Kısa kısa yazalım. Uzun yazınca okumuyorsunuz. Muhalefetin tartışıp çözüm üretmesi gerektiği yerde, sanırım bu iş hakkında da bizim gibi karartmaya uğrayarak değersizleştirilen, geçiştirilen ya da ilköğretim kaçkını örgütlü cehaletlerine parti baronları, baronesleri tarafından boğdurulan kişilerin yazması elzem oldu. Muhalefet beceriksizliğine tahammülsüz biçimde yazmak daha reel bir sıkıntıya dönüşmüş durumda… Çünkü adaletsizlik sadece iktidar tekelinde olan bir şey değildir. Adaletsizlik iktidarın konforunu koruma çabasından daha çok muhalefetin kendi konforunu koruma çabasından kaynaklanır.
Ülkede en büyük problem adalet ve güvenlik problemi… Bunun da temel sorunu, her şeyin tekil mekanizmada toplanmasıdır. Bir kere bu kadar tekilleşen bir şey, karşıtlık ve muhakeme üretmez, muhakeme olmadan da gelişme veya mümkün olanı arama gibi bir şey ortada kalmaz. Tekil olanın hükmüyle her şey karara bağlanır geçer. Adalet de böyle, güvenlik de böyle…
Ülkede savcı ve hâkim aynı makam tarafından atanıyor, aynı makam tarafından denetleniyor, HSYK üzerinden takip ediliyor. Halbuki iddia makamının karar makamından hiyerarşik olarak ayrılması lazım. Bir ara tartışıldığı gibi savcılık makamını sadece avukat düzeyine indirgemeye çalışmakla bu iş çözülmüş olmuyor aksine savcı ve hâkimin birbirlerinin yerine geçişli atanabilmesi ya da aynı kurum çatısında denetleniyor oluşu, aynı bakanlığa bağlı oluşu, ister istemez mahkeme tarafsızlığını eninde sonunda sakatlayabilecek bir altyapı zemini gibi duruyor. İş bununla da bitmiyor aynı fakültenin içinde aynı bölüm olarak mezun oluyorlar. Avukatlık, savcılık, müfettişlik, hakimlik vs. bunların çoğu bir şekilde hukuk fakütesinde okuyorlar, bir kısmı da İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden mezun oluyorlar. Çoğu zaman hukukun ayrı bir fakültesi olması yerine idari bilimler ya da siyasal bilimler fakültesinde niye bir bölüm olmadığını sorgulamışımdır hep. Ya da madem fakülte haline getirdin, neden ayrı bölümler tesis edilmediği hep dikkatimi çekmiştir. Neyse konumuz bu değildi zaten adalet meselesiydi. Tek elde toplanan atama ve denetleme yetkisi, bu tekelin HEYET , KOMİTE veya KURUL olsa bile oligarşiye dönüşmeyeceğini kim söyleyebilir.
Genelde diktatörlüğün tek bir kişinin idaresiyle gerçekleştiğini düşünüyor ülkede birçok kişi… Aslında diktatörlük kavramsalı aynı zamanda grubun da baskın yönetimidir. Tekelleşmiş her grup diktatörlük yaratacaktır. Şimdi güya ülke diktatörleşmesin diye TEK ADAM rejimine karşı olmak adına muhalefetin de ara sıra dillendirdiği, Kocaeli vekiiligil efendinin de sakız yapıp çiğnediği bir PARLAMENTARİZM hikayesi var. Ancak hiç birinin ağzından partiler yasası dökülmüyor. Parlamentarizm olsa ne olacak Allah aşkına? Bu partiler yasasıyla zaten milletvekilini sen seçmiyorsun, Genel Başkanlar liste yapıp sana tercih hakkın varmış gibi liste oylatıyor. Bu sefer tek adam rejimi yok ama her partinin başında bir tek adam var ve seçmen parti liderini kabilenin-aşiretin önderi gibi görerek, biat-itaat-sadakat üçlemesiyle pekiştirilmiş siyasi bir din çerçevesinde canlarının istediği gibi siyaset yapıyor ve kimseye hesap vermiyor.
