Çağdaş insan korkunç: Dünyanın düz olduğuna inananların sayısı, 2000 yıl öncesine nazaran kat kat fazla, mesela. Çocuklarına aşı yaptırmak istemediği için yok olmuş çocuk hastalıklarının hortlamasına neden olan ebeveynler, mesela, aşıdan önce çocuğunu hastalığa kurban veren ebeveynlerle karşılaşsalar, ikinci grup ne düşünürdü? Bioenerji zırvalarına inanıp binlerce lirasını kaptıran “eğitimli” insanlarımız var. Liste uzar gider elbet, fakat yakın zamanda en sorunlu tiplerin hayvanperestler olduğuna kanaat getirdim: Kasten hayvansever demiyorum zira ben hayvanseverim. Hayvanperest tabiri, sokak köpeklerinden şikayet edilince “sen sokağa çıkma”, “sokak hayvanların yaşam alanıdır” vs. gibi zırvaları dile getirebilen sosyopatları kapsıyor.
Bu sosyopatların segmentleri var elbette; kimisi şifa imkanı olmayacak şekilde bu hastalığın pençesine düşmüş halde; hiçbir rasyonel ifadeyle ikna edemezsiniz ve kapıldığı dinin emir ve yasaklarına mugayir bir laf ettiğinizde sizin ölmenizi çığlık atarak talep edebiliyor. Bazılarının sorunu sadece bütüncül ve rasyonel düşünememek, ancak ilk gruptaki insanlar bu diğer tiplere kanaat önderliği yaptığından onların da kurtulması yahut sağlıklı bir hayvanseverliğe erişmesi imkansız görünüyor.
Türkiye’nin ciddi bir başıboş hayvan sorunu var, bu kadar büyük ve yaygın bir soruna dair Türk milliyetçilerinin fikrinin olmaması düşünülemez. Dünyanın en sıradan doğrusunu ifade ettiğimi düşünerek yaptığım paylaşımlara gelen tepkileri görünce, fakat, en baştan başlayarak sokaklarda neden köpek başta olmak üzere hayvan olmaması gerektiğini anlatmak istedim. Bunu başarmak için önce çok basit bir öncül üzerinde uzlaşmak gerekiyor: Hayvanlar insan değildir.
Veganlık ve hayvanperestliğin zırvaları yalnız bu kitleyi bağlasa çok sorun değildi, ancak kendileri gibi düşünmeyenleri sair olumsuz sıfatla yaftalıyorlar ve kamusal alandaki sorunların çözülmesini engelliyorlar. Bu bakımdan tekrar etmek gerekiyor ki hayvanlar insan değildir ve insanlar et yer, et yemelidir de. Sırtlanların bir antilopu husyelerinden yakalayıp hala canlıyken yemeye başlamaları gaddarca mıdır? Değildir elbet, sırtlan için bu varoluşunun ta kendisidir. İnsan da böyle, ancak insan düşünen ve soyutlayabilen bir varlık olduğundan onun için etik diye bir şey vardır ve insanın yüceliği burada kendini gösterir: Et yememiz gerekiyordur, evet, fakat hayvanı acı çektirmeden öldürmeye çabalarız. Çabalamayan insan var mıdır? Elbette vardır, tam da bu yüzden hayvansever olmak ve insana yakışmayan usullerde besi hayvanı üretimi ve kesimi yapanlara karşı tedbirler düşünmek gerekiyor. Ancak et yemenin kendisi neden ahlaksızca olsun? Birtakım ağaç bitlerini aynı sürü güder gibi güdüp onların salgıladığı şekerli sıvıyı tüketen karıncalar bizi büyülüyor; onlarınki sömürmek değilse, bizimki neden sömürmek? Buna verilecek tek cevabın temelinde “insan hayvan değildir” olabilir; bu cevabı verdiğinizde ise, insanın sokağında hayvan gezmesine karşı çıkmamızı kabul etmeniz gerekir.
Evet insan hayvan değildir ve bu yüzden hayvanlarla giriştiği ilişkide etiği gözetir; yalnız etik değil, soyutlama yeteneği nedeniyle can çekişen yahut acı çeken bir hayvanla empati yapabilir, bu yüzden zulmetmez ve etmemelidir. Basitçe “et yememiz lazım, ancak bunu yaparken zulmetmememiz lazım” önermesine ulaşmak varken, et yiyen, süt tüketen insanları sürekli itham etmek niye? Eşit işe eşit ücreti, eşit toplumsal temsili ve dezavantaj yaratan kurumların ilgasını savunan feminizmden bugünkü gerizekalılık yarışmasına nasıl ulaştıysak, bu sonuca da aynı yoldan ulaştık.
