Milenyumun Büyük Şairi: Mevlüt Kaan Akçatepe

TAKİP ET

Mevlüt Kaan Akçatepe, 2000 doğumlu müthiş bir şair.

İnsan biraz yaş alınca ister istemez “makam” kazanıyor – onun kadar yaş alamamışların gözünde. Bundan olsa gerek, son birkaç yıldır pek çok genç arkadaş şiirlerini gönderiyor bana; değerlendirmem ve bazen yol göstermem için. Şahsi ve muhterem bir meselede değerlendirme ve yol gösterme işi çok zorludur, çoğu zaman, en azından şairle aynı frekansta değilsek, altından kalkabileceğim bir iş de değil. İyi şair olmak iddiası başka, iyi bir şiir okuyucusu olduğumu düşünüyorum, ama şöyle bakınca, çok geniş bir külliyatı da taramadım. Yalnız ilgimi çeken, şiirinin ruhuna vakıf olabileceğimi hissettiğim şairlerde derinleştim. Böyle bir sınırlılıkta bana şiirlerini yollayan şairi değerlendirmeye kalkmam hadsizlik olurdu. Çoğunu beğenmediğimi itiraf edeyim, fakat beğenmediğimi söyleme hakkı ve haddini kendimde görmedim. Başa dönelim: Şiir şahsi ve muhteremdir.

Fakat bütün bunların içinde bir şair, evet epey olgun, genç yaşında epey mesafe almış bir şair benim için Kaşıkçı elması gibi parladı. Mevlüt Kaan Akçatepe, 2000 doğumlu. İlk iletişimimizde, üst paragraftaki meseleden ötürü gönülsüz bir şekilde “tabii, gönder inceleyeyim” dediğim bu genç arkadaşın attığı ilk e-postada bulduğum şiire bakınız:

Ey geceler bana bir revnak verin,
Kayboldu, bâkire ümitler hani?
Vahdet şarkısını söyleyenlerin
Dudaklarındaki âkitler hani?

Güz galebe çaldı, söndü mevsimler;
Kızıl yapraklara döndü resimler.
Yâdigâr nâmına kaldı isimler,
Mesut olduğumuz vakitler hani?

Şiirin altında 2018 tarihi vardı. 18 yaşında yazmış – ben de 18 yaşımda şiir yazıyordum ancak sonraki elemelerimde bu şiirlerden pek azı, belki birkaç tanesi “şiir” olarak terekemde varlığını devam ettirebildi. Ancak Kaan’ın 18 yaşında ulaştığı seviyeye hayranlık duydum; bugün taşra kulüplerinin, belediye yahut bakanlık etkinliklerinin usta şair diye ağırladığı birçok müteşairin fersahlarca ötesinde, maveradan yazdığı belliydi. Attığım cevap e-postasını hatırlıyorum, ilk defa bir tür Inklings samimiyeti içinde, keşfettiğim ve paylaşmaya değer bulduğum bir şair dosta atıldığı için heyecan doluydu.

Sohbetimiz devam etti ve Kaan bana projelerinden bahsetti – en önemlisi ve ilk emarelere göre altından kalkabileceğini şimdiden belli ettiği proje, Kuran’ın manzum meali… Elbette bu iş için yalnız şairlik yetmez, iyi bir din ilimleri eğitimi de gerekir, fakat samimi bir Müslüman olan Kaan bunu da yapar. Bedri Noyan’ı keşfettiğim günden beri üzerinde düşündüğüm bir fikirdi bu, Kaan gönderdiği örneklerle, doğru eğitimle bunu en kamil haliyle başarabilecek adam olduğunu hiç değilse bana gösterdi:

Kapıyı çalan, işte kaçınılmaz felâket!
Bilemezsin elbette, kaçınılmaz felâket!
Yeryüzündeki dağlar didiklenmiş birer yün,
İnsanlarsa pervâne gibi olacak, o gün…