Biz milliyetçi-muhafazakar gelenek içerisinden geliyoruz ve hayatımızın her dönemi, baskıcı olarak anlatılan CHP ve onun genel başkanı İsmet İnönü muhasebesi ile geçti. Bugün partiler yasasıyla kendi koltuğunu koruyan genel başkanlar gibi olsaydı İsmet İnönü ne olurdu diye sormadan edemiyor insan. Ecevit İnönü’ye karşı çıktığında, İnönü kongreye çıktı, yarıştı, kaybetti ve kürsüye çıkıp konuşmasını yaparak vedalaştı. Bıraktı gitti koltuğunu resmen… Ne Gemerek’te mahkeme aradı ne de delegesini diğerlerine saldırttı. Elindeki iktidarı Azrailin orağı gibi de sallamadı. Bırakın parti kuruculuğunu adam ülkeyi kuranlardan birisiydi, öylece kaybetti ve gitti. Düşünebiliyor musunuz? Bugün böyle bir siyasi lider tanıyanınız var mı? Mahkemeler, itirazlar, hain ilan etmeler, kamplaşmalar vs. ne büyük bir adaletsizlik ile rahmetli İnönü’nün hakkını yemişiz meğerse bu konuda… Adam tekelci yönetime düşmemek için çekildi köşesine. Kurultay, delege söz sahibi olarak ardından iktidarı getirdi o dönem CHP’sine…
Neyse tek elden yönetimde tek mesele HSYK yapılanması değil elbet… Mesela Emniyet birimlerinin tek elden yapılanmasıyla uzmanı olmadığı bazı suçlarla baş etmek zorunda kalıyor oluşu… Halbuki bakanlıklarımız var. Bakanlıklarımız altındaki teftiş kurulları yerine polis- ajan yapılanması oluşturulsa ve buradaki birimler oluşturdukları iddiaları mahkemeye doğrudan savcılık yetkisiyle sunabilse hem iş yükü hem bürokrasi azalacak, hem savcılık makamı ile hakimlik makamı aynı merkeze bağlı olmayacak hem de arada bir basamak eksileceğinden dolayı daha süretli bir süreç gerçekleşecektir. Bugün adaletsizliğin en temel gerekçelerinden birisi de mahkeme edilen konuların görüldüğü süre ve yaşandığı süreç meselesidir. Hele ki bir kurumdan başka bir kuruma gönderilen dosyaya yeniden inceleme başlatan ve iddianamesini neredeyse sıfırdan hazırlayan mekanizma yerine kendi bakanlığı ve işleyişini takip ederek suçu belgeleyip iddiayı hazırlayan birimler daha başarılı olacaktır. Savcılar özel bir alan konusunda uzmanlaşma eğilimi gösterme durumunda pek değildir, ancak bakanlıkların altındaki birimler ilgi alanları gereğince özel hukuk ile donanmış duruma geleceklerdir. Emniyet teşkilatları ise bu manada sadece genel asayişi sağlayan kolluk kuvvetleri ve bakanlıklarda görev yapan emniyet-soruşturma birimlerini besleyen alt yapı kurumlarına dönüşmüş olacaktır.
Şöyle düşünün, terörle mücadele uluslararası boyutta sahne aldığı anda herhangi bir ülke için öncelikle savunma meselesidir ve Milli Savunma Bakanlığı altında terörle mücadele birimleri, oluşmalı ve bakanlığın tüm birimlerini kurumlar arası yazışma yerine kurum içi yazışma yoluyla harekete geçirebilmelidir. Sağlık bakanlığı sağlık suçları, Maliye bakanlığı, mali suçları, Gümrük bakanlığı kaçakçılık organize suçlarını vs. takip edip tutuklama yetkisi dahilinde savcılık donanımına haiz olarak mahkeme süreçlerini başlatabilmelidir.
Ancak böyle bir bakanlık oluşturulacaksa, hiç kimsenin iki dönemden fazla bakanlık yapmasına müsaade edilmemeli ve kurum içi yükseltilme ya da tayin meseleleri değişmez, değiştirilmez bir hukuka bağlanarak, kişilerin değersiz egosunun devlet önüne geçmesi engellenmelidir. Ayrıca bakanlıkların atama yetkisi başkanda olmakla beraber parlamentodan hükümetin bütün halinde güvenoyu alması yerine bütün bakanlıklar tek tek oylanarak güvenoyuna sunulmalıdır. Yoksa bu işin arkası sorundur, sorunludur.
Mehmet Fatih Doğrucan