Odanızda oturmuş bu yazıya göz gezdirirken bir tıkırtı duyduğunuzu varsayalım. Yüreğinizi hoplatan, kan akışınızı hızlandıran, şekerinizi yükselten bu durum tattığınız en önemli duygulardan biri olan korkudur. Korkmak; ilkel bir canlıdan bugünkü gelişmiş organizmaya ulaşmamızdaki temel etkendir. Bunu doğrulayan şey ise korku esnasında beynimizde aktif olan bölgeler. Beynimizdeki limbik sistem özellikle de amigdala bölgesi korkunca harekete geçer. Burası ilkel hafızamızın merkezidir. Amigdalanın erkeklerde daha büyük olduğu bilindiğinden, her ne kadar güçlü durmaya çalışsalar da erkekler kadınlardan daha çok korkar. Bunun sebeplerinden birisi eski çağlarda avcı ve toplayıcı olan erkeklerin dış etkenlere daha çok maruz kalmasıdır. Çünkü hayatta kalmak için kendimizi bazı şeylerden sakınırız. Tıpkı yüzümüze karşı bir şey fırlatıldığında kollarımızı kapatarak koruma refleksi göstermek gibi. Bu tür tehlikeli durumlarda heyecan ve stres oluşur. Adrenalin salgısı ile de vücut fazlasıyla enerjik hale gelir. Aslında bu duruma en iyi örnek hayvanların hayatıdır. Aslan saldırısı karşısında ceylanın yaşadığı şey ile sizin tıkırtı duyunca tattığınız titreme aynıdır ve bunun adı korkudur.
Korkunun birçok çeşidi var. Özel olarak bir şeye odaklı korku geliştiyse bunlara fobi deniyor. En çok rastlanılan fobi; bir önceki yazıda değindiğimiz, öleceğini bilen tek canlı olan insanın taşıdığı ölüm korkusu yani tanatofobidir. Fakat ilginç korkular da yok değil. Güzel kadınlardan korku duyanların yaşadığı venüstrafobi, kuş gördüğü zaman kontrolü kaybetmeye neden olan ornitofobi ya da seri katil John Wayne Gacy gibi çocukların sevgilisi bir palyaço gördüğü zaman çığlık attıran koulrofobi. Bunlar aslında en ilginç olanları. Yaygın olan fobiler de var. Mesela ölülerden korkmak nekrofobi olarak isimlendirilirken; delikli yüzeylerden korkmaya tripofobi, örümcek görünce kilitlenmeye araknofobi deniyor. İnsanların özellikle kendisine tehdit olarak gördüğü hayvanlardan korkması doğaldır. Issız yerlerde tek başına kalma korkusu olan otofobi gibi korkular da keza böyledir. Dünya genelinde yaygın olan bir diğer fobi ise eşcinsel görünce yaşanan korku olan homofobidir. İşin esprili boyutuna inersek halkımızın umumi hastalığı olan kitap korkusu da bibliyofobi olarak nitelendiriliyor. Herkesin korktuğu bazı şeyler kimilerinin bağımlılığı da olabilir. Mesela her gittiği yerde zarar verecek ölçüde ateş yakmaya çalışan insanlara piromani hastası denir. Psikolojik kökenine ise bir başka yazıda değinebiliriz…
İnsanlar kimi zaman korkuların müptelası olabilir. Adrenalin bağımlılığı da dediğimiz bu olay, akrobatik hareketler yapma merakı, tehlikeli sporlarla ilgilenmek ya da sürekli korku filmi seyretmek şeklinde gerçekleşebilir. Fakat bunu varoluşsal sancı yaşayan birinin intihar etmesiyle karıştırmamak lazım. Korkunç ögelerden korkmamanın mekanizması farklıdır. Küçük bir kesimi ayrı tutarsak önemli çoğunluğu psikolojik rahatsızlıkları sebebiyle bazı konulardan korkmaz ve ilgi duyar. Buna verilebilecek en iyi örnek katiline âşık olan kurban ya da suçluya ilgi duyan esirdir. Benzer bir diğer hastalıklı bakış açısı ise katilin ya da failin kurbana olan ilgisidir.
Esir psikolojisinin iki türü var. Bunlardan ilki ve en çok bilineni Stockholm Sendromu’dur. Mağdur kişi faile hayranlık duymaya başlar, zamanla bu bir saplantıya dönüşür. Bunun tamamen aşk olarak nitelendirilmesi hatalı bir yaklaşımdır. 17 erkeği öldürdüğü için hapse girmiş homoseksüel Jeffrey Dahmer’a mektup gönderen kadınlar bunu âşık oldukları için yapmıyorlardı. Kadınlar suçlulara iki sebeple yumuşak yaklaşır. Birincisi tehlikede olmadığını bilmenin verdiği rahatlık diğeri ise faili iyileştireceğine duyduğu inançtır. Fakat katiller bu empatiden oldukça uzaktır. Çünkü karanlık üçlü de denilen özelliklerden en önemlisi olan psikopati hastalarıdır. Onlar hiç kimseyle empati kuramaz. Zaten kursalardı bu cinayetleri işlemezlerdi. Az önceki sendromun tam tersi olan ve diğeri kadar ağır olmayan hastalık ise Lima Sendromu’dur. Fail esir aldığı mağdurla empati kurar. Ona acır ve kurduğu duygusal bağ ile ona iyi davranır. Birçok kurban Lima sendromu sayesinde hayatını kurtarabilmiştir.
