20 yıllık AKP serüveni, Türkiye için ders kitaplarına işlendiği ‘partizan gözlüklü’ okumalardan da mevcut muhalefetin ‘söyleyebildiği’, ‘ortaya koyabildiği’ analizlerden de fazlasına tekabül ediyor ve bunların ötesinde anlamları ihtiva ediyor.
Bugün öncelikli olduğu düşünülerek karşı karşıya olunan tehditlerin üzerinde durulsa da potansiyel ve müstakbel tehditler de AKP’nin bırakmaya hazırlandığı bir miras olarak bohçasında boy gösteriyor.
Post-AKP’yi bir de bu pencereden okumayı tercih ederek memleketin istikbalde patlamaya hazır bir şekilde kucağında bulacağı bombayı irdeleyelim: Muhalefetsizlik.
***
Bugün Türkiye, anlaşılabilir bir şekilde muhalefetsizliğin sancılarını yaşıyor. Yazarın gözünden; İYİ Parti, ülkenin -tam anlamıyla- tek muhalefet partisi olarak göze çarpıyor. Bunun yanına eklenebilecek yarı-muhalif vasfını taşıyan partiler ise MHP, BBP ve Vatan Partisi.
Demokrasinin ön şartlarından biri olarak addedilebilecek, temel değeri olan muhalefeti muhalefet yapan özelliklerinden biri de tıpkı ‘mutlak gücü sınırlamaya’ vesile oluşu gibi (ki bu yönüyle yasaları tamamlayıcı nitelikte hayati bir misyona sahiptir) gerçek siyasa alternatifleri önerme işlevlerine sahip bir mekanizma oluşudur. Şerif Mardin’in muhalefet kavramını tartıştığı makalesine atıfla yukarıda sıraladığımız özelliklerin ikincisi üzerinde durmayı tercih ediyoruz.
İYİ Parti’yi yarı-muhalif yapılardan ayıran ilk husus şüphesiz iktidar blokuna ve iktidar blokunun inşa ettiği yeni rejime karşı olan tutumudur. Genel Başkan Akşener’in bilhassa grup toplantılarında iktidara -muhalefetin temel bir misyonunu yerine getirme vazifesinin altını doldurarak- siyasa önerileri sunması, güncel sorunların çözümü için takip edilmesi gerektiğini düşündükleri yol haritalarını ilan etmesi onu CHP, HDP gibi partilerden de ayırmaktadır.
MHP, BBP ve VP gibi yapıları yarı-muhalif olarak adlandırmamızdaki başlıca amil ise şüphesiz ‘ucube sistem’ sorunudur. ‘Türk tipi başkanlık’, ‘yarı başkanlık’, ‘partili cumhurbaşkanlığı’ gibi isimlerle anılan sistemsizlik sistemi, koalisyonsuz iktidar blokları oluşmasının önünü açmış ve AKP-FETÖ, AKP-PKK gibi geçmişte üstü kapalı bir şekilde yürüyen çıkar ilişkilerinin açıktan yapılmasına olanak tanımıştır. Değişen sistem, bugün AKP’nin terör örgütleri yerine meşru partilerle güç birliği yapmasının önünü açmıştır. Bahsi geçen işbirliğinin daha görünür bir çıkar ilişkisinin üzerine bina edilmek mecburiyetinde oluşu, işbirlikçi yapılara birer yarı-muhalif gömleği biçilmesi zaruretini de beraberinde getiriyor.
***
Ortaya koyulan bu durum, gelecekteki riske göz atmadan evvel ihtiyaç duyulan mevcut durumun bir özeti. Bu noktayı müteakip yarına bakmadan önce son olarak bir ara notu da bu satırlara iliştirelim.
