Konuyu dolandırmadan direkt gireyim. Değerli hariciye hocası Ozan Örmeci’nin paylaşımına denk geldim. Diyor ki, “Türkiye, Ermeni lobisinin iddialarını muhasebeye çekmek ve üstünde siyasi bir silah gibi kullanılan bu ucuz şantaj algısını ortadan kaldırmak için en etkin yol olarak Uluslararası Adalet Divanına başvurmalıdır.” İlk bakışta yalnızlık senfonisi çalınan ve devamlı “Hain Kostok” dercesine dış mihrak işaret edilen bir ülkede çok akıl kârı bir öneri değil gibi görünüyor bu tavsiye… Çünkü bütün dünya hepsi bir cephe biz ise tekmişiz gibi bir arabeskle sanırım her iktidar ayağında defalarca tıpış tıpış yaptı. Yahu öyle olup olmadığını son gelişmelerde “Karabağ” sendromunda bile anlayabiliriz. Türkiye’nin de kendi tarihsel kökleri ve diplomasi geleneği vardır, yeter ki, Cumhuriyet veya imparotorluk mirasıyla hesaplaşma hafifmeşreplikleri ortadan kalksın, tarihçenin her biçimiyle, imparatorluğun torunu, Cumhuriyetin evladı olduğumuzu fark edelim kafi…
Uluslararsı İlişkiler Uzmanı Doç. Dr. Ozan Örmeci
Uluslararsı İlişkiler Uzmanı Doç. Dr. Ozan Örmeci
Şimdi gelelim adalet divanı meselesine, bence de konuyu oraya taşıyalım. Çünkü bu konu siyasallaştıkça, diplomatikleştikçe endazesini kaybediyor. Şimdiye kadar Yahudi lobisi desteğince bir şeyleri ötelemişiz. Ancak siyaset değişken oldukça kendi kalıcı çözümümüzü yaratmak zorundayız. Arkadaş güçlü bir ülke miyiz? Evet… Verilecek herhangi bir hüküm bizim bugünümüzü bağlar mı? Hayır. Bağlasa bile istedikleri bağlama taşıyabilirler mi? Hayır. Ama biz bu konudan kaçtıkça zerre bilgisi olmayan magazin tipler, tipolojiler, eline siyasi kimlik veya gazeteci ünvanı geçirdiğinde başlıyor “soykırımı kabullenelim, acılarla yüzleşelim” nasihatlerine… Dününe yabancı insanların insafına bırakılmayacak bir kimliğimiz var elbet.?
Bakın arkadaşlar, Ulus-Devlet “Edirne’den Van’a kadar, güzel bir yurdum var, vermem almam bir karış” mottosuyla sınırlar içine kapanarak korunamaz. Ulus-Devlet aslında diğer uluslarla kurduğu ilişki açısından uluslararası bir profili yapısal olarak oluşturur. O sebeple Ulus-Devlet ilk reflekslerini ulusal sınırların dışında gösterir ve bu reflekslerini ise öncelikle kültürel akrabaları, sonra çıkar ilişkisine girdiği yurt dışı varlıklarıyla sürdürür. Bugün Türkiye bu meseleleri örgütlemek ve ulusal sınırların dışında varlığını devam ettirmek zorundadır. Ancak bu iş bununla sınırlı değildir. Asıl mesele sınırların ötesindeki diplomatik faaliyetlerdir ki, birkaç emperyalist devletin, birkaç şımarık ulusu kucağına alarak siyasetin tarihçesinden diplomasi süzmeye çalışması, diğer yandan kendi iç seçim çalışmalarına rant devşirmesi, bizim bu meseleyi “aman dile gelmesin, ay bu sefer ne diyecekler acaba, yok efendim soykırım der miymiş?” türünden evhamlar ile beceriksizce karşılıyoruz. Hele ki, yarı liberal ve yarı sol düttürü medyasının, meseleyi hak ve özgürlükler meselesi olmadığı halde, sanki öyleymiş gibi sunması, arabesk acılı tragedyalarla nostalji servis etmesi, insanlarda yaratmaya çalıştığı ajitasyon etkisi meseleyi daha büyük bir ihanet boyutuna taşıyor.
Konuyu uluslararası adalet divanına taşımalıyız çünkü, bu mesele aslında 1915 tehcirinden bu yana defalarca uluslararası kurumlarda, komisyonlarda, toplantılarda dile getirildi, tartışıldı, tartıldı, mahkeme edildi. Üzerine tonlarca tez yazıldı, yüzlerce üstüne sempozyum yapıldı. Mesela bu olay, yanlış hatırlamıyorsam 1. Dünya savaşının ardından İngilizler tarafından Malta’da mahkeme edildi. En büyük Türk Esir Kampı oradaydı ve Ermeni tezleri, yaslandığı iddialarını, Malta’da esir faillerinin karşısında kaybetti. Fransa’dan Almanya’ya, İsrail’den ABD’ye kadar daha önce defalarca kalkışılan hukuki girişim, hatta siyasi girişim Ermeniler tarafından kaybedildi. Kaybettikçe çirkinleştiler, çirkinleştikçe diplomat katlettiler, Genelde Avrupa’nın özelde Fransa’nın şımarık çocuğu haklılığından dolayı değil, Türk’e pranga vurulma çabasından dolayı kullanışlı bir lobiye dönüştü. Bu meseleyi yeni okuma, yeniden okuma yolu ile, yepyeni bir kampanya ile kapatma zamanı çoktan gelmiştir. Hatta gerekirse her ülkede kampanya yürütecek örgütlenme zarureti de hasıl olmuştur.
Sakın kazanamayız demeyiniz, dünyanın en ünlü bilim adamları, tarihçileri, dönem uzmanları apaçık biçimde Türk Tarih tezinin doğruluğunu açıklıyor ve onaylıyor. Haydi bu konuyu doğrudan biz umumileştirip uluslararası örgütlü bir kampanya ile bu saçmalığı tarihe Ermenistan ile birlikte gömelim.
Önemli Not: Amerika düşmanlığı başka bir şey Nato başka bir şey, hemen öneri olarak NATO ve CENTO tartışması yapmak yerine ABD’yi doğrudan tezyif etmeli ve ilişkilerimizi düşük seviyeye taşımalıyız. Ama NATO ve ABD bir değildir. NATO’da ise daha aktif bir çerçeve planına yönelip ABD’ye tahrik ve tahkir edilebilir bir ulus olmadığımızı hissettirmeliyiz.
Mehmet Fatih Doğrucan