir genç ve onun başına gelen ilginç olaylardan bahseder. Mutlu bir hayatı olduğu sanılan Vizzini, eşi Sabra ile küçük çocuğu Felix’ten habersiz yere çakıldığında her şey için artık çok geçtir. Uzun yıllar boyunca aldığı psikoterapiye rağmen bu sonuç çoğu insanı şaşkınlığa uğrattı. Yakın dönemde hepimizin aklında yer etmiş Enes Kara’nın ölümü de böyle oldu. Geride bıraktığı video notu, yazılar ve Whatsapp konuşmaları incelendiğinde kendisinin majör depresyondan mustarip olduğu kolayca görülebilir. Ailesi ve çevresinin ıslahı, ardından da iyi bir terapiyle bugün nefes alıyor olabilirdi. Onu bu tercihe zorlayanlar hiçbir bedel ödemediler. Bedeni toprağa emanet edildikten sonra ne yazık ki ruhu unutuldu. "Yeni Nesil Türk Gençliği" fikrine merak duyduğu bilinen Kara, çok az insanın aklının bir köşesinde yer almaya devam edecek. Onlardan biri de benim. Ancak bizler de bu hayattan el etek çekince Enes ve onun telaş ettiği tüm unsurlar tamamen unutulacak.
Sözün bittiği yer budur işte.
Bilgi dagarciginiz ilgi çekici ve etkileyici.İfade gucunuz çok iyi,anlatim diliniz ise akıcı ve sürükleyici.Tebrikler.Takip edecegim.
Çok güzel, su gibi akan bir yazı olmuş, kaleminize sağlık. Öfke problemleri ile cebelleşen Türkçüler için bir yazınız bulunsa çok memnun olurum. Esenlikler.
Çok teşekkür ederim. Milliyetçilik ve öfke duygusu arasındaki korelasyon üzerine bir çalışma planlıyorum. Alakanız için sağ olunuz...
Allah rahmet eylesin