Bir İstiskal Meselesi ve Ali Birinci

TAKİP ET

2019 yazında yayınevinin genel e-posta adresine bir e-posta geldi. Biraz takdim-tehir, tensikat ve bir de tenkisatla aktarayım, şöyle yazıyordu: "Sizden bazı kitap lütuflarına muhatap oluyorum, yayınlarınızdan gerekenleri paramla alırım, göndermeyin zira ben sizin meslek tarzınızdan rahatsız oluyor ve merhum Osman Turan hocamın kitaplarına yaptığınız muameleyi bir istiskal sayıyorum."

Göktürk Ömer Çakır yazdı.

2019 yazında yayınevinin genel e-posta adresine bir e-posta geldi. Biraz takdim-tehir, tensikat ve bir de tenkisatla aktarayım, şöyle yazıyordu: "Sizden bazı kitap lütuflarına muhatap oluyorum, yayınlarınızdan gerekenleri paramla alırım, göndermeyin zira ben sizin meslek tarzınızdan rahatsız oluyor ve merhum Osman Turan hocamın kitaplarına yaptığınız muameleyi bir istiskal sayıyorum."

Yeni çıkan kitapların protokol listelerini yazarlardan alırız. Böylece belli sayıda kitap, istedikleri isimlere gönderilir. Birkaç kitabın protokol listesinde de Ali Birinci olduğu için, kendisine kitaplar gitmiş. Tabii yayıneviyle Birinci arasında bir sürtüşme olduğunu bilmediğim için de sevk ettirmişim. Hâliyle şaşırdım ve hemen rahatsızlık sebeplerini tartmaya başladım. Ali Birinci'nin "duyarlılıkları"nı az çok kestirdiğimden, Osman Turan'ın kitaplarına yaptığımız ve istiskal sayılan muamelenin bunların iplik dikişsiz yayımlanmış olması olabileceği aklıma geldi. Diğer taraftan, yayınevine aynı kanaldan bu çeşit serzenişler çokça gelmiş olacak ki, sonraları yeni basımlar iplik dikişle yapıldı. Olan, bunları ders kitabı olarak kullanan öğrencilere oldu tabii. Sanırım Ali Birinci'ye gidip iplik dikişten doğan maliyet farkını isterlerse hoca kendilerine yardımcı olacaktır. 

Meslek tarzımızdan duyduğu rahatsızlığı ise söz konusu e-postasının ekinde yolladığı 2011 yazına ait geçmiş bir yazışmayı içeren word dosyasını açınca anladım. Orada Ali Birinci, Çağatay Uluçay'ın kitaplarını basmaya başlamamız dolayısıyla o zamanki editörümüz Erol Kılınç'a "Türk Tarih Kurumu'nun kitaplarını basmaya başlamanız bizim için büyük şeref" diye sarkazm yoluyla serzenişte bulunuyor ve "yayıncılıkta yeni bir çığır" açtığımızı yazıyordu. Erol Bey de mealen "Kitaplar açıktaydı, biz vârisleriyle mukavele yaparak bastık, sana soracak değildik. İzahım seni tatmin etmiyorsa git Nevzat ağabeye şikâyet et," diye mukabele ediyordu. Böylece meslek tarzımızdan duyulan rahatsızlık da açıklığa kavuşmuş oldu. Bu bir diğer bahis, bir yayıncı, uzun süredir baskısı olmayan kitapları ele almaya niyetlenince eski yayıncıya sorabilir de sormayabilir de. (Kendinizce parlak gördüğünüz işlerin önüne kendi elinizle bariyer çekmemek için sormamanız da anlaşılır kusurlar kategorisine girebilir; çünkü sizin hatırladığınız şeyler, uzun zamandır onları unutmuş olanlar nezdinde yeniden kıymete binmelerini sağlayabilir.) Muhtemelen yayınevimizin o zamanki yetkilileri, Tarih Kurumunun tekrar baskılar konusunda tembelliğini bildiklerinden, bir süredir raflarda olmayan Uluçay kitaplarının, muhtemelen bir daha basmayacaklardır düşüncesiyle, vârislerle irtibata geçip sözleşme yaparak yeni baskılarını yapmışlardır. O zamanki mevzuların ayrıntılarını bilmiyorum.

