Son yazımda, Avni Aker Stadı’nın yıkılması ile açılan alana yapılan Millet Bahçesi’ni ve Akyazı’nın durumunu ele almış, bu arazinin ve şehrin başka yerlerinde yıkılan sahaların karşılığında elde edilenlerin yeterli olmadığından bahsetmiştim. Buradaki tribünün ise nostaljik olduğunu, Avni Aker Stadı ile hiçbir bağı olmadığını, halbuki ilk anda verilen sözün, stattan bir bölümün “yıkılmadan muhafaza edileceği” yönünde olduğunu belirtmiştim. Oysa meselenin sadece bu kadar olmadığı bu hafta belli oldu. Buraya yapılan futbol sahasının nizami olmadığı, farklı kişiler ve kurumlar tarafından ifade edildi. Sahanın ölçülerinin müsabakalar için elverişli olmamasının yanında kaleler, yedek kulübeler, korner direkleri gibi teknik detayların tamamı eksik. Bu alanda inşaata başlarken Toki Başkanı’nın burada nizami bir saha sözü verdiği ise diğer bir mesele. Diğer bir deyişle, tribün nostaljik, saha gayrinizami. Trabzonspor’a ait gibi görünen tek unsur, köşede bir yere yerleştirilen ve ortasından ağaç çıkan Trabzonspor logosu. Sözler ise dalında kurumuş.
Öte yandan, Trabzonspor’un galibiyet serisi de akamete uğramış durumda. Abdullah Avcı’nın Fenerbahçe maçında ortaya koyduğu “kontrollü” oyun, takip eden maçlarda taraftarı “biz ne izliyoruz” diyecek düzeye getirmiş durumda. Kontrollü deyişim sözün gelişi çünkü hücum hattında çoğalamayan, top tutamayan, son maçında kaleyi bulan ilk isabetli şutu oyunun son kısmına doğru gelen bir takımın durumu herhangi bir kontrol ile açıklanamaz kanaatindeyim. Özellikle oyuncu tercihlerinde “dengeci” davrandığını düşündüğüm Avcı’nın geleceğini de yine kendisi belirleyecek. Kendisine şu noktayı atlamamasını tavsiye ediyorum: Trabzonspor camiasında hiçbir mesele tamamen unutulmaz, dengeler her an değişebilir, kasketini önüne koyup düşünmeyenler, kasketini alıp gitmek zorunda kalabilir. Yerel basın bugün över, yarın sürmanşetten haber olursun. Öz evlatlar bugün yüzüne güler, yarın arkadan tef çalar. Yönetim bugün seninle can ciğer kuzu sarması, yarın bakmışsın ciğerini mangala sermiş.
Yönetim demişken, bu yazının asıl konusunu Trabzonspor yönetimine ayıracağım çünkü bunu fazlasıyla hak ediyorlar ve kendilerini bu haktan mahrum etmek istemem. Ahmet Ağaoğlu’nu Trabzonspor ile ilgili en son hatırladığım yer, bir internet sitesinin kahvaltısıydı. Burada kendisine Başkan adayı olup olmayacağı sorulduğunda sadece kendisinin istemesinin yeterli olmadığını, orasının biraz “karışık” olduğunu belirtmişti. O tarihten sonra, adaylık için ismi ve cismi görünene kadar adeta kayboldu. Trabzonspor ise bu dönemde, Sadri Şener’in son senesi ile birlikte girdiği cenderede döne döne iyice kaos ortamına girdi. İşte “Kul Ahmet” de böyle bir ortamda ceketini giydi ve aday oldu. Celil Hekimoğlu’nun neredeyse bir sene öncesinden “ben yokum” dediği bir yarışta “en makul” adaydı ve belli ki karışık meseleler de çözülmüştü. İşte, bir dönem böyle başladı. Sonrasını ise Trabzonspor taraftarı hep birlikte yaşadı ama bilmeyenler için kısa bir özetlemek gerekirse; “samimiyet ve iyi niyet” parolası ile yola çıkan yönetim, bir Aralık gecesi yaptığı operasyon ile Hoca’sını görevden alarak makas değiştirildiğini ve aslında “ilk plana” geri dönüldüğünü deklare etti. Tabi hesaba katmadıkları şey, Ünal Karaman’a olan sevginin ve ayrılığın şeklinin oluşturduğu tepkiydi. Tepkiyi aşmak için önce yardımcısını, sonra da onun yardımcısını göreve getirdi. Peki, neydi bu ilk plan?
İşte bu noktada, Ünal Karaman’ın aslında ilk tercih değil de bir zaruret olduğu, sene sonunu görse yeter düşüncesi ile getirildiği, camia tarafından kabul edilmenin bir metodu olarak düşünüldüğü fikri öne çıkıyor. Ünal Karaman’ın taraftarı ve takımı havaya ve daha da önemlisi potaya sokması ile de “kafalarındaki” teknik direktörün gelişi zora giriyordu. Neticede, ava kurt ile çıkanlar, çobanın yanında safa durdular. Bu tabi ki olayların bir yüzü. Ağaoğlu yönetiminin “şirinlik muskası” tavırları ile “sanal tepkileri” arasındaki uyumsuzluk ise diğer yüzü. Vitesi bir küçültüp bir büyülten yönetimin, kritik anlarda ortada görünmediği ise artık gören gözler için bir muamma değil. Hakem hataları konusunda video yayınlayıp da TFF binasında muhatap bulamamak / alınmamak, camianın ciddi ölçüde önemsediği konularda kulağının üstüne yatmak, taraftara sanal şirinlik yaparken bir yandan da taraftarın “samimiyet” söylemlerini göz ardı ederek bildiğini okumak, kendini belirli basın mensuplarına dayayarak varlığını sürdürmeye çalışmak gibi pek çok konuda hanesinin eksilerle dolu olduğunu belirtmek gerekiyor. Sadece onun mu? Sadece bu kadar mı? Elbette, hayır.
Onun kadar pay sahibi olan diğer iki isim ise Mehmet Yiğit Alp ve Ali Sürmen. Televizyonlarda yapımcısı olduğu dizilerde Trabzonspor’u bir motif olarak zaman zaman kullanan Alp, yönetim içinde gölge başkan mı veya bir kliği mi temsil ediyor? Özellikle Hoca tercihleri konusunda etkisi ne düzeyde oldu? Taraftarlar arasında belli bir ayrıma sebep olacak tercihlerde bulunuyor ve bu konuda Ağaoğlu’nu etkiliyor mu?
Ali Sürmen, kulübün Divan Kurulu Başkanı. Taraftar kendisini özellikle bir dönem kendi kulübüne karşı şike iması yapması ile hatırlıyor. Kendisi sözlerinin kastının farklı olduğunu iddia etse de buna inanıldığını söylemek pek mümkün değil. Bu duruma rağmen, halen kulüpte etkin ve dahası kulübün en önemli organının başında.
Bu üç ismin ortak özelliği ise kendi Trabzonspor’larını kurmak ve yönetmek istemeleri. Taraftara rağmen, maziye rağmen, dahası mevcut sistemde başarının gelmeyeceğini bildikleri bir şekilde ve muhtemelen bunu çok da istemeyerek. Oysa tarih hep aynı şeyi söylüyor: Mabadıyla inatlaşan….
Velhasıl; yaklaşıyor, yaklaşmakta olan…
Veysel Çıtlak