Tabii bunları paylaşmak meselesi üzerine bir süre düşündüm; Kaan ileride bu paylaştığım şiirleri “ham” bulabilir. Yahut, Kuran’ın manzum meali gibi bir proje üzerine çalışıyor, denemeler yapıyor olması, “Allah kelamına saygısızlık, hülooğ” diye haykıran bir kitlenin hışmını üzerine çekebilir. Yine de bu riski aldım, zira bana ağabey diyor, nazarlık olsun diye bir defalığına manevi makamımı kötüye kullanıyorum.  Bu yazıyı okuyacak çoklarının heyecanımı paylaşacağını biliyor, bunu gördüğünde beni affedeceğini umuyorum.

Yıllar bir mum misali yüreklerde sönünce
Karanlık akşamların ömrü azalır önce
Hatıralarda yalnız paslanmış bir ses kalır
Sonra yüz çizgileri karışır ağır ağır
Şallardaki kokuyu bastırdığında sıla
Sevgililer yorgun bir hayalle yaşar hala
Fakat tutunsa dahi ümide insan kalbi
Ne kalan aynıdır ne giden gittiği gibi

Şu dizeleri yazan şairin, üstelik 20 yaşında yazan şairin müjdesini vermek için klavyeye sarılmak anlaşılmaz mı? Çok bile sabrettim diyebilirim.

Ey hâlinden hayli memnun insanlar!
Ben şitâya erdim, size güz kaldı…
Sorun kendinize, sorun insanlar:
Acaba, ne kadar ömrümüz kaldı?

Bu kıtasını bana,

O people who are very satisfied, oh people!
Autumn is left to you, to winter I arrive.
The grave question will guide, oh people:
How long, how long will we be alive?

Şeklinde bir İngilizce dörtlükle beraber göndermişti mesela. Meğer kendi şiirini İngilizceye çevirmiş! Epey öksüz, yeteneksizliğin ve Türk şiirindeki marazların izinin hüküm sürdüğü şiir çevirisi alanımıza da şifa olacağının müjdesi kabul ettim bunu. Kipling’den yaptığı çeviriye bakın:

Eğer tüm kazandıkların sığdığında avcuna
Hepsini koyarsan bir yazı-tura uğruna,
Ve kaybedersen hatta başa dönersen hâlâ
Kaybettiklerini bir daha anmazsan asla;
Eğer kalbin, âsâbın çatlayacakken bile
Sana hizmet ederse yarı ölü hâliyle,
‘Diren’ sesinden öte bir ses duymazken için
Hâlâ seni ayakta tutuyorsa direncin

Mümkün mertebe az örnek paylaştım, zira ağabeyliğin korumacı bir tarafı da var ve kıyamıyorum. Fakat gördüklerimden paylaştıklarım beni ikna ettiği kadar okuru da ikna etmiştir; Mevlüt Kaan Akçatepe milenyum doğumluların yüz akıdır, hatta kendisinden önceki nesillerin mahvettiği şiirimizin yeniden yükselmesi, bir tür yeni-formalizmin Türkiye’de de doğmasını sağlayacak bir müjdecidir.

Şimdi yapması gereken, şiirlerini daha fazla paylaşmak, gelen yorumları değerlendirmek ve dizeye yoğunlaşmak: şimdiden veznin iskeletini çok güzel gizleyebiliyor, dili rahatsız etmeden kafiyeyi ustalıkla kullanıyor ve özgün imajlar icat ediyor. Kurşun atar gibi dize yazmayı da başardığında, yalnızca ben onu konuşmayacağım, kalabalıklar Kaan’ı tanıyacak ve o zaman üstlendiği misyonu yerine getirmeye başlayacak.

M. Bahadırhan Dinçaslan

Mevlüt Kaan Akçatepe tamgakritik şiir şiir incelemesi eleştiri Bahadırhan Dinçaslan genç şair