Türk Polisiyesinin Medar-ı İftiharı: Kartal İhsan

TAKİP ET

“Doğrusunu isterseniz Türk zabıtasının fevkinde zabıta yoktur. Avrupalıların Sherlock Holmes’leri, Nat Pinkerton’ları, Nick Carter’ları birer efsanedir ve bunların hiçbiri, Kartal İhsan’daki çabuk anlayışın, büyük dirayet, vukuf ve meslek aşkının derecesine vasıl olamazlar.” - Server Bedi

KARTAL KANATLARINI ANDIRAN PALTOSUYLA BİR HAFİYE

Hiçbir polisiye eserinin başkarakterini kaleme alırken, zihnen ve bedenen beni yoracak derecede vasıflara sahip olduğunu hatırlamıyorum. Usta’nın edebi ve tarihi atlaslara yayılmış fikir dünyasının, psikoloji, kimya ve biyoloji gibi ilmi ve fenni kıtaları da kuşatan halkası ilk defa bir karaktere etten bir elbise örüyor ve onu Kartal İhsan adıyla piyasaya sürüyor. Şayan-ı hayret! Peyami’ye olan hayranlığım, daimi okuyucularımca malumdur. Onlar, Usta’ya karşı bunca hürmet ve övgü sözcüğüme alışkındırlar. Hakkaniyet sahibi olduğum da malum olsun. 

Türk polisiyesi üzerine yazdığım incelemelere şöyle bir göz gezdirip, Peyami’nin tekrara düşüp düşmediğini teyit ettim. Beşyüzün üzerinde eseri olan biri için “Eh, illaki düşmüştür.” cevabınızı duyar gibiyim. Hemen sözünüzün ardına iliştireyim ki yanılıyorsunuz. Peyami hikayeciliğine dair yazdığım “İki Peyami Safa ve Hikayecilik Temayülleri” adıyla da neşrettiğim yazıda şöyle bir şey demiştim:

“Düşününüz ki bir yazar var ve niteliğinden belki de pek az şey kaybederek birbirinden farklı içerikler meydana getiriyor ve kendisine bu sorulduğu zaman “konu bulamamaktan değil, kafasında biriken konuları seçememekten” bahsediyor. Belki denilebilir, “Karakterlerin halet-i ruhiyesini pek iyi yansıtamıyor.” diye. Bana kalırsa Peyami Safa’nın asıl başarısı da burada yatıyor. O, herkes olabilecek kadar keskin gözlere ve üstün seziş sahibi bir mizaca sahip.”

Evvela söylemiş olayım ki polisiye edebiyatında bu kadar geniş bir alanınız yok. Haliyle vakalar ve analizler bazen tekrara düşmekten beri değil. İşte kıymetli usta, geçinme gayesi ile yazdığı bu eserlerde bile tekrara, yalnızca “hırsızların ev içerisindeki yardakçıları” hususunda düşüyor ama bunları bile farklı bir olay merkezinde kurguluyor. O sebeple de bu bir tekrar değil, ilham adını alıyor. 

Kartal İhsan’ın vasıflarına bakalım mesela:

“Herhangi bir hırsıza, bir katile, bir dolandırıcıya “Kartal İhsan” adını söyleyiniz, korkusundan fal taşı gibi gözleri açılır; öfkesinden yumrukları ve dişleri sıkılır; vücudu bir ağaç dalı gibi titremeye başlar. Kartal İhsan şüphe yok ki müthiş bir zabıta memurudur.”

Ne Çekirge Zehra’da başgösteren sertaharri memuru Ahmet Selim; ne Cingöz’deki Mehmet Rıza ve ne de Tilki Leman’daki Ahmet Fatin… Hiçbiri Kartal İhsan’a denk değil. O, Cingöz’ün kıvrak zeka ve soğukkanlı huylarını bir maden gibi ruhunda eritmiş, Mehmet Rıza gibi mesleğin ‘abece’sini hatmedip daha da ileriye taşımış, aynı zamanda Arsen Lüpen’in “şamatadan hiç hoşlanmayan” seciyesini bir hüviyet gibi kuşanmıştır. Bu, Kartal İhsan’a özgünlük gömleğini giydirmemiz için yeterli.

