'Türkiye Yüzyılı'nda Yeni Dış Politika Nasıl Olacak: Hakan Fidan'ın Makalesi Ne Anlatıyor?

TAKİP ET

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye'nin yeni dış politika tutumuna ilişkin bir makale yazdı.

Kuruluşundan bu yana çeşitli dış tehditler ve terör örgütleri ile mücadele eden Türkiye Cumhuriyeti'nin hiç şüphesiz ki en önemli bakanlıklarından birisi Dışişleri Bakanlığı olmuştur. 

Türkiye'yi uluslararası arenada temsil eden bakanlık, kimi zaman ASALA gibi eli kanlı örgütlerin hedefi oldu ve birçok şehit verdi. 

Hatay'ın anavatana katılmasında, 2. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalınmasında, Sovyet tehdidine karşı NATO'ya katılmada, Kıbrıs meselesinde, ASALA, PKK, IŞİD gibi terör örgütleriyle mücadelede ve birçok konuda Dışişleri Bakanlığı'na önemli görevler düştü. 

Hariciye mensupları zaman zaman beceriksiz ve basiretsiz idareler nedeniyle bocalasa da görevlerini layıkıyla yerine getirmek için elinden geleni yaptı. 

AKP hükümeti döneminde ise Türk hariciyesi çeşitli merhalelerden geçti. Abdullah Gül'ün Dışişleri Bakanlığı döneminde batıyla, bilhassa AB'yle "ne istedilerse verdik" dönemi yaşanırken Ahmet Davutoğlu döneminde ise Türkiye, Arap Baharı'nın ateş ve kan dolu maceralarına atıldı. Davutoğlu'nun bakanlığı ve akabindeki Başbakanlığı hala tartışma konusuyken dönemindeki atılımlar nedeniyle Türkiye'de şu anda milyonlarca sığınmacı bulunuyor. 

Mevlüt Çavuşoğlu dönemi ise nispeten "yapılan hataların düzeltilmesi" çabalarıyla geçti. Çavuşoğlu'nun ne kadar başarılı olduğu ise tartışılır. 

28 Mayıs seçimlerinden sonra ise kimileri için sürpriz bir şekilde kimileri için de hiç de sürpriz olmayan bir şekilde Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı görevindeki Hakan Fidan, İsmet İnönü'den 101 yıl sonra Dışişleri Bakanlığı görevine atanan asker kökenli ikinci kişi oldu. 

13 yıl boyunca çeşitli tartışmalar ve sorunların gölgesinde Milli İstihbarat Teşkilatı'nın başında olan Hakan Fidan, dondurulmuş çatışmaların çözüldüğü birçok sorunun ortasında bakanlık görevine getirildi. 

'Türkiye Yüzyılı' Başında Türk Dış Politikası: Zorluklar, Vizyon, Hedefler ve Dönüşüm

Insight Turkey için bir makale kaleme alan Fidan, bundan sonraki dönemde Türkiye'nin dış politikasının nasıl olacağının sinyallerini verdi. 

"'Türkiye Yüzyılı' Başında Türk Dış Politikası: Zorluklar, Vizyon, Hedefler ve Dönüşüm" başlıklı makalede Fidan, "Türkiye, mevcut küresel ve bölgesel zorluklarla mücadele edebilecek daha kapsayıcı ve etkili bir uluslararası sisteme katkıda bulunmayı amaçlayan, bölgesel yapıcı ve sistem dönüştürücü bir aktör olarak öne çıkıyor. Türkiye, istikrarsız bir bölgesel ve küresel ortamda ulusal çıkarlarını korumaya devam ederken, kendi bölgesinde ve ötesinde sürdürülebilir barış ve kalkınmanın koşullarını şekillendirecektir. Türkiye, dış ilişkilerini yapısal temelde kurumsallaştırmak, refah ortamını geliştirmek ve küresel hedeflerini ilerletmek için çalışacak." ifadelerini kullandı. 

Hamasi Söylemlerden Uzaklaşma: Dünya 5'ten Büyüktür Demek Yerine Reform Çağrısı

1945 sonrası liberal uluslararası düzenin yeni bir dünya savaşının çıkmasını engellediğini ancak bu düzenin herkes için sürdürülebilir barış ve güvenlik sunma konusunda yetersiz kaldığını belirten Fidan, küresel siyasette bir reform yapılması gerektiğini belirtti. Nitekim Türkiye, uzun bir süredir "Dünya 5'ten büyüktür" sloganıyla mevcut Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu yapısını eleştirip reform çağrısında bulunuyor. Ancak Fidan'ın yazısında bu sloganın yer almaması, Türk dış politikasının hamasi söylemlerden uzaklaşmasına bir işaret olarak dikkat çekti. 

"Uluslararası hukukun temel ilkelerinin desteklenmesinin sağlanmasına ihtiyaç vardır. Ancak uluslararası barış ve güvenliğin korunmasında birincil sorumluluğu üstlenen BM Güvenlik Konseyi, misyonunu yerine getiremiyor. Bu da uluslararası sistemin giderek dengesizleşmesine, öngörülemeyen gelişmelere ev sahipliği yapmasına ve daha fazla kırılganlığa yol açmaktadır." diyen Fidan, "Tüm bu eşzamanlı gelişmelerin bir sonucu olarak, küresel sistem, değişimin hem acil gerekliliğini hem de kaçınılmazlığını gösteren, çoklu krizlerin olduğu karmaşık bir dönem yaşamaktadır. Uluslararası sistemin köklü bir dönüşümden geçmesi gerektiği artık çok açık." ifadelerini kullandı.

