Geçtiğimiz günlerde Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor kulüpleri ile Türkiye Bankalar Birliği arasında "Finansal Yeniden Yapılandırma Sözleşmesi"nin imzalanacağı bir toplantı yapıldı. Aslında bu yeni bir anlaşma değil. Daha önce yapılmış olan 5+2 yıllık anlaşmanın 7+2 yıllık olarak revize edilmesi. 2019 yılında, Uefa ile görüşmeleri olan Fenerbahçe ve Trabzonspor’a, Finansal Fair Play konusunda sıkıntı yaşamamaları için öncelik verilmiş, Haziran 2019’da Trabzonspor bu anlaşmaya imza atan ilk kulüp olmuştu. Anlaşmaya göre “mevcut finansal borçları 2 yılı anapara ödemesiz olmak üzere 5 yıl vade ile yapılandırılmıştı”. Aynı yılın Temmuz ayında Beşiktaş, Ağustos ayında Galatasaray benzer birer anlaşmayı imzaladı. Fenerbahçe ise Ali Koç’un “verilen rakamı ve vade süresini düşük bulması” sebebi ile bu anlaşmaya imza atmamıştı. Ali Koç, açıklamasında bunun sebebini, mevcut borçların 3.5 Milyar TL’yi aşmış olmasına rağmen kendilerine verilecek kredinin 250 Milyon TL olması ve ödemelerin kulübün manevra alanını daraltması olarak ifade ediyordu. Fenerbahçe’nin istediği süre 10 yıldı fakat 2020-2021 sezonuna başlarken, harcama limitini aşmaları sebebi ile yasakla karşı karşıya kalınca, onlar da bir anlaşma imzalamak zorunda kaldılar. Peki, kulüpler için mesele burada son buldu mu? Tabi ki hayır?
Fenerbahçe anlaşmayı imzaladığı dönemde Beşiktaş’ın yeni başkanı Ahmet Nur Çebi de eski yönetimin “kısa vade, yüksek faiz” üzerinden bir anlaşma imzaladığını söylüyor ve yeni bir yapılandırma ile 10 yılda geri ödeme istiyordu. Mustafa Cengiz’in de bu yönde bir açıklamada bulunduğu ve 10 yıllık bir süre için anlaşma yapma isteğinde olduğu biliniyordu. Trabzonspor cephesinden ise böyle bir beyan gelmese de diğer kulüplerle benzer bir beklenti içerisinde olduğunu malumdu çünkü ekonomik olarak ciddi bir darboğaz içerisinde bulunuyordu. Peki, yeni anlaşma bu kulüplere ne getirdi?
5+2 yıl olan eski anlaşma, 7+2 yıl olarak yeniden yapılandırıldı. Bunun sonucunda kulüpler önümüzdeki 1,5 yıl içerisinde herhangi bir ödeme yapmayacak. Diyebiliriz ki anlaşmanın getirisi, borçların biraz daha ileri atılmış ve geri ödeme süresinin kulüplerin isteği olan 10 yıla yakın bir süreye çekilmiş olması fakat bu da aslında kulüpler için çok büyük bir kazanım sayılmaz. Futbol piyasasında artan transfer ücretleri, futbolcuların yıllık ödemeleri, sair giderler gibi konular, kulüpler için halen büyük bir sorun. Önceki yönetimlerden gelen borçlar ve üzerine binen yeni borçlar ile yük, iyice artmış durumda. Kulüplerin stat ve satış gelirleri ise bu borçları ödemede çok önemli bir meblağa karşılık gelmiyor. Asıl gelirleri sponsorluk, yayın gelirleri, bahis gelirleri ve futbolcu satışları oluşturmakta. Özellikle yayın geliri konusunda zaman zaman çıkan tartışmalar ve bahis gelirleri konusunda payın artırılması taleplerinin altında da bu yatıyor. Girdinin artması ile birlikte, kulüplerin biraz daha rahat hareket etmesi mümkün. Tabi, bu noktaya kulüplerin kendi isteği ile gelmedikleri de bilinmeli. Uefa’nın Finansal Fair Play’i uygulamadaki katı tutumu, verdiği cezalar, Avrupa kupalarına katılamama veya transfer yasağı gibi uygulamaları olmasa, kulüplerin üstündeki borç yükünün çok daha fazla artmış olacağı da aşikardı. Bir zamanlar Süper Lig’de olan ama bugün farklı yerlerde tutunmaya çalışan Sakaryaspor, Kocaelispor, Bursaspor, Eskişehirspor, Orduspor gibi örnekler de bunun bir nevi temsili.
Buraya kadar, durumu genel olarak özetlemeye çalıştım. Elbette bu konuda çok daha farklı bakış açıları da olabilir ama ifade etmek gerekir ki bu duruma gelmede her kulübün belirli yönetim bazlı hataları, yanlış transfer politikaları, yanlış anlaşmaları genel bir etken olmuştur. Yazının bundan sonraki bölümünde konuyu biraz da Trabzonspor açısından inceleyeceğim ama Trabzonspor için geçerli olan pek çok şey, başka kulüplerde de yakın veya benzer örneklerle mevcuttur.