En başa dönelim: Osman Turan'ın kitaplarına yaptığımız ve istiskal kabul edilen muamele meselesine. Burada bir açıklama yok. Ben çıkarsama, pardon istihraç yoluyla meselenin özensiz baskı(!) olabileceğini düşündüm. Başka da bir şey çıkaramadım zira Birinci, bu bahiste soru siyakıyla verdiğim yanıtı karşılıksız bıraktı. İçeriğe dair bir eksik-gedik söz konusuysa bilemiyorum ama bugüne dek öyle bir şikâyet gelmedi. Bilakis nesne olarak kitapların daha güzel basılmasına dair taleplerse her zaman oldu ve bir ara bütün külliyatın ciltli olarak basılması da gündemimize alındı, hâlâ da bu gündem terk edilmiş değil fakat malum güncel maliyet meseleleri dolayısıyla bir süreliğine askıya alındı. Bunlar yapılacak.

Ama istiskal etme suçlaması benim kulağımda sürekli çınladı. Ta ki bizim yaptığımızdan(!) beter bir istiskalle karşılaşana kadar. Bu, aşağıda bahsedeceğim yayınla ilgili, o yayından kaynaklanan bir istiskal. Bu yayınla, bana sorarsanız bizim istiskalimiz çok geride kaldı. Öncelikle yayıncıyı ve editörlüğünü üstelenen meslektaşlarımı tenzih ederim; bize danışmak gibi küçük bir kusur dışında böyle bir dosyayı neşretmek konusunda kendilerini geri çekmemeleri mazur görülebilir. Neticede anlı şanlı bir isim için hazırlanmış, muhtemelen anlı şanlı bilinen hocaların tavassutuyla yayınevine ulaşan ve üzerinde de anlı şanlı bilinen bir başka hocanın "hazırlayan" olarak isminin yer aldığı bir dosya söz konusu. Dosyanın Türk Tarih Kurumuna da gönderildiğini fakat oradan benim şimdi bahsedeceğim sebeplerle refüze edildiğini bilmek sorumlulukları da yok. (Bu vesileyle Kurumu, eski bir başkanın eliyle gelse de dosyayı geri çevirdiği için ayrıca tebrik etmek gerekir tabii.)

Elimdeki yayın, Ekim 2022’de Ketebe Yayınları tarafından basılan Osman Turan Armağanı. Kitap, Ali Birinci ve Osman Turan külliyatının bütün makalelerini hazırlaması için sözleşme yaptığımız Yunus Emre Kaleli tarafından yayıma hazırlanmış. Akademik boyda, 396 sayfa. Peki Osman Turan adına hazırlanan bir armağan kitabın, vaktiyle itham edildiğimiz istiskalin çok daha fazlasıyla yaftalanmasını sağlayacak ne olabilir? Hele Ali Birinci gibi hurda teferruat olarak tabir edilen ayrıntılarda dahi titiz çalışan bir akademisyenin ismi, üzerine konduğu her kitap için tek başına bir tezkiye beratı kabul edilebilecekken…  Belki ben abartıyorumdur, çünkü birkaç temel sorun görünüyor. Mesela bunlardan biri 396 sayfalık kitabın 251 sayfasının, hakları Ötüken Neşriyatın elinde olan metinlerden oluşması. Bunların 156 sayfası, Osman Turan’a ait makaleler. Makaleler I ve Makaleler II ana başlıklarıyla yayımladığımız, “Makaleler III” ve “Makaleler IV” ana başlıklarıyla yayımlanmak üzere mizanpaj ofisimizde çalışılan Osman Turan’a ait yazılar külliyatının içinden (Bunların bazısı Selçuklular ve İslamiyet, Türkiye’de Siyasî Buhranın Kaynakları adıyla satışta olan kitapların da içindedir) çekip çıkarılmış, aralarında anlamlı bir ilişki kurulmadan tatlı tatlı bu “Armağan”a dâhil edilmiş. Yunus Emre Kaleli tarafından hazırlanan biyografi ve bibliyografya da bizim bu makaleler toplamımızın birinci cildi içinde yer almış iki önemli metin. Bibliyografya farklı bir düzenlemeyle, biyografi ise olduğu gibi bu “Armağan”a aktarılmış. İki çalışma da Osman Turan Armağanı içinde 85 sayfa tutuyor. En masum aparma sayılabilecek Tarık Buğra’ya ait “Bir İhraç” başlıklı 3 sayfalık yazı da bu cümleden. Buğra’nın gazete yazıları birkaç cilt hâlinde yayınevimiz tarafından basıldı, kalan yazılar da şu sıralar Hatice Buğra hanımın denetiminde neşre hazırlanıyor. Bu “armağan” içinde “değerlendirilen” ve merhum hocamızın Adalet Partisinden ihracını ele alan masumane aparılmış söz konusu yazının da dâhil olduğu Yeni Sabah yazıları da bunlar arasında. Osman Turan’ın yeğeni Fuat Turan’ın 7 sayfalık yazısı ise Ötüken Neşriyatın süreli yayınlarından Millî Mecmua’nın Osman Turan’ın vefatının 43. yıl dönümünde neşrettiği Mart-Nisan 2021 tarihli 19. sayısından olduğu gibi alınmış. Fuat beyin, “ölümünün 43. seneidevriyesi münasebetiyle” ithafı bile çıkarılmadan… 