"Kutupluluk Yerine Dayanışmaya Dayalı Sağlam Bir Sistem"

Çözüm önerisi olarak "kutupluluk yerine dayanışmaya dayalı sağlam bir sistem" önerisi sunan Fidan, Türkiye'nin öngördüğü uluslararası sistemin ister tek kutuplu ister iki kutuplu veya isterse çok kutuplu olsun, kutuplulukla tanımlanan geleneksel uluslararası düzen kavramının ötesine geçtiğini ileri sürüyor.

"Bu, stratejik sabır ve sarsılmaz kararlılık gerektiren zorlu bir görevdir." diyen Fidan, Türkiye'nin misyonunu "bölgede ve uluslararası ilişkilerde sorun çözücü, sistem iyileştirici ve dönüştürücü aktör" olarak tanımlıyor. 

Fidan, yeni dönemde Türkiye'nin dış politika ilkelerini "bulunduğu bölgede barış ve güvenliğin tesis edilmesi, dış ilişkilerimizin yapısal temelde daha da kurumsallaştırılması, refah ortamının geliştirilmesi ve küresel hedeflerimizin ilerletilmesi" şeklinde ifade ediyor.

Temel Hedefler: Suriye'yle Normalleşme Sinyalleri

Türkiye dış politikasının temel hedeflerinden biri olarak "Bölgede Barış ve Güvenliğe Katkı Sağlamak, Yeni İşbirliği Modelleri Oluşturmak" başlığını açan Fidan, Türkiye'nin terörizmle mücadelesine değindikten sonra Suriye konusuna girerek şu ifadeleri kullanıyor: 

"Suriye'nin toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine yönelik en büyük tehdit, bu ülke üzerinde hesabı olan güçlerin terör örgütlerine verdiği açık destektir. Sınırlarımıza yakın her türlü terör örgütü tehdidini sadece milletimiz için değil, bölgesel istikrar açısından da engellemeye kararlıyız.

Suriye'nin toprak bütünlüğüne dayalı bir siyasi sürecin teşvik edilmesi, çatışmanın çözümü ve teröristlere yönelik güvenli bölgelerin ortadan kaldırılması açısından hayati önem taşıyor. Çatışmanın çözümünü ve ülkelerinin geleceğini belirleyecek olan da Suriye halkının kendisidir. Dolayısıyla sürdürülebilir bir çözüm için meşru Suriye muhalefetinin, ülkedeki siyasi geçişin çerçevesini belirleyen BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararında ortaya konulan yol haritasına uygun olarak bu siyasi süreçte tam olarak yer alması gerekiyor. Suriye halkının meşru beklentilerini karşılayan kapsamlı, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüme yönelik çabaların acilen hızlandırılması gerekmektedir.

Bu süreçteki ilerleme aynı zamanda Suriyelilerin evlerine güvenli, gönüllü ve onurlu bir şekilde dönüşünü de kolaylaştırabilir. Bu getirilerin bir an önce istikrarın sağlanması ön koşuldur. Türkiye'nin çabaları sayesinde yüzbinlerce Suriyeli evlerine geri dönebildi. Geçici koruma altındaki Suriyelileri ağırlayıp günlük ihtiyaçlarını karşılarken, yukarıdaki koşullar altında ülkelerine dönmelerini teşvik etmeye devam edeceğiz."

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Suriye konusunda toprak bütünlüğünden ve siyasi sürecin teşvik edilmesinden bahsetmesi, "Şam'da Cuma namazı kılma" hayallerinden vazgeçildiğini gösteriyor. Fidan'ın bu ifadeleri geçen aylarda başlayan Suriye ile normalleşme konusunda atılan adımlarla paralellik içeriyor. Görüşmeler henüz büyük bir yol katetmemiş olsa da uzun zaman sonra Şam rejimi ve Türkiye arasında irtibat kurulması yeni bir dönemin başlangıcı olmuştu. 

Filistin Meselesi: Arabulucu Rolü

7 Ekim'deki Hamas saldırılarından önce kaleme alınan yazıda Filistin konusuna da değinen Fidan, "Ortadoğu'da kalıcı barış, çağımızın en büyük küresel adaletsizliklerinden biri olmaya devam eden Filistin-İsrail çatışmasının adil ve kalıcı bir çözümü ile mümkün olabilir. Bu nedenle Filistin halkının uluslararası hukuk temelinde meşru hakları için verdiği mücadelede desteklemeye devam edeceğiz. 1967 sınırlarına dayalı, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve bitişik bir Filistin Devleti'nin yer aldığı iki devletli çözüm, İsrail'in de aradığı barış ve güvenliği bulmasını sağlayacaktır." ifadelerini kullanılıyor. 

7 Ekim'deki saldırılardan sonra açıklama yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da daha önceki sert çıkışlarının aksine itidalli bir açıklama yaparak "1967 sınırlarına dayalı, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve bitişik bir Filistin Devleti'nin yer aldığı iki devletli bir çözüm" önermişti.

Bütün bunlar İsrail'le normalleşme adımlarının atıldığı dönemde Türkiye'nin İsrail-Filistin meselesinde artık sert tutumlara sahip bir taraf değil, Filistin'in çıkarlarını önceleyen ancak İsrail'e karşı da agresif olmayan bir arabuluculuk rolü üstlendiğini gösteriyor. 

Azerbaycan-Ermenistan-İran

Karabağ Savaşı'nın Türk zaferiyle sonuçlanmasından sonra başlayan Ermenistan'la normalleşme ve Zengezur Koridoru üzerinden başta Azerbaycan olmak üzere Türk dünyasıyla kara bağlantısını sağlayarak ilişki kurma süreci, sık sık İran'ın mukavemetiyle karşılaşıyor