Cingöz Recai sergüzeştlerinde, onun İstanbul’un türlü muhitlerindeki sarayı andıran evlerinde farklı odalar göreceksiniz. Kokular, kıyafetler, makyaj malzemeleri, kütüphane ve dahası… Hatta daha ileriye gideyim… Rowling’in başyapıtı Harry Potter’ı bilirsiniz. Hermione Granger, kendisi ve arkadaşları için bazı karakterlerin bedenine bürünmek adına bir “Çok Özlü İksir” hazırlıyor. Bu iksirden bile güçlü ve sihirsiz bir insan elinin var olduğunu söylesem size? Cingöz Recai mahir elleriyle kendini, bürünmek istediği şahsın kopyası haline getiriyor ve Çok Özlü İksir’in başaramadığı ses değiştirme kabiliyetini de Avrupa’dan getirdiği hususi bir alet sayesinde sağlıyor. 

Yani dünyaca ünlü büyücü romanlarından öteye bile bir Muggle eliyle gidebiliyor. İşte tam da burada Kartal İhsan, Cingöz’e benzeyecek şekilde türlü işlere mahsus odalar istihdam etmiş ve makyaj yapıp kılık değiştirme konusunda Ahmet Fatin ve Ahmet Selim’i geride bırakabilmiştir. Bir başka özellik de, dokuz türlü ışıkla vakaya veya ziyaretçiye göre odayı aydınlatmak ve suçlu psikolojisine, fizyonomisine dikkat ederek vakayı çözmek için tesisatı bile var bu hafiyenin.

Fizyonomi demişken…Bu sergüzeştleri latinize hale getirip kısa bir tanıtım yazan Erol Üyepazarcı’nın Kartal İhsan hakkında ettiği şu birkaç kelamı da şuraya almak istiyorum yüksek müsaadeyle:

“Kartal İhsan aynı zamanda sıkı bir münevverdir; ilmi ve felsefi kitapları okumaktan haz alır. Psikoloji ve fizyonomide melek sahibidir. Suçlunun davranışları ve fiziki yapısından hiç şaşmayan sonuçlar çıkarabilir. 

Öykülerin yazıldığı tarihte çok moda olan ve ünlü İtalyan kriminolog Cesare Lombroso’nun (1835-1909) öncülüğünde gelişen fizyonomi, insanların dış görünüşlerinden hareketleri suçluları saptamayı öngörüyordu. Kartal İhsan, bu bilimde üstattır. Özellikle kendisini aldatmak için felakete uğramış kişiler olarak kendisine gelen ama asıl suçlu olan kişileri amiyane tabiriyle gözlerinden tanır.”

Fevkalade! Tam isabet! Viyana Polis Mecmuası’ndan bile yararlanan bir polis hafiyesi ile karşı karşıyayız. Mehmet Rıza da tıpkı bu seciyede bir muhteremdi ama o Cingöz Recai bahsinin bir başka levhası… Biz yeniden Kartal’a bakalım:

Ürpertici bir vakanın neticeye vasıl olması adına yürütülen bir soruşturmada o dönemde Çemberlitaş civarında “Tavuk Pazarı” adıyla malum bir muhitteki kıraathaneye giden Kartal, bu hususa örnek “…bu adamda seyyiata münhamin (kötülüklere eğilimli) tehlikeli bir mahluk siması var.” demiştir. 

