Aşk Çağının Sonu: Destanlardan Süper Kahraman Filmlerine

TAKİP ET

Bahadırhan Dinçaslan, tarih boyunca aşk temasının edebiyatta işlediği rolü analiz ederek bin yıl süren bir "aşk çağı" yaşadığımızı ve sonuna geldiğimizi iddia ediyor.

Şarkılarımızda aşk tükenmeyen bir kaynak olarak sürekli kendisini gösteriyor. “Hit” olan şarkıların hemen hepsinde bir aşk teması var – kur yapan, ulaşamadığı için şikayet eden, davet eden, sitem eden yahut ilan-ı aşk eden bir tema. Filmlerimiz de öyle, o kadar ki, kitaplardan uyarlanan filmlerde, seyirci nezdinde “tutsun” diye aşk bir yan öykü olarak ya icat edilip ekleniyor, ya da daha görünür hale getiriliyor. Hobbit’in uyarlamasında -Tolkien açısından şirk koşmak kadar ağır bir günah olan- Elf kız/cüce erkek aşkını düşünün. Geniş kitlelere dönük içerikler neredeyse her zaman bir aşk teması içermek zorunda. 

Öte yandan aşkın da içeriği değişti gibi. Önceki asırlarda metaforlarla, mecazlarla, kelime oyunlarıyla anlatılan aşk, artık doğrudan ve bayağı biçimde anlatılıyor. Anlatımda şairanelik de yok – daha düz, daha sade ve gündelik bir anlatım var. “Mutlak seveceksin beni bundan kaçamazsın” dizesi, mesela, “eninde sonunda benim olacaksın / hadi naz yapma”ya dönüştü. Bu yalnız Türkiye’ye mahsus da değil, hatta Türkiye daha “edepli” bile diyebiliriz. Yabancı pop şarkılarında artık aşk büsbütün cinsellikten ibaret ve aşk şarkıları basit birer seks daveti olarak yazılıyor. Şiir zaten çok uzun süredir gözden düştü, edebiyatı şarkılarla yapıyoruz ve şarkılarımız aşkı ulaşılmaz, erişilmez bir mertebeden alıp, günlük hayatın bir parçası haline getirdi.

Bu iyi midir, kötü müdür tartışması anlamsız olacaktır. Zira bu vakıadır, üstelik “beğeni” gibi epey subjektif bir zeminde var olduğundan objektif bir hükmü imkansız kılan bir fenomendir. Ancak hem içerikte, hem usulde yaşadığımız değişimler esaslı bir dönüşüm geçirdiğimizi ispatlıyor gibi. C.S. Lewis’e kulak verirsek, aşk çağının sonuna gelmiş olabiliriz.

Ortaçağ mı, Aşk Çağı mı?

C.S. Lewis, The Allegory of Love kitabında Ortaçağ edebiyatını incelerken, çoklarımızın fark etmediği bir hususu dillendiriyor: Ortaçağ öncesinin edebiyatında aşk detaydır. Hatta engeldir, sorundur – bir benzetme yapacak olursak Ortaçağ öncesinde ejderha öldürmeye giden kahraman aşkı yüzünden gecikir ve bundan rahatsız olur. Ortaçağ’da ise kahraman ejderhayı aşkı için öldürmeye gitmiştir. Lewis’ın sözlerine kulak verelim:

“Kadim literatürde aşk, trajik bir çılgınlık, aklı başında insanları (özellikle kadınları) suça ve rezalete sürükleyen bir lanet olarak ele alınmadığı zamanlarda, nadiren keyifli bir şehvet yahut evcil bir teselli mertebesinin üzerine çıkmış olarak sunulur. Medea’nın, Phaedra’nın, Dido’nun aşkı böyledir, bakirelerin tanrılara korunmak için dua ettiği aşk budur. Diğer yanda iyi bir eşin rahatlığı ve işe yararlığının ikrar edildiğini görürüz: Odysseus Penelope’yi evinin kalanını ve mülklerini sevdiği gibi ve o kadar sever, Aristo da biraz gönülsüz olsa da evlilik içi ilişkilerin arada sıra iyi adamlar arasındaki erdemli dostluk kadar yüce bir seviyeye çıkabileceğini kabul eder. Fakat bu, Modern Çağ ya da Ortaçağ algısındaki aşka pek benzemez, kadim aşk şiirlerine baktığımızda daha da büyük hayal kırıklığına uğrarız. Evet, bu dönemde şairler aşkı övmüşlerdir, “aşk olmadan hayat nedir ki – tra-la-la” diye şarkılar söyleyerek.”

