Mukaddesatı köpeklerin önüne atma, incileri domuzlara dökme.
- Matta 7:6
İnsanoğlunun icatlarından en ilginci belki de “kutsal”dır. İsabetli olup olmaması hiç önemli değil, bin yıllar önce bazı insanların zihninde bazı meselelerin, şahısların yahut nesnelerin neredeyse oyunvari bir hürmete layık olduğu fikri mayalandı. Bu sayede bugün insan hayatının kutsallığından bahsedebiliyoruz; eski kutsallarımızın çoğu zihnimize ve vicdanımıza ayakbağı oluyorduysa da kutsal fikri olmadan ne modern öncesi dönemde cemiyetler yaratabilirdik ne bugünün modern hukukunu tesis edebilirdik.
Fakat kutsalın ne olduğuna dair zihnimiz karışık gibi. Meşhur Durkheim “kutsal ve dindışı” diyerek bir ikilik kurgular, buna göre dini olan kutsalla ilgilidir, bir de dindışı alan vardır ve bu seküler yaşamın alanına girer. Bu görüşü eleştirebiliriz, fakat Durkheim hiç değilse Batı için isabetli bir tespit yapmıştır: Batı, nedeni ve nasılının hikayesi bu yazının kapsamını aşacak bir şekilde, laisizmin mükellef olarak ortaya çıkmasından çok önce dini muhterem ve ritualistik bir alana terk etmeyi başarmıştı. “Profane” olan, yani tapınağın dışında kalan meselelerde tartışabilirsiniz, ayrışabilirsiniz, çatışabilirsiniz, hatta birbirinizi lime lime doğrayabilirsiniz: Din bunların ötesinde ve üstündedir. Aquinolu Thomas’ın bir dini gerçek, bir dünyevi gerçekten bahsetmesi bu yüzden çelişki değildir; din bir tür paralel düzlemde, aynı zaman ve mekanın farklı boyutlarında akar gider; yer yer dünyevi yaşamla kesişse de alanı bambaşkadır. Batı’nın tam olarak bu sayede dünyevi ve güncel meselelerden, çatışmalardan bağımsız kutsallar tahayyül edebilmesinin nedeni belki de budur.
Bize gelince, kutsalımız yok, ikonlarımız var. Bu kısacık cümle esaslı bir düşünce çağlayanını tetiklemeli, o yüzden tekrar ediyorum, kutsalımız yok, ikonlarımız var. Kutsal bir reverans gerektirir, hemen her zaman korkuyla karışık bir sevgi, imtina gerektirir. Şamanizmde bazı dağlar kutsaldır, ayak basmazsın. Ölüm kalım meselesi olsa dahi basmazsın! Bazı hayvanları kutsal addeder salarsın, eti yenebilir olsa da yemezsin. İslam’da haram aylar ve beldeler vardır, bu dönemlerde çatışmazsın, bu bölgelerde hareketlerinin nasıl olacağı önceden belirlenmiştir, uyarsın.
Fakat İslam coğrafyasında dinden bağımsız bir düşüncenin nüvelerini teşkil edecek düşünce akımları ortaya çıkmadığından, yahut çıkar gibi olduğunda hep boğulduğundan ve bu toprakların akıllı ve zeki adamları hep dinle meşgul olmak zorunda kaldıklarından, kutsal olanla dindışı, yani tapınakdışı olan arasındaki çizgiyi kalınlaştıracak ve nihayet ikisini birbirinden azat edecek bir kültür gelişmedi. Cenap Şahabettin’in Rusları tanımlarken “şayan-ı hürmet şeylerin hiçbirisine Türk karşısında hürmet etmemek”ten şikayet ettiği aklıma geliyor: Şayan-ı hürmet kutsallarımız hemen yok gibidir.
Türban? Artık türbanlı escortlarımız var. Zira türban dini bir araç değil, seküler bir ikondur; kendini belli bir İslamcı çerçevede tanımlayanların (üstelik kadınlardan çok erkeklerin) önemli bir ikonudur. Paylaşılır, tanınır, bilinir, yüceltilir ama ona hürmet edilmez.
Cami? Temizlik imandandır deriz, İslam’ın en temel şartları hep vücut temizliğini ön şart olarak sunar. Buna rağmen camilerimiz ayak kokar. Ortada bir mabut-kul ilişkisi vardır, evet; camiye koşanlarımız, ibadet ve dua edenlerimiz… Suretten saygı lafızları vardır ama, caminin herhangi başka bir yerden daha kutsal olduğuna dair bir davranış, bir uygulama yoktur.
Kuran sayfalarının mızrağa geçirildiği gün, belki de, bu toprakların kolektifçi, belirsizlikten kaçınmacı ve güç tapınıcısı kültürü, İslam’ın kutsalları olmasını daha doğuşunda engelledi. Kuran bu saatten sonra bir kitle idare aracıdır başka bir şey değil: Ortalama insanımızın evinde özel bir kılıfın içinde yüksekçe bir yere asılan Kuran kutsaldır, fakat Kuran’a inananları sevk ve idare edenler için bir defa yol açılmıştır artık.