Bu tiplerin bir de “doğa, doğa!” diye tutturması insanı hasta ediyor: Evvela, biraz geniş bakarsanız her şey doğaldır. Fabrika da doğaldır, mikroçip de. Zira doğaüstü diye bir şey yoktur, henüz doğaüstü hiçbir olgu, olay yahut maddeyi tespit etmedik; zaten tespit edebileceğimiz her şey doğal olur. Sonra, insanoğlunu bugünlere getiren doğaya karşı mücadelesi ve nihayet doğayı yenmesi, akabinde doğayı ehilleştirmesidir. Epey zayıf canlılar olmamıza rağmen bugün rahat içinde ve binbir eğlence seçeneğinin arasında neredeyse öfori halinde yaşıyorsak doğayı tımar ettiğimizden yaşıyoruz. Bu serüvenin birçok neticesinden faydalanıp, sonra doğa, hayvanlar diye çığlıklar atmak çok saçma geliyor.
İmdi, gelelim bu köpek hayvanına. Köpek hayvanı köpektir. İyi iletişim kurduğunuz, sizi tanıyan, yetişmiş, sorunsuz beslenen bir köpekse, mesela, enfes bir hayvandır. Fakat sokakta yaşıyorsa saldırganlaşabilir. Yahut hastalanabilir. Aç kalabilir, en önemlisi hasta edebilir. Başıboş köpekler, gürültü kirliliğinden başlayarak birçok zararın yanında biyolojik kirliliğe sebep oluyorlar. Sonra hastalık yayabiliyorlar. Doğrudan saldırarak insan yaralayabiliyor, yahut öldürebiliyorlar ki; bunu yapamasalar bile doğaya karşı verdiğimiz mücadele sonunda keyfimize göre dizayn ettiğimiz yaşam alanlarımızda keyfimizce yürüyüş yapmak istediğimizde ufacık rahatsızlık vermiş olmaları dahi olmamaları için yeterli bir sebeptir. Sonra, trafik kazalarına sebebiyet veriyorlar. Sonra, evcil ve ehil hayvanlara zarar veriyorlar. Sonra, özellikle şehirlerin mücavir alanlarında doğal ortamında yaşayan hayvanlara zarar veriyorlar. Saydıkça sayılır; birazcık aklı başında bir insan evvela sokak köpeklerinin bir sorun olduğunu kabul etmek zorundadır. Etmiyorsa sosyopattır.
Pekala bu sorun nasıl çözülür? Bu işin mahiyeti gereği başıboş hayvanlara dair isabetli istatistikler bulmak zor, ancak geçen yıllarda bir veteriner meslek grubu başkanı Türkiye’de toplam 8 milyon başıboş hayvan olduğundan bahsetmiş. Bunların yarısı köpek olsa, 4 milyon köpek yapar. Kaba bir hesapla, 15-20 kilo ağırlığındaki bir köpeğin mama ihtiyacı günlük 300 gramdır. İnternetten öğrendiğimize göre en ucuz köpek mamasının kilosu 10 lira, ancak toplu alım vs hesaba katarak diyelim ki 8 lira. Bir köpeğin barınağa günlük yemek maliyeti 2.4 liradır; buna yakalama, koruma vs. gibi diğer giderleri hiç yansıtmıyorum bile. 4 milyon köpek, günde kabaca 9.6 milyon liralık yemek gideri demek, ayda 288 milyona ulaşıyor. Bu kaynağın köpeklere ayrılmasının yegane yolu, varlıklı insanların özgür iradeleriyle işlettikleri ve bağışlarla ayakta tuttukları barınaklarda mümkündür. Zira sevgili ağabeyim Suat Başaran’ın enfes şekilde ifade ettiği gibi kamusal sorumluluğu olmayan kamusal alanda gezemez; başıboş köpeğin kamusal sorumluluğu yoktur üstelik kamusal alandan bakınca sadece zararlıdır. Kamunun böyle bir maliyetin altına girmesi için hiçbir neden sunulamaz, ancak insanlar nasıl sevimsiz rap sanatçılarının konserlerine para verip gitmekte özgürlerse, özel kaynaklarıyla böyle barınaklar açıp işletebilirler. Zaten literatürü tarayınca başıboş köpek sorununu çözmüş ülkelerin çoğunda barınakların STK’lar tarafından işletildiğini görüyoruz.
Pekala bu gerçekleşene dek ne yapacağız? Milyonlarca başıboş köpek var ve her gün bir başıboş köpeğin sebep olduğu kaza yahut yaralanma yahut ölüm haberi görüyoruz. Hayvanperestlerse olanca yüksek desibelli laflarına rağmen şimdiye dek böyle büyük çaplı bir işe girişmiş ve gerçekleştirmiş değiller. Oturup onların başarıya ulaşmalarını mı bekleyeceğiz? Bu süreçte hiçbir suçumuz yokken huzurumuz, beden bütünlüğümüz ve paşa keyfimiz mi bozulacak?