Lewis, Ovid başta olmak üzere Ortaçağ öncesinde aşka dair yazanların aşkı kutsal, yüce, ciddi bir mesele olarak görmediklerini, aşktan bahsederken romantik bakışla değil, gündelik hayattaki bir duygudan ve onun tesirlerinden bahseden dışavurumcu bakışla bahsettiklerini söylüyor. Ars Amatoria (Aşk Sanatı) gibi eserlerde ele alınan aşk ile, Ortaçağ’ın yüce ve romantik aşkının aynı olmadığını belirtiyor: Ortaçağ öncesindeki aşk ciddi bir mesele değil, keyifli ve gündelik bir meseleydi. Ortaçağ’ın başlangıcına doğru, meşhur Roland destanına değinerek ekliyor:

“Roland Destanı’nın müellifinin Roland’ın nişanlısı Alde’den çok az bahsederek tutumluluk ettiğini düşünürsek yanılırız. Şair aslında tam tersini yapıyordu – detaylandırıyor, boşlukları dolduruyor, asıl önemli meselelerin hepsinden bahsedildikten ve hepsi hallolduktan sonra en önemsiz meseleleri dahi gündemine alıp zevkimize sunuyordu. Roland, savaş meydanında Alde’yi değil, Fransa’daki şöhretini düşünüyordu.”

Pekala bu dönüşüm nasıl gerçekleşti? Avrupa merkezli bir okuma olsa da, diğer medeniyet merkezlerinde de benzer bir durum olduğunu söyleyebiliriz: Eski destanların derlendiği Şehname gibi metinlerde aşk, kahramanlığın esas meselesi değildir. Ölümle hesaplaşma, kadim mirasını ilhak etme, düşmana meydan okuma gibi motifler, destanlar çağının motifleridir – hemen her büyük kültürde yerini sonraları aşk hikayelerine; aşkı için dağı delenlere, çöle düşenlere, ejderha öldürenlere bırakır. 

Feodalizmi Anlamak

Birçok araştırmacı bu meseleyi Endülüs’te Arap kültürü ile Avrupa kültürünün etkileşime girmesine bağlıyor, fakat bu Lewis için geçerli değil. Lewis, Ortaçağ’daki “saray” manzarasının da, belki de en önemli faktör olarak, bunda etkili olduğunu söylüyor: Bu “saray”lar (lordların köşkleri, yönetim merkezleri) çok fazla bekar ve soylu erkeğin bir arada ve aşağılık hizmetkarlar dışında denk olunan tek kadının, sarayın efendisinin karısı olduğu ortamlar. Bu ortamlarda aşkın “itaat”, “kayıtsız şartsız diğerkamlık”, hatta “yaltaklanma” ve “beklentiye girmeme” ile, “imkansızlık” motifleriyle işlenmesi tesadüf değil. Rütbesi daha düşük ancak gençliği ve enerjisi yüksek genç şövalyeler, efendilerinin hanımını ideal bir aşk figürü olarak görüp, onun gözüne girmek için yarışırlar – bu aşkı ister istemez hem yüce, hem de imkansız, ancak manevi tatminle yahut büyük bir felaketle sonuçlanacak bir fenomene dönüştürür. 

Öyle ya, Catullus’un

Odi et amo. Quare id faciam fortasse requiris.
Nescio, sed fieri sentio et excrucior.