Trabzonspor’da ibra edilmeyen son yönetim Nuri Albayrak yönetimidir ve bunun da mali durumdan ziyade farklı sebepleri olduğu, farklı kişilerce ifade edilmiştir. Ardından gelen Sadri Şener, İbrahim Hacıosmanoğlu ve Muharrem Usta yönetimleri ise ibra edilmiş ve kimse kimseyi üzmemiştir. Beni burada eleştirecek olabilirler ama Sadri Şener’in bıraktığı borç, İbrahim Hacıosmanoğlu döneminde artmış, bu borcu toplamak ve takıma yeni bir vizyon katmak iddiası ile yönetime gelen Muharrem Usta da bunu değiştirecek bir adım at(a(mamıştır. “Enkaz devraldık” söylemleri arasında (burada detaya girmiyorum çünkü şehirde bu konular çok fazla konuşulmuştur zaten) geçen yıllar neticesinde Trabzonspor kulübü hem parası hem de kredisi bitmiş ve köşeye sıkışmış bir kulüp haline gelmiştir. Bunda, emeği geçen yönetimler ise bellidir. Durum öyle bir noktaya gelmiştir ki vizyonu olan veya daha önce aday olmuş isimler “Ben bu kadar borcu idare edemem” diyerek havlu atmış veya beklemeye geçmiştir. Ahmet Ağaoğlu’nun ilk kez başkan seçildiği kurul, belki de Trabzonspor tarihinin en çekişmesiz ve iddiasız genel kurulu olarak tarihe geçebilir. Ahmet Ağaoğlu’nu seçtiren ilk amil bu iddiasız ortam olurken ikincisi de “mali” konularda atacağı adımlara duyulan “güven” konusuydu. Burada sadece kendisini hedef tahtasına oturmayacağım çünkü önceki başkanları da biliyorum. Yine de Ekim 2020’de kulübün net borcunu 928 milyon TL’ye düşürdüğünü ifade edip “Bu finansal politika devam ettiğinde 5 sene sonra Trabzonspor borçlarının tamamından kurtulacaktır” diyen de kendisi, bugün Bankalar Birliği ile revize bir anlaşma yapan da. Şimdi burada sadece bir soru sormak istiyorum: Borçları 5 yıl sonra bitirme iddianız suya mı düştü yoksa diğer kulüpler imza atarken biz anlaşmanın dışında kalmayalım mı dediniz? Bir önceki anlaşma “kısa vadeli ve yüksek faizli” bir anlaşmaydı da mecburiyetten mi imzaladık, yoksa “borcu bitirdik” diye her fırsatta taraftarın başına kakmak için kullandığınız bir araca dönüşsün diye mi yapıldı?
Bu soruları sorduktan sonra yeniden başa dönüyor ve kendisinin açıklamasında şu satırlara yer veriyorum: “2010 yılında borcumuz 53 milyon Euro, 2011 yılında 40 milyon Euro, 2012’de 56 milyon Euro, 2013’te 63 milyon Euro, devam eden yıllarda 105 milyon Euro, 165 milyon Euro, 176 milyon Euro ve görevi devraldığımız 8 Nisan 2018’de de 182 milyon Euro borç ile kulübün borcunun tarihi zirve yaptığını görüyoruz. Görev aldıktan sonra 2018 yılının sonunda borcu 157 milyon Euro’ya, 2019’da 130 milyon Euro’ya, bugün itibarıyla da kulübün net borcu 99.6 milyon Euro’ya (928 milyon TL) indirmiş durumdayız”
Bahsedilen yıllar, Sadri Şener (2008-2013), İbrahim Hacıosmanoğlu (2013-2015), Muharrem Usta (2015-2018) ve devamında kendisi. Borcun sürekli arttığı, bu dönemde Euro / TL kuru da göz önüne alındığında, özellikle 2014 ve sonrasında hızla arttığı net bir şekilde görülüyor. Böyle bir tablo içerisinde herhangi bir kulübün yaşama şansının olması veya bu şekilde bir anlaşmaya hayır demesi mümkün mü? Trabzonspor özelinde yapılan, böyle bir anlaşmada taraf olmamalıydı yönündeki iyi niyetli açıklamaları önemsiyorum ama kimsenin kimseyi kırmadığı, herkesin birbirini ibra ettiği, borcu artırıp gittiği bir kulübün, yaşamak için bu duruma düşmesi mukadder son değil mi?
Kulüpler bu hale gelene kadar onları denetlemeyen, müdahale etmeyen, Uefa sopa gösterene kadar ileri çıkmayan Tff burada birinci derecede de kabahatlidir. Bugün bu kulüpleri kurtarmak için yaptığı hamle de zamanında yapmadığı hamlelerin bir yansımasıdır. Ben, meseleyi Trabzonspor özelinde inceledim ama herkes kendi kulübünü incelediğinde nasıl benzer bir borç batağı olduğunu, kimlerin neler kazanırken, takıma sevdalı taraftarın neler kaybettiğini çok net görecektir.
Şunu da ekleyerek yazımı bitireyim: Bu anlaşma ile kulüpler Uefa kadar Bankalar Birliği’nin de denetimine girmiştir. Bağımsız kulüplerden bahsetmek mümkün değildir. Bunun hülle transferler ile delindiği veya kulüplerin farklı yönlere başvurduğu bir durumu tetikleyip tetiklemeyeceğini de hep birlikte göreceğiz.
Veysel Çıtlak