Kuzey Türklüğünün Trajik Portresi: Cengiz Dağcı

TAKİP ET

Yalnızca Kırım Tatar değil, bütün Türk edebiyatının en büyük romancılarından biri olan Cengiz Dağcı'nın birçok romana ilham veren ve yine birçok romanı kıskandıran ömrü 1920 yılında Gurzuf kasabasında başlamıştır

Yalnızca Kırım Tatar değil, bütün Türk edebiyatının en büyük romancılarından biri olan Cengiz Dağcı’nın birçok romana ilham veren ve yine birçok romanı kıskandıran ömrü 1920 yılında Gurzuf kasabasında başlamıştır. Dağcı’nın gözlerini açtığı dünya, esaret kokuyordu. O, kısa süre önce Sovyet Rusya tarafından Milli Meclisi dağıtılıp işgal edilmiş Kırım’ın evladıydı. Çocukluğunu doğumundan kısa süre taşındıkları Gurzuf’a çok yakın Kızıltaş köyünde geçirmiştir.

Uzun ve çileli bir ömür sürecek Dağcı henüz çok küçük yaşlardayken işgalci devlet, tesis ettiği Kolhoz sistemiyle her şeyi devletleştirmiş ve dolayısıyla onun ailesinin elindekileri de almıştır. Yoksulluk günlerini daha kötü günler takip etmiş, 1931 yılına gelindiğinde Dağcı’nın köyündeki birçok erkek hiçbir gerekçe gösterilmeksizin tutuklanıp götürülmüştür. Dağcı’nın babası da tutuklanan isimlerden biridir. Aylarca tutuklu kalan babası serbest kaldıktan sonra Akmescit’e yerleşmiş ve eşiyle çocuklarını da buraya getirmiştir. 1932, Akmescit için büyük bir açlık felaketinin tarihidir. Dağcı’nın ortaokula başladığı o zor günleri on iki yaşındaki bu küçük çocuk ve ailesi, bir şekilde atlatır. Bugünlerin ferdî olarak büyük Dağcı için asıl önemi, edebî yönünün temelinin oluştuğu devre tekabül etmesindedir.

Hatıralarında işlediklerinden öğrendiğimize göre bir erguvan ağacının dibinde Abdullah Tukay, A. S. Puşkin, A. Çehov, S. Yesenin gibi şairlerin şiirlerini okuyan Dağcı, o günleri şöyle anlatıyor:

“İşte ortaokulun son sınıfındayken erguvan ağacının altında bulduğum o iz beni şiire götürdü. Neler yazmadım, bir iki yıl içinde. Abdullah Tukay’ın “Yol Ortasında Tığırıp Bir Taş Kile”sini okudum, Kantar’dan Geçen Tramvay’ı yazdım. Puşkin’in “Ruslan ve Ludmila”sını okuyup bitirir bitirmez Arzu Kız destanına sarıldım… Nevai’den iki şiir çevirdim Kırım Tatarcasına, sonra çocuk şiirleri yazdım; Kartanay ve Eckisi ve Kış, Gençlik dergisinde; Gül ve Bülbül manzumelerim ilkokul ders kitaplarında çıktılar.”

Genç Dağcı’nın şiirden vazgeçmesi ise çeşitli tenkit ve yönlendirmelerle olmuş, müteakiben onu hak ettiği büyük şöhretine kavuşturacak romancılık sahasına kaymıştır.

1938 yılında Pedagoji Enstitüsü Tarih bölümüne giren Dağcı, bir süre sonra da Komsomolets gazetesinde çalışmaya başlamıştır. İlk işinden kazandığı paralarla sık sık tiyatroya gitmeye başlayan Dağcı’nın yeni düzeni de uzun ömürlü olmamış ve Sovyet idaresi tarafından 1940 yılında askere alınmıştır.