Daha kötüsü, bir şekilde eski şamanistik tecrübesiyle kutsal müessesesini muhafaza eden insanımız, kendine İslamcı diyen ve İslami ikonları kullanarak kimlik inşa eden bir hareketin uzunca süredir esiri olmuş durumda. Bu veçhile dindışı hayata dair her şey kutsal olması gereken dini söylemlerin belirlediği çerçeveye uymak zorunda kalıyor. İslamcılar flört müessesesine karşı çıktıklarından sevgilileriyle imam nikahı kıyıyor, ayrılmak istediklerinde de boşanıyorlar. Neyin dini, neyin seküler olduğu inanılmaz bir muğlaklık çorbasında birbirine girmiş durumda. İhaleyi sakalınız yahut konuşmanızda kullandığınız belli kelimeler kazanıyor; şirketinizin kapasitesi yahut ürününüzün kalitesi değil. Bütün bu sürecin sonu İslam’ın kutsallarının yalnız birer ikona dönüşmesi ve İslamcılığın sekülerleşmesidir. Evet, artık yığınların dinle ilişkisi uhrevi yahut kutsal bir zaviyeden değil, epey seküler bir zaviyeden: İhale almak, atama yaptırmak, maaş kazanmak ve korunmak için. (Rahmetli Neyzen Tevfik aleyhisselam bunu çok güzel tarif etmişti: Emin olmak için cinden, polisten, her türlü musibetten / Taşırlar bankanottan bir hamayil ya Resulallah!)
Üstelik ikonlar kutsallardan daha tehlikelidir: Kutsalların tarifi, onlarla ilişkimizin mahiyeti detaylı ve kati bir şekilde tarif edilmiştir, değişmesi ve kullanılması zordur. Bir tür hakem gibi insanların ve onların gündelik kamplaşmalarının üstünde konumlanırlar. İkonlar öyle değildir, bunlar etno-semboller gibi kimlik inşasında kullanılırlar ve o kimliğin ne yapacağını, ikonları yöneten merkez belirler.
Şu halde Türk toplumunun kutsalsız kalmasına üzülüyorum. Hayır, gençlerin dinsizleşmesine üzülen salak sakallıların üzülmesi gibi değil bu; kutsal yalnızca dini bir müessese değildir. Fakat kutsal kavramı uzun asırlar boyunca dinle iç içe oldu, seküler kutsallar inşa edebilmek için dini dönemden “kutsal nedir?” tarifine dair bir tecrübenin aktarılması gerekliydi. Böyle bir tecrübemiz yok, o yüzden insan hayatı, ifade özgürlüğü, kamusal alan – bunların hiçbirisi bizim için kutsal değil.
Bu kutsallar olmadığında, icat ettiğimiz ve esasında bize faydalı olan müesseselerin hiçbiri işlemez: Serbest piyasa o karikatür yamyamlığa bürünür ve hem bireyi, hem kamusal alanı işgal edip sömürür. Demokrasi bir ikonlar savaşına döner, kitleler gözüdönmüş şekilde hiçbir şirketin elde edemeyeceği kadar korkunç bir güçle zayıfı, yalnızı, farklıyı linç ederler. Hayır, uzlaşılmış kutsallar gereklidir ve tam da bu yüzden kutsaldırlar: Bir tür ilkelliğe dönüş gibi. Zira ilkel insan, en azından benim anladığım kadarıyla, hayatta kalmasını kolaylaştıran şeyleri kutsallaştırıyordu. Gök kutsaldı, zira yön bulduğu yıldızlar gökteydi, bereket veren yağmur gökten geliyordu. Güneş kutsaldı çünkü çevresini aydınlatıyor, sığınağını ısıtıyordu. Yeni kutsallara dini işlevler yüklemeden, onları “bilgi eksiğinden kaynaklanan açıklanamazlığın yarattığı belirsizlik korkusunu gideren metafizik cevaplar”ın yapıtaşlarına dönüştürmeden yaratmamız gerekiyor. Bir süredir halkımızın değerlerinden şikayet eder dururum, ortalama insanımızın ne kadar kötü olduğunun altını çizerim. Fakat değerler manzumesi ancak kutsalların merkezinde yer aldığı düğümler sayesinde incelikli bir dantele dönüşebilir, değerlerden önce kutsallar yaratmamız gerektiğinin farkına varıyorum.
Milliyetçi söylem, bir an evvel hamaseti bırakmalı, İslamcıların iyiden iyiye ele geçirmeye başladığı kendi ikonlarını kurtarmalı ve bu ikonların terekesinden özgür iradeyi, fikir özgürlüğünü, eşitliği ve hoşgörüyü dokunulmaz kılan kutsallar yaratmalı. Yoksa sabık bir barbarın dediği gibi yeni bir çöl yaratacağız ve adına barış diyeceğiz – milliyetçiliğin kazanması bir halta yaramayacak.
M. Bahadırhan Dinçaslan