Peyami burada tıpkı Cingöz ile olan dostluğu gibi (O’nun tevkif edilmesine bile şahit oluyor.) Kartal İhsan’la da çok yakın bir dosttur. Hatta öyle ki tüm hikayelerde onunla beraber sanki bir çırak gibi Kartal’a yardımcı olmuştur. Sözü Server’e vermek burada en doğrusu olacak zira Kartal’ı herkesten ziyade o tanıyor:

“Yavaş yavaş bu harikulade adamın ismi Avrupa’ya bile yayılıyor. Ben bu adamı herkese tanıtmak için maceralarını öteden beri yazmak istiyordum. Zira beş sene Kartal İhsan’la arkadaşlığım var. Onun en korkunç, en nahoş, en tehlikeli zamanlarda nasıl çelik gibi katı ve soğuk durduğunu, en karışık bir dalavereyi, zekasının kıvrak parmaklarıyla nasıl çözdüğünü ve en azılı haydutları, en kurnaz hırsızları nasıl yakaladığını bilirim. Bunları düşündükçe ben bile korkumdan, hayretimden, heyecanımdan titriyorum.”

Yeri geldiğinde latifelerini esirgemeyen bu kahramanın ara sıra Server Bedî ile alay edercesine “Herkes senin gibi romancı olmadığı için kolay kolay ve maharetle yalan söyleyemez.” dediği de vakidir. Bir de bana yine bir klasiği hatırlatan uzun çubuklu bir piposu da var Kartal’ın. Düşününüz biraz… Zihinlerinizi kurcalayınız ve sinema sektörünü sallayan ve pek tabii kurduğu mitoloji evreniyle de birçok kişiyi kendine hayran bırakan aziz Tolkien’i düşününüz. Ve onun uzun çubuklu pipo içen küçük Hobbit’ini. Tabi ya, Bilbo Baggins! İşte Kartal İhsan da Server tabiriyle tıpatıp “kârıkadim çubuk” sahibi bir hafiye. Pek de güzel tüttürüyor kanımca.

Peyami’nin objektif serisinden birkaç fikri yazısına bakmak onun her şeyi çoklukla okuyan bir şahsiyet olduğuna kanaat getirmek adına yeterli. Hiç adını duymadığımız yazarlar, filozoflar, doktorlar belki de politikacılar işitiyoruz. Pek tabii kendisinin manevi seciyesi de göz ardı edilmezse hadislere atıfını da düşünmek gerekiyor. Bir vakitler ben de okurdum. Riyazü’s Salihin gibi pek çok hadis ihtiva eden kitaplar var. Bunlardan birinde “Çok gülmeyene heybet verilir.” diye bir hadis-i şerif de vardı. Bakınız bunu kuşanan Kartal İhsan’ın ruhundaki bu maden nasıl aksetmiş:

“İhsan az gülen ve hele pek az kahkaha atan adamlardandı.” 

Bu kaynaklarda zaten Peygamber (a.s)’ın da mütebessim olduğu fakat onun yalnızca bir defa gülerken arka dişlerinin göründüğü yazılmıştır. Kartal yoksa Peyami’nin manevi seciyesini mi kuşanmıştır? 

Öyle olmasa bile usta, bu gerçeğin farkındadır ve onu tam manasıyla bilmektedir. Öyle olacak ki suçlular veya “Ben, Kartal İhsan.” lafını işiten herkes buz kesiyor! Hatta Server Bedi’nin dostu için yaptığı “…havai eğlencelerden hoşlanan hafifmeşrep bir adam değildir…” tabiri de burada taşı gediğine koymak olur. 

Şimdi geliniz ve bu üstün zekalı hafiyenin birçok metodlarından birkaçını hep birlikte müşahede edelim.

Vakalara Kartal Gözüyle Bakmak

Evvela genel hatlarıyla Server Bedi’nin kendisinden dinleyelim bunu:

“Kartal İhsan’ın garip bir tabiatı vardır, bir mevkie tahkikata gittiği vakit, hemen başını yere eğer ve adımlarının etrafında meçhul şeyler arar. Fakat bizce meçhul şeyler: İzler! Onun tabiriyle, bir vak’a zuhur eden yerlere “Sanki gökten izler yağar”mış.”