Dağcı’nın 1940 yılında Kırım’dan ayrılışı, geçici bir ayrılık olmayacaktır. Bu, onun Kırım’ı son kez görüşüdür. Yazar, bu acı yılları ‘Korkunç Yıllar’ isimli romanında okura sunmuştur. Almanlara esir düşen Dağcı, esirlerin milliyetine göre tasnif edilerek oluşturulan lejyonlardan Türkistan lejyonuna alınır. Büyük Türk ilini hürriyetine kavuşturmak ve bir yandan da hayatta kalabilmek için Alman üniformalarını üstüne giyen esir Türkler, Rus safında Almanlara karşı girdikleri savaşa Alman safında Ruslara karşı devam etmişlerdir. Alman hücumu kırılıp ricat başladığında ise daha kötü yıllarla tanışır esir Türkler…

Almanlar tarafından Partizanlarla işbirliği yaptığı iddiasıyla idam edilen esir Türkler, diğer tarafta da Nazilerle işbirliği yaptıkları iddiasıyla katledilmiş ve hatta Kırım’daki bütün Türkler sürgün edilmiştir. Alman ordusundaki bazı Türkler ise savaştan sonra farklı ülkelere iltica etmiştir, işte Dağcı da bu isimlerden biridir. Önce Polonya, sonra İtalya, daha sonraysa İngiltere’ye…

Savaşın buhranlı yıllarında Polonya’da tanıştığı Regina B. Klezsko ile hayatını birleştirerek İngiltere’ye taşınan Dağcı, romanlarını da Kırım hasretiyle yandığı bu gurbet ülkesinde yaratır.

22 Eylül 2011’de Londra’da hayata veda eden Dağcı’nın naaşı, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun girişimleriyle Yalta’nın Kızıltaş köyüne getirilmiş ve burada defnedilmiştir. Aynı şekilde Londra'dan getirilen yazara ait eşyalar da Kırım Vakfına bağışlanmıştır.

Büyük Dağcı’nın vasiyetini ise Dünya Kırım Tatar Kongresi Genel Sekreteri Namık Kemal Bayar, şu satırlarla naklediyor:

“Bir saate yakın konuştuk o akşam. Doğrusu, O konuştu ben dinledim. O nasihat etti ben aklıma kazıdım. Dedi ki en nihayetinde: "Siz gençler yazınız evladım. Halkımızı yazınız, halkımıza yazınız, halkımız için yazınız. Milletimizin yaşadıklarını yazarak anlatınız."

Bir daha Cengiz Dağcı ile hiç görüşme fırsatım olmadı. Onun bana vasiyeti "yazmamız" idi ve sanırım bu sadece bana değil hepimize idi.”

Türk edebiyatının büyük siması, onu unutulmaz kılan romanlarını hiç görmediği Türkiye’nin Türkçesi ile yaratmıştır. İlk eserleri, Yaşar Nabi’nin Varlık Yayınlarından neşrolunan Dağcı, daha sonra Türkiye’nin sürüklendiği siyasi gerilim ortamının tesiriyle sağcı bir yazar olarak lanse edilmiş ve Varlık ile ilişkisi kesilmiştir. İlerleyen yıllarda adeta adıyla özdeşleşen Ötüken Neşriyat ile tanışan Dağcı’nın onlarca eseri bu yayınevi tarafından neşredilmiştir.

Korkunç Yıllar (1956)
Yurdunu Kaybeden Adam (1957)
Onlar da İnsandı (1958)
Ölüm ve Korku Günleri (1962)
O Topraklar Bizimdi (1966)
Dönüş (1968)
Genç Temuçin (1969)
Badem Dalına Asılı Bebekler (1970)
Üşüyen Sokak (1972)
Anneme Mektuplar (1988)
Yansılar (1988)
Benim Gibi Biri (1988)
Yoldaşlar (1992)
Biz Beraber Geçtik Bu Yolu (1997)
Yansılar 2 (1990)
Yansılar 3 (1991)
Yansılar 4 (1993)
Ben ve İçimdeki Ben (Yansılardan Kalanlar) (1994)