Stockholm ve Lima sendromlarından farklı olarak, duyulan ilgiye cinsel arzu da eklenirse buna Bonnie & Clyde Sendromu denir. Bu hastalık adını halk arasında Robin Hood gibi görülen ve suç ortağı olan iki kişiden alıyor. Bonnie Parker ve Clyde Barrow beraberce suç işleyen bir kadın ile erkekti. Özellikle Büyük Buhran (1929) döneminde imza attıkları suçlar ilginçtir enflasyon altında ezilen halk nezdinde ciddi karşılık buldu. Hırsızlık ve tehditle soygun olaylarına karışan çift birçok kez hapis cezasına çarptırıldı. Hatta bunlardan Clyde Barrow hapishane koşullarından kurtulmak için baltayla parmaklarını koparacak kadar sorunlu bir karakterdeydi. Ortak işledikleri suçlara sayısız sivil ve polis ölümü de eklenince artık kaçacak yerleri kalmamıştı. Düşürüldükleri pusudan kaçmaya çalıştıkları araba kurşunlandı. Delik deşik olan arabadan her ikisinin de cenazesi çıkarıldı. Birçok insan sergilenen naaşları seyretti. Hatta birkaç polis memuru suçluların kulaklarını kesip hatıra olarak saklamak istedilerse de izin verilmedi. Buna rağmen kanlı elbiselerinden parçalar ve saçlarından bir tutamı almayı başardılar.
Esas konuya dönersek; korku illaki bir katile ya da fobiye esir olmak değildir. Hatta insanlar ilginç şekilde tuhaf şeylerden korkarlar. Mesela bir yüzeye baktığında, karanlık ortamlarda bir nesne gördüklerinde bunları bazı şeylere benzetebilirler. Buna psikolojide Pareidolia deniyor. İçtiğiniz kahveye baktığınızda köpüklerden gülümseyen yüz görmek buna örnek verilebilir. Bulutları maviliklerin arasından süzülen bir melek figürüne yahut dağların tepelerini silüete benzetmek pareidolia olarak nitelendirilir. Kahve falı bakıp birtakım simgeler çıkaranlar aslında bundan mustarip olabilir. O nedenle diyebiliriz ki, size gelecekten haber verdiğini söyleyen falcılardan daha aklı başında birisi olabilirsiniz. Tıpkı sistemin merkezine Güneş yerine Dünya’yı koyan astrologlara inanmamanız gerektiği gibi. Astrolojiye neden bel bağlanmaması gerektiği ise bir sonraki yazımızın konusu.
Dünyada korku tamamen ölüm üzerine olmayabilir. Sapkın akımlar ve adetler kimi toplumlar için normal karşılanabilirken kimi toplumlarda tüyleri diken diken edebilir. Çoğunlukla yaşamının erken döneminde baskı gören ya da istismara uğrayan insanlar arzu, intikam ve hırs gibi duygulara kapılarak cinsel saldırılarda bulunabilir. Hatta bunu kurumsal hâle bile getirebilir. Afganistan’da kanunen yasak olmasına rağmen uygulanan Bacha Bazi (Baça bazi) buna örnek verilebilir. Erişkin erkeklerin toplandığı kapalı bir yerde ergenlik çağına girmiş bir erkek çocuk dans eder. İstismar, fuhuş ve kölelik gibi eğilimler burada gizlice uygulanır. Ne yazık ki, hükumetin buna karşı sıkı tedbir alamadığı konusunda herkes hemfikir. Taliban yönetimi bunu uygulayanların ölüm cezasına çarptırılacağını bildirdi. Fakat uygulama hâlen devam ediyor. Bundaki temel etken, Bacha Bazi töreni düzenleyenlerin mali ve askeri olarak çok nüfuzlu olmasıdır. Halk nezdinde ise görüşler tamamen ikiye bölünmüş vaziyette. Maalesef bu akıma karşı çıkanlar kadar destekleyenler de mevcut. İlaveten Taliban’ın bu denli güçlenmesinde Afganistan’daki eşcinsel akımların ve bunun uygulama alanı olan Bacha Bazi’nin etkisi olduğunu belirtelim. Afganistan’a askeri müdahalede bulunan ABD de bunu engellemediği konusunda ciddi eleştiri almıştı. Fakat ABD yönetimi bunun Afganistan’ın iç işleri olduğunu ve sorumluluğunun da onlara ait olacağını belirtmişti.
Velhasıl kelam. Korkularımız yaşam kalitemizi etkileyebilir. Fakat korkmadan yaşamak imkânsızdır. Çünkü bu duygu sizi tehlikeli etkenlere karşı koruyan en önemli histir. Tamamen korkulara esir olmak ise kabuğunu kıramadan yaşamaya ve zamanla sinmeye yol açar. Bu nedenle diyebiliriz ki; korkunun en büyük düşmanı umuttur. Umudunuzu kaybettiğinizde korkularınız sizi esir alır. Buna alıştığınızda ise artık geriye dönüş neredeyse imkânsızdır…