Yani, “Hem seviyor hem nefret ediyorum. Neden böyle olduğumu sorarsın belki. Bilmiyorum, fakat hissediyorum ve acı çekiyorum” demesi ile, meşhur Ozan-Bey Aquiatine Dükü IX. Guillaume’ın;

Per tal n'ai meyns de bon saber
Quar vuelh so que non puesc aver

Yani, “… bu yüzden asla zevk alamıyorum / Zira asla elde edemeyeceğimi istiyorum” demesi aynı değildir. Catullus gayet “elde etmiş olduğu” sevgilisine, günlük hayatta her sevgili arasında yaşanabilecek duygu gel-gitlerinden beslenerek “dünyalı” bir şekilde hitap ederken, Guillaume döneminde artık klişeleşmiş, mazmunlaşmış haliyle aşkın fıtratı gereği imkansız olduğunu biliyor ve bu yüzden acı çekiyor. Üstelik kendisi bir düktür, yani büyük leydinin gözüne girmek isteyen bir topraksız şövalye değildir, ancak döneminin edebiyatında erkeğin imkansız bir kadına, hatta kadının haberi olmadan aşık olması bir edebi normdur ve buna uyar. 

Modern Çağa Doğru

Lewis, “19. asır İngiliz şairleri, 11. asırda Güney Fransalı ozanların icat ettiği aşka dair yazıyorlardı” diyor, Ortaçağ’da icat edilen “yüce aşk”, etkisini Ortaçağ’dan sonra da devam ettirmiştir. Bu bakımdan diyebiliriz ki, edebi anlayışa göre çağları tasnif etseydik, aşağı yukarı bin yıldır hala Aşk Çağı’nı yaşıyoruz diyebilirdik. 

Bir defa kalıplaşmış ve idealleşmiş aşk, gerçek hayatta asla böyle bir aşk var olmadığı halde, mucizelere muktedir, insani kusurlardan ve eksiklerden arınmış, büsbütün hayali kahramanların oynadığı bir piyese dönüşmüştür. Bu çağın bir diğer konsepti olan “şövalyelik”e bu bakımdan çok benzer: Batı ozanlarının anlattığı “şövalye” tipi asla var olmamıştır; yarattıkları eserlerde mevcut şövalyelerin bu arketipik şövalyeye benzerliklerini över ve eksiklerini anlatarak ideal olabilmeleri için neler yapmaları gerektiğini anlatırken, sık sık “o muhteşem şövalyelerin yaşadığı çağ”ın yitirilmesine ağıt yakarlar. Halbuki böyle bir çağ hiç yaşanmamıştır. 

Ancak sosyal dönüşümlerle birlikte bu da değişmeye başlar. Mesela Eric Jager, The Book of the Heart kitabında, modern “özne”nin Batı’da Shakespeare ve çağdaşlarıyla ortaya çıktığını, Hamlet’in elinde kafatası tuttuğu sahnenin aslında aynaya bakarak “kendi”ni keşfetmeye başlayan pre-modern insan olduğunu söyler. Artık manzara bambaşkadır: Basit ve gündelik, “müstehcen” kabul edilebilecek aşk şarkılarını binlerce yıldır devam ettiren ve ettirecek olan köylüler ile, onlardan ideal, tumturaklı ve incelikli aşk anlayışlarıyla farklılaşan soylular ayrımı eskisi kadar net değildir. Nispeten okumuş, eğitimli, ancak soylulara mahsus teatrallik ve tumturaktan uzak yeni sınıflar doğmaya başlamıştır. Bu sınıflar için çeşme başında memelerini gördüğü kıza bunu biraz süsleyerek ifade etmek yeterli değildir – asla elde edemeyeceğini arzulayarak acı çekmekse cazip değildir. 

Bu dönemde şiirler, şarkılar daha gerçek kadınlara yazılmaya başlar, ifadeler de bu yüzden Antik Çağ şairlerine yakınsar. Artık eğitimli ve halk edebiyatına nazaran daha incelikli işler çıkaran edipler vardır, fakat ifadeleri Catullus’a daha yakındır. Fakat bu defa “gerçek aşk” diye bir konsept doğar: Bir önceki dönem edebiyatında anlatılan aşk ile, tecrübe edilen aşk arasında bir makas vardır. Hem ediplerin, hem okuyucunun bu dönemde “gerçek aşk”a takıntı yapması bu yüzden anlaşılabilir – eskiler öyle başka sevmiş olmalılar ki, ölümden sonra bile devam edebilen, mucizeler yaratan o aşkları yaşayamamamız eksik sevmemizden yahut sahte duyguları aşk zannetmemizden kaynaklanmaktadır. Burada Samuel Johnson’un The Vanity of Human Wishes şiirinde aşk dahil bütün arzu ve duyguların beyhudeliğinden bahsetmesi ilgi çekicidir. Aşkın idealleşmesi ve yüceleşmesine mevcut sosyal doku izin vermemektedir, ancak tecrübe edilen aşk da eski anlayışla tedris edilen zihinlere bayağı gelmektedir, öyleyse yegane tatminkar duygu Tanrı sevgisidir. 