Evet, biz kendi namımıza 251 sayfayla Armağan’a, daha doğrusu “armağan”a, önemli bir katkı sunmuş görünüyoruz. Bize danışılmamış olması dışında bir sorun yok. Neticede meslek tarzımız sevilmeyen bir tarz olduğu için sanırım bu muameleyi hak etmiş sayılıyoruz. Bununla birlikte acaba Osman Turan bunu hak etmiş midir? Kendisine armağan edilen bir kitabın yarısından fazlasını hocaya yazdırmak sanki ayıplı bir iş gibime geliyor. Böyle ayıp şeyleri ben de vaktiyle yapmıştım. Hanımın doğum günü pastasını ona aldırmak veya istediği hediyeyi ona aldırıp taksitleri de ona kitlemek gibi pespayeliklerim olmadı değil ama biz bunlarla hep dalga geçtik ve bunları benim gerçekten sevmediğim yıllık ritüellerin zorlamasından kaçma şekillerim olarak eğlence konusu yaptık. İş Osman Turan’a bir kitap armağan etmeye gelince bence böyle bir rahatlık gösterilmemeli, bu iş için harcanan mesai de kaçılacak, metazori yürütülen bir mesai gibi görülmemeli. Ali hocanın böyle davranmamış olduğunu iyi niyetle varsayalım. Hadi bunun bile, Ötüken’e ne kadar kızsa da eski bir hukukun, hoş sohbetlerin hatırının kendi nezdinde ihyası olduğunu düşünelim. Düşünelim ama kitabın kalanı için de hayırlı bir laf etmek mümkün gözükmüyor? Kaç sayfa kalmıştı geriye? 145 sayfa sanırım. Onun da Kaynakça, Dizin ve Ekler’den oluşan 19 sayfasını hesaba katmayalım; toplam tutarı 30 sayfa olan ve bu kitap için kaleme alınmış 3 (yazıyla ÜÇ) yazıyı saymazsak, kalan yazıların hepsi daha önce şurada burada yayımlanmış metinler. Yani Osman Turan için, çok sevdiğini söylediği merhum hocamız için kolları sıvayıp bir armağan hazırlama işine girişen Ali Birinci, anca 30 sayfa toplayabilmiş, kalan işlerin kahir ekseriyetini Osman Turan ve Ötüken Neşriyat sırtlamış görünüyor. Merhum hocamız kendi kendine kitap armağan etmiş ama kitaplarını iplik dikişle basmayan Ötüken Neşriyat istiskalin büyüğünü yapıyor. 

Yazıklar olsun Ötüken Neşriyata!

Yine de bu Ötüken Neşriyat, Osman Turan gibi çalıştığı alanda uluslararası bir gücü ve şöhreti olan bir bilim adamı için hazırlanacak armağan kitabında, gerek onunla aynı alanda gerek Türk tarihçiliğinin, dünya tarihçiliğinin diğer alanlarında yeni sentezlere ulaşan yerli ve yabancı önemli bilim adamlarının ilk defa telif edilecek yazılarıyla bu büyük isme layık bir eser ortaya konması gerektiğini bilecek kadar merhumun kıymetini haddi olmayarak takdir edebiliyor ve bu son paragrafı da bir açık çağrı niteliğinde ilgililerinin, hocanın eserine duydukları saygıdan beslenen hamiyet duygularına arz ediyor.

Göktürk Ömer Çakır yazdı.

bir istiskal meselesi ve ali birinci göktürk ömer çakır ötüken neşriyat osman turan