Hayır elbette – yegane çözüm itlaftır. Kısırlaştırma işi, yukarıdaki mama hesabından daha maliyetli bir iş, üstelik kısırlaştırıp sokağa salmak başıboş köpeklerin yarattığı hiçbir zararı o an için çözmüyor. Uzun vadede etkili olabilmesi içinse bütün köpeklerin dörtte üçünün hemen kısırlaşması gerekiyor, yoksa bir batında 2-4 yavru ortalamasıyla çoğaldıkları için nüfusu azaltmayı bırak, sabit bile tutamıyoruz. Kamuya faydası olmayacak bir işe büyük paralar ayırmanın anlamı var mı? Varsa neden AKP’den şikayet edelim mesela, adamların bize hiç faydaları yok ama dört beş maaş alıyorlar, özel jetlerde şampanya içiyorlar, lüks otellerde alem yapıyorlar. Bırakalım yapsınlar demememizin sebebi kamusal alan fikrinin mahiyetidir, henüz bunu sindirememiş ancak çoğu iyi niyetli bir grup insanın canı öyle istiyor diye faydası olmayan işlere kaynak ayrılamaz.
Karşı bir argüman olarak köpekleri yakalayıp itlaf etmenin de maliyetli olduğu söylenebilir – ancak burada fayda vardır. Yol yapmak da maliyetlidir, sağlık sistemi de; fakat bunlar faydalıdır. Yığınla zararı olduğunu en gerizekalı hayvanperestin bile kabul edeceğini düşündüğüm başıboş köpeklerin temizlenmesi kesinlikle faydalıdır.
İşin bir başka boyutuna değinmemek olmaz: Başıboş köpek insanın yarattığı bir sorun. Aynı kölelik gibi, kadın sömürüsü gibi sosyal evrim serüvenimizin bir sonucu ve bizim terekemizde bir utanç kaynağı. Bu hayvanları aldık, dönüştürdük, kendimize bağımlı kıldık, yaşam alanlarımıza soktuk ve sonra başıboş bıraktık. Bunun neticesinde bela çekiyoruz; ortaya çıkan probleme semptomatik tedavi elbette gerekiyor ancak bir daha yaşanmaması için tedbirler almak da lazım. Bu yüzden bütün ülkede köpek yahut diğer evcil hayvan sahiplerine mikroçip taktırmak zorunlu hale gelmelidir. Evcil hayvanını başıboş bırakan vatandaşı tespit ederek toplum sağlığına tehdit yaratan, kamu düzenini bozan bir suçlu olarak yargılamalı ve kesinlikle cezai müeyyideye tabi tutmalıyız. Literatürde gördüğümüz kadarıyla gelişmiş ülkelerde sahipsiz bir hayvan görüldü mü hemen yakalanıyor, üç gün ila iki hafta arasında değişen sürelerde geçici barınakta tutuluyor. Sahibi gelirse, diyelim ki hayvanın kaçtığını beyan ettiyse, ilk birkaç gün için sadece mama-yem parası, sonrası için kamu düzenini tehlikeye attığı ve kamu kaynağını gereksiz sarf ettirdiği için para cezası veriliyor. Bu iyi niyetli, geri dönen sahip için geçerli. Çip takılır da kötü niyetli sahip tespit edilebilir hale gelirse, kesinlikle hapis cezası öngörülmeli.
Evcil ve ehil hayvanın yeri sahibinin yanı ve arazisidir. Kamusal alanda ancak kamusal sorumluluk taşıyan sahibinin, yani vasisinin yanında ve doğru güvenlik tedbirleriyle yer alabilir. Yarının Türkiye’si vizyonumuz evcil hayvanlarıyla mutlu mesut yaşayan bir halk manzarasıysa, başıboş köpekleri ve diğer başıboş hayvanları mutlaka ortadan kaldırmalı ve sokaklarımızın bir daha hem insanlar, hem hayvanlar için trajedilere ve olumsuz neticelere sebep olan bu manzarada olmaması için doğru tedbirleri almalıyız.
Şu halde doğru politika yerel yönetimlerin baş edemediği (ve istismar ettiği – mesela bazı belediyeler hayvanları yakalayıp başka belediye sınırına atıyor) bu ulusal mesele için bir ulusal birim kurmak, başıboş hayvanları hummalı bir çalışmayla bütün şehirlerimizden toplamak, STK’ların bunu başarabildiği yerlerde barınaklarda sahip beklemelerini sağlamak, bunun mümkün olmadığı yer ve zamanlarda da yeni trajedileri sürekli yeniden üretmemek için acı çektirmeden uyutmaktır. Emin değilim ama, sokak hayvanını beslemeyi marifet zannedip sokak hayvanlarından şikayet edenlere saldıranları da şehirlerden uzakta tımarhanelere kapatma seçeneği de milli huzurumuzun tesisi açısından en az AKP’nin gitmesi kadar gerekli gibi geliyor.
M. Bahadırhan Dinçaslan