Kur yapan, birden çok partneri olabilen fakat kitaplardan bambaşka bir aşkı okuduğu için “gerçek şövalye”yi arayan Ortaçağ ozanları gibi gerçek aşkı arayan insanların zaman dilimi, Aşk Çağı’nın son asırlarını teşkil etmiştir diyebiliriz. Hem ciddi, hem popüler edebiyatta, sanatta “gerçek aşk” temalı eserlerin bu dönemde enflasyon yaşamış olması tesadüf değildir.

Ve Aşk Çağının Sonu

Fuzuli’yi tahmis eden Baki’nin “Nice demler o simin-ten haber almadı damîden” (epey zamandır o gümüş tenli, tuzağa düşmüş av hayvanından haber almadı” dizesindeki Ortaçağ konsepti, evvela Nedim’in ideal olmayan, gerçek kadınlara (mesela mavi gözlü kadınlara “Değil çeşm-i kebud ol ebruvanın zir-i takında / Bir çift avare kumrudur gelmiş aşiyan tutmuş.” Tabii Nedim’in erkeklere yazdığına dair kanaat de güçlüdür, ancak bir erkeğin bu kudrette şiirleri hak edebileceğini benim eski kafalı zihnim kabullenemiyor.)  yazmasıyla sarsılmış, akabinde Atsız’ın “Mutlak seveceksin beni bundan kaçamazsın” demesiyle yıkılmıştır. 

Aptallar Çağı: Eski Filmleri Mahveden Yeni Endüstri Kime Hitap Ediyor?

Bugün ergenlik çağından itibaren çok fazla partneri olan, erkeği yahut kadını gizemli görmeyen, hatta haddinden fazla tanıyan insanlar var. Böyle bir sosyal dokuda aşkın, tam olmasa da benzer bir serbestiyet yaşanan Antik Çağ edebiyatındaki gibi “trivial” bir mertebe inmesi beklenir ki öyle de olmuştur. Ariana Grande isimli şarkıcı günümüzün en çok dinlenen isimlerinden biri ve bir şarkısı “Teşekkürler, sıradaki” diyor. Böyle demesine ilkesel yahut ahlakçı bir itirazım yok, zira kendi zevk ve değerlerimi başkalarına dayatmayı yanlış buluyorum. Ancak böyle diyen milyonların arasında, en fazla bir önceki çağın modası geçmiş bir bakiyesi olarak bir süre daha “gerçek aşk” edebiyatı yapılacağını ve onun da bir süre sonra tükeneceğini düşünüyorum. Teması aşk olan şiirler, şarkılar, filmler hala var olacaktır – ucuz ve endüstriyel kaygılı olanları peşinen eledikten sonra, kalanlar anlattığı aşkın yüceliğiyle değil, anlatan şairin ifade kudretiyle ön plana çıkacak, alkışlanacaktır. 

Aşk Çağı sona ermişken, sanatın başka temalara ihtiyaç duyacağı kesin. Bir önceki çağda büyük kahramanlar ve onların uhrevi ölçekteki işleri, sanatın temel meselesiydi. Seri malı üretilse ve hikayesizlikten kıvransa da, süper kahraman filmlerimiz belki de bu dönüşün habercisidir, kim bilir?

Bahadırhan Dinçaslan

Bahadırhan Dinçaslan'ın Seküler Milliyetçilik - 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi kitabını TamgaTürk doğrudan satış kanalından almak için tıklayınız.

Aşk Çağı Aşk Edebiyatı Ortaçağ Analizi Ortaçağ Edebiyatı Modern Edebiyat Edebiyat Eleştirisi M. Bahadırhan Dinçaslan C.S. Lewis Edebiyatta aşk teması