Kartal İhsan karlarla örtülü bir bostanda ayakkabı izlerini takip etmektedir. Bu izlerden istikametle sekiz adet hırsızın mahalde olduğuna kanaat getiren hafiye, Server Bedi’yi şaşkına çevirmiştir. Öyle ki buna şaşıran Server Bedi’ye ünlü hafiye şöyle cevap veriyor:

“-Her insanın kundura giymesi başkadır. Bundan dolayı kiminin ayakkabısı burnunun sağından, kiminin solundan, kiminin tabanının sağından, solundan, ortasından, kenarından, kiminin ökçesinin kenarından, arkasından çarpılır. Keza her insanın ayak basışı da başkadır. Kimi adam ayaklarının ucunu içeri doğru, kimi dışarıya doğru, kimisi kuvvetini ökçelerine vererek, kimi zayıf, kimi sıçrar gibi ayak ucuyla yürür. Bütün bunları ayak izlerinde resim gibi görmek kolaydır.”

Bir dönem İstanbul’da kartpostallar da çok meşhurmuş. Dönem aynasında bunu görüyoruz. Bu kartpostal satıcılarının birisi de, kartpostal düşkünü kızları kaçırmaya başlamıştır. Ele geçen birkaç kartpostaldan Kartal İhsan vaka analizini ise İstanbul’un çok kültürlü yapısına olan aşinalığı ile yapıyor. Evirip çevirdiği kartpostaldan çıkan şu notlara bakınız:

“Bu kartları satan dükkanın ismi okunamıyor (genelde dükkan ismi yazıyor üzerinde). Yalnız ismin sondaki harfleriyle Pera kelimesi görülüyor. Pera kelimesinden dükkanın Beyoğlu’nda olduğunu anlamak kolay; des harfleriyle de dükkan sahibinin bir Rum ismi taşıması ihtimali çoğalıyor.” 

Hoş, bu tespitler biraz “Sherlock”vari… Fakat yine de şayan-ı hayret. Görünüz ki “Bazı fahişelerin lavantaları vardır ki kokuları sindiği yerden birkaç güne çıkmaz.” diyerek kokuların zabıta işlerindeki büyük önemini de vurguluyor.

Bir başka vakada kadın yatağı inceleyen (hatta bir saat kımıldamaksızın) Kartal, yine yazarın kafasındaki karışıklığı gidermek adına “Genç bir kız, bir bakire yatağıyla bir kadın yatağı arasında muhakkak farklar vardır. 

"…Bir kadın yatağında birçok fizyolojik alaim görünür.” tarzında, sıradan insanda olmayan kartal gözlerini ispata kalkıyor. 

Burada bir eleştiri de getirmek istiyorum, kitabın okuyucuları varsa eğer… “Yer Altındaki Ölü” adını taşıyan bu sergüzeştte bir de mantık hatası var. Hikayenin sonuna düştüğüm bu notu tarihiyle beraber fotoğraflıyor ve bulabilen bir okuyucuya kendi kitaplarımı imzalı olarak hediye edeceğimin de sözünü veriyorum. Polisiyeye düşkün okuyucular Kartal İhsan’a buyursunlar öyleyse…

***

İyi bir polisin aynı zamanda iyi bir hırsız olmak mecburiyetinde olduğunu söyleyen gayet soğukkanlı mizaca sahip bu Kartal’ı biraz Cingöz ile harmanlamaya çalışınca ortaya insanüstü bir portre çıkıyor. Peyami’nin bu yolu neden denemediği bende büyük bir soru işareti olarak kalacak fakat yüzyıllar öncesinde yaşamış Calvin’in tavsiyesi üzere “burnumu sokmamam gereken” şeylerle (Hele de Peyami’nin eserlerine karşı) en büyük alakam meraktan ve bu merakı soru işareti olarak okuyucuya bırakmaktan ileri olmasa gerek. 

