Milliyetçilik en temelinde bir milletin egemenlik hakkını savunan dünya görüşü ve ideolojidir.
Modern çağlara kadar milletlerin, daha da doğrusu insanların egemen olduğu bir toplum düzeni mevcut değildi.
Hemen hemen bütün dünyada “ben asil kandan geliyorum” ve “beni ilahlar seçti” yalanları üzerine bina edilmiş; firavunluk, imparatorluk, krallık, şahlık, padişahlık, sultanlık yahut da çarlık gibi unvanlara sahip hükümranlıklar mevcuttu.
Bu hükümdarlar yeryüzünde bazen bir ilahın kendisi, bazen temsilcisi ve bazen de yeryüzündeki gölgesi olduklarını iddia eder, hükmetme hakkının kendi soyuna bir ilah tarafından verildiğini ve o ilahın yasalarını uyguladıklarını söylerlerdi.
Hükümdarların özel imtiyaz tanıdığı ruhban sınıfı ve tapınak ehli de bu iddiayı tasdik etme makamıydı. Karşılıklı bir “kazan kazan” yahut da “sen benim sırtımı kaşı, ben de seninkini” düzeni.
Elbette bu düzende olan kul yahut da köle konumunda bulunan sıradan insanlara oluyordu. Asiller saraylarda, ruhban sınıfı tapınaklarda bir elleri yağda bir elleri balda gününü gün ederken sıradan insanlar bu lüksün bedelini emekleri, vergileri ve bazen de canları ile ödüyorlardı.
Binlerce yıl boyunca yeryüzüne egemen olan bu adaletsiz düzene karşı ilk başarılı isyan 1789’da Fransız Devrimi ile ortaya çıktı. Fransa’da halk bir devrim gerçekleştirerek asil ve ruhban sınıflarının hükümranlığına son verdi ve yerine sıradan halkın, Fransız milletinin egemen olduğu bir milli Cumhuriyet kuruldu.
Bu devrim ve milliyetçilik dalgası tüm dünyada hızla yayıldı ve hem kendini asil olarak takdim eden hanedanların ve hem de kendini tanrının vekili olarak tanıtan ruhban sınıfının egemenliği birçok ülkede son buldu. İlahi olduğu iddia edilen kölecil yasaların yerini ise insani yasalar ve anayasalar aldı.
Yüzlerce yıl çeşitli hanedanların egemenliği altında kul konumunda yaşamak zorunda kalmış olan Türk milleti ve Türk aydınları da elbette dünyadaki bu gelişmelere kayıtsız kalmadı. Türk milletinin egemenlik hakkını savunan Türkçülük, Turancılık ve Türk milliyetçiliği düşüncesi çok büyük bir hızla yayıldı, geniş bir taraftar kitlesi buldu. Bütün milliyetçi akımlar hanedanlara ve tapınaklara karşı savaşarak iktidara gelmişlerdir. Bir benzeri Türk milleti tarafından da yaşandı önce Rus Çarı’na karşı savaşan Türkler 28 Mayıs 1918 tarihinde Azerbaycan Cumhuriyetini kurdu ve daha sonra Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusu hem işgalci yabancı güçleri ve hem de Osmanlı hanedanı güçlerini yenerek 29 Ekim 1923 tarihinde Anadolu topraklarında Türkiye Cumhuriyetini kurdu.
Buraya kadar yazdıklarım hemen herkes tarafından bilinen siyasi ve tarihi gerçekler ama asıl vurgulamak istediğim 12 Eylül sonrasında beyni yıkanan ve kendisini Türk Milliyetçisi olarak tanımlayan bir kesimin yaşadığı Osmanlı hayranlığında ki tuhaf çelişki. Bu kesim Osmanlıcılık oynayarak Türk Milliyetçiliği yaptığını zannediyor.
Bu kesimde yaygın bir şekilde görülen Türk milliyetçiliğini bir devlet ideolojisi haline getiren Mustafa Kemal Atatürk düşmanlığı ve Abdülhamit gibi despot sultanlara gösterilen hayranlık ise çelişkinin bir diğer unsuru.
Bu kesime seslenmek istiyorum; bakın bir tercih yapmak zorundasınız ya doğru dürüst Türk milliyetçisi olur Türk milletinin egemenlik haklarını savunursunuz yahut da Osmanlıcı ve saltanat taraftarı olur bir ailenin egemenlik haklarını ve muhayyel ilahların gönderdiği iddia edilen hukuki düzeni savunursunuz anlarım lakin ikisi bir arada mümkün değil olmaz. İkisini bir arada yürütmeye çalışırsanız kafa karışıklığından ayaklarınız birbirine dolanır bir menzile de varamazsınız.
Bir milletin oluşturan genetik ve kültürel kökler geçmişe uzansa dahi milliyetçilik geçmişe değil günümüze ve geleceğe ait bir ideoloji ve düşünce biçimidir. Bir milliyetçi asla geçmişte yaşamamalı enerji ve gücünü geçmişte yaşanmış olaylar için tüketmemelidir. Türk milletinin egemen olmadığı hiçbir devlet Türk devleti değildir, olamaz. Geçmişte kurulmuş ve geniş kesimlerin Türk devleti diye tanımladığı devletlerin tamamı bir ailenin, bir hanedanın egemen olduğu Türk milletinin ise kul konumunda olduğu Türk milletini sömüren devletlerdir. Bu devletlerin ve bu hanedanların başarısı ya da başarısızlığı ile övünmek ya da yerinmekle vakit kaybetmeye gerek de yoktur, zaman israfıdır, kimseye bir faydası da dokunmaz.
Türk milliyetçileri bu gerçeklerin farkına vararak silkinmeli, kendilerine gelmeli ve geleceğe odaklanmalıdır.
Murat Özbülbül