Yukarıda vurgulandığı şekliyle İYİ Parti’nin gerçek ‘muhalefet’ kimliği, bir methiye değildir. Bugün İYİ Parti, CHP’nin birkaç yıl önce eleştiri konusu olan takındığı tavra benzer bir tavır takınmaktadır. Aradan geçen yıllar CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun söylemlerinde bir değişikliğe neden olmuş ve Kılıçdaroğlu, “AKP’nin Türkiye’yi kötü yönettiği” yönündeki söyleminden vazgeçerek önce “AKP’nin Türkiye’yi yönetemediği” sonrasında ise daha da sertleşerek “AKP’nin Türkiye’yi yönetmediği” yönündeki söylemleri benimsemiştir. Söylemdeki sertliğin ulaştığı son nokta, iktidar makamının meşruiyetinin sorgulanması anlamına gelmektedir. Bu da meşruiyetini itirmiş bir partiye meşru bir alternatif sunmanın anlamsızlığı sonucunu doğurmaktadır ve haliyle CHP, AKP’nin ‘kutuplaştırıcı’ diliyle yarattığı oyunun şartlarını görüp adımlarını buna göre atmaya başlamıştır. En nihayetinde bugün, ‘gerçek muhalif’ olmak pek ala Türkiye’de sanki bir demokrasi krizi yokmuş gibi davranmak olarak algılanabilir ve bu kavrama illa bir değer yüklenecekse bunun müspet değil, menfi olacağı anlaşılmalıdır.
***
Şimdi post-AKP varsayımı ile her geçen gün biraz daha yaklaştığımız yarına bu sorun özelinde göz atacak olursak karşılaşacağımız tehdit, demokrasi krizinin aşılmasını engelleyecek ‘muhalefetsizlik sorunu’ olacaktır. AKP ve işbirlikçi yapıların iktidarlarının ömrünü uzatabilmek adına yürüttükleri başarılı kutuplaştırma propagandasının sistemi tıkadığı nokta, Türkiye’ye birbirinden kötü iki senaryo armağan etmiştir.
Bunlardan ilki, iktidar blokundaki erimenin biraz daha devam etmesinin ümit edilmesi ve dengelerin Cumhur İttifakı aleyhine yüzde 40’a karşı yüzde 60 şeklinde oluşmasıdır (Bazı kamuoyu araştırmaları, bu dengeyi tesis edecek oy dağılımının şimdiden yakalandığını öngörse de yazarın da paylaştığı yaygın kanaat tam tersi yöndedir). Yüzde 60’lık dilimin yüzde 10’unu HDP’nin oluşturacağı varsayımından hareketle bu dengenin tesis edilmesi, iktidarın el değiştirebilmesi için HDP haricindeki AKP’nin karşısında konumlanan bütün yapıların ittifakı anlamına gelmektedir, belki de daha önce kullandığımız ifadeyle ‘ittifakların ittifakı’.
Bir diğer senaryo, dengenin yine iktidar bloku aleyhine fakat Millet İttifakı için de HDP’ye muhtaç bir şekilde bozulmasıdır. HDP’nin iktidara içeriden veya dışarıdan dahlinin siyasi tarihimizde ne gibi yaralar açabileceği henüz öngörülememekte.
Her iki senaryoda da bugün gerçek veya formalite muhalif kimliğini giyen herkesin iktidara topyekun taşınması anlamına geliyor; tek fark, HDP’nin konumu. İkinci senaryoda HDP’nin iktidar paydaşı olması ne kadar göz korkutuyorsa ilk senaryodaki şekliyle Türkiye’nin tek -sözde- muhalif yapısının HDP olması da bir o kadar tehlikelidir.
HDP hariç istikbaldeki süreci okumaya çalışırsak her halükârda yüzleşilecek olan muhalefetsizlik sorunu ise şimdilik çözümsüzdür. Türkiye’yi AKP’nin içine hapsettiği anti-demokratikleşme sürecinden veya demokrasi krizinden kurtarma vaadiyle yola çıkan mevcut muhalefet blokunun iktidara geldiğinde demokrasinin temel değerlerinden biri olan muhalefetten mahrum bir şekilde iktidar etmeye çalışması krizin farklı bir elle sürdürülmesi ile eş değerdir.
CHP, İYİ Parti ve diğer muhalefet partilerinin üzerine kafa yorması gereken bu müstakbel tehdit için herhalde halihazırda 10 puan bandında bulunan barajı önemli ölçüde indirip parlamenter sisteme dönüşü olabildiğince hızlı bir şekilde gerçekleştirmek iyi bir ihtimal olarak değerlendirilebilir. İlk akla gelen bu çözüm veya çizilecek farklı bir yol haritası, işaret ettiğimiz post-AKP’nin kısa bir Lale Devri olup olmayacağını belirleyecek kritik noktalardan biri olacak.
A. Kutalmış Işık