YouTube üzerinde “Spontane Bir Polisiye Konuşması” adıyla yayınladığım videoda birtakım beylik laflar etmiştim. Bunlardan biri “Kartal İhsan, Sherlock Holmes’ten ziyade Arsen Lupen’e benziyor.” idi. Erol Üyepazarcı zira Kartal’ı Sherlock’a benzetmek hatasına düşmüştü. Aynı şeyi Mehmet Rıza için de yapması elzemken neden Kartal’ı tercih ettiğini hala anlamlandırmakta güçlük çekiyorum.

Sırf küçük nüanslardan büyük analizler yapabilmek istidadı var diye Sherlock mu oluyor bu muhterem? Bence hayır. Çünkü Kartal İhsan bana kalırsa kadınlara yaklaşma hususunda tıpkı bir kibar serseriyi andırıyor ve Sherlock kadar aseksüel takılmıyor. Elbette Sherlock gibi görevini yalnız kendini tatmin arzusuyla yapması da unutulmamalı fakat gelip görelim ki şu alıntı ettiğim notlar “Arsen Lupen”vari bir çift lakırdı olsa gerek:

“…Kadın için lüzum yok. Ben kadınlara kelepçe vurmaktan pek hoşlanmam.” 

Yahut: “…Hangi taşı kaldırırsan altından mutlaka kadın çıkar. Bu nazik parmakların kanlara bulandığı da çok vakidir.”
Bir an için bu hafiyenin hırsız olduğunu düşününce gözümde beliren portre, zihninize çizdiğimden başkası olamıyor: Arsen Lupen…

Ahmet Selim, Çekirge Zehra’nın bileklerine kelepçe vurmakta tereddüt etmemişti zira…

Kartal İhsan'ın Şöhreti 

Her ne kadar hala Cingöz’e atıf yapmaktan çekinmeyen bir yazar da olsa Peyami, Kartal İhsan için de büyük bir şöhret hazırlamış:

“Kartal İhsan artık meşhurdur. Zannederim ki her sınıf ve her yaştaki halk arasında onun ismini duymayan kalmamıştır. Yirmi seneden veri zabıta işlerinde sessiz sedasız çalışan bu harikalı adam, yakın vakitlerde kadar isminin gazetelerde sık sık çıkmasını istemiyor ve sergüzeştlerini kitap halinde neşretmek müsaadesini bana vermiyordu. Fakat ne kadar tevazu gösterirse göstersin, adını ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın, kadirşinas Türk milleti, ona layık olduğu şerefi vermekte tereddüt etmedi. Bugün Kartal İhsan, şüphesiz en küçük mektep yavrusundan ihtiyar mütekaide varıncaya kadar herkesin kalbinde bir ihtiram mevki kazanmıştır.” (Türk milletini özellikle vurguladım çünkü lağım denizinde çırpınan bir grup, Türkiyeli lafını her fırsatta dile getiriyor. Safımız belli olsun.)
 

Cingöz’ atıf demişken her polisiye eserinde bu gözbebeğinden vazgeçemeyen Peyami, yine Cingöz Recai’ye temas etmeden geçemiyor. Kartal’ın dilinde bu kibar hırsızın nasıl boy gösterdiğine bakınız:

“Bugünün hırsızları yanında, cin, peri kaç para eder? Ben ne melun hırsızlar tanıyorum ki, cin padişahına taş çıkarır! Mehmet Rıza’yı senelerce uğraştıran “Cingöz Recai”yi unutuyor musun? Bu herif bir cinden başka neydi? Bununla beraber mahir ve muktedir bir zabıta memuru, bir polis hafiyesi karşısında hangi cin, hangi peri tehlikesiz perende atabilir?”

Bu hikayenin detaylarıyla beraber nereden mülhem olduğunu, açmak istediğim bir başka başlık altında ele alacaktım fakat Mehmet Berk Yaltırık, Ömer Faruk Yazıcı gibi isimler dururken detaylarını benim anlatmam yakışık almaz. Üç yıldız ile bahsin ikinci perdesini ele alalım öyleyse…

***

Polisiye incelemelerine başlarken yine bu aziz mecrada ele aldığım “Türk Polisiyesinde Bir Sherlock Holmes: Amanvermez Avni” isimli incelemenin sonlarına doğru “Kamelya” adında ünlü bir kadından bahsetmiştim. Gazi Osman Paşa’nın oğlu (aynı zamanda II. Abdülhamid’in damadı) Ali Nurettin Paşa’nın bile gönül kaptırdığı ve bütün Beyoğlu, hatta İstanbul erkeklerinin yüreğine alev düşüren bir kadın… Bu, Ebussüreya Sami’nin sanıyorum ki gerçek vakalara kayıtsız kalamayışının bir numunesi idi. Kartal İhsan’da da bu tarz bir gönderme var ve özellikle buraya almak istedim: Landru adında bir Fransız. Anlatıya göre metresleriyle birlikte olduktan sonra onları katlediyor. Dönem yazarlarının dünya meseleleriyle de bu kadar yakından alakadar olması polisiyenin binbir çeşit mecrada at koşturabileceğinin ve küçük cinai atıflarla, kansız polisiyeler de yazılabileceğinin çok hoş örnekleri. Bir yandan bizleri “Kimdir bu Landru?” diye araştırmaya sevk eden ve yine biz yazarlara malzeme çıkaracak türden vasıflar bunlar. Her ne ise… İncelemenin nihai hedefine varırken az evvel bahsettiğim iki ismin bu incelemeye ek niteliğinde birkaç kelam etmesini de belki kendilerinden rica ederim. Çünkü bu bahis hem Hüseyin Rahmi’nin “Gulyabani” eserinden izler taşıyor olacak hem İstanbul’un türlü semtlerindeki türlü argo kelimelerine de yer veriyor. Özellikle bu husus, Mehmet Berk Yaltırık’ın (ki bu incelemeyi yazarken bile kendisini amiyane tabirle rahatsız ettim) ilgisine mazhar. Birkaç dakikada beni kaynaklara yönlendirdi hemen."İstidada göre tevdi etmeli emaneti!” mısraına olan inancımdan burada sathi konuşmakla yetineceğim. Dönelim:

Son hikaye olan Kızıl Çeneli Baş, tam bir Doğu halkı yanılsaması. Hüseyin Rahmi’nin bir roman çerçevesinde istihza ile irdelediği bir Gulyabani vakası… Spoiler vermeme isteğiyle detaylarına inmeyeceğim fakat bakınız nasıl tasvir edilmiş:

“…korkunç bir baş! Fakat bir insan başı değil, görülmemiş bir canavar kafası! Birer büyük delik gibi simsiyah gözler, ileriye doğru sivrilmiş burun, kıpkızıl bir çene! Hem de ateş saçan bir çene! Evet… Bu çene basbayağı kıvılcımlar saçarak yanıyor, tutuşuyor, ağır ağır açılıp kapanıyor.”

Bu hususa ek getirmeden önce Peyami’nin objektif serisinde Doğu Milletleri için yaptığı şu analizi bir ışık niteliğinde almak yerindedir:

"Bence yalanın babası zekâ değildir, güneştir; anası da muhayyile. Güneşe yakın memleketler ahalisinin diğerlerinden fazla hayalperver oluşları, belki ruhiyat değil, fizik kanunlarıyle izah edilebilir. Hararet tesiriyle cisimlerle beraber muhayyile de genişliyor. Binbir Gece Masalları şarkın, yani güneşin çocuklarıdır. Sisli, dönük ve kalaysız bakır gibi loş bir parıltı içinde soğuk havalar teneffüs eden şimal ahalisinin muhayyilesi ıslak bir ipek parçası gibi buruşmuş ve büzülmüştür.

kartal ihsan mehmet can kuyucu server bedi Peyami Safa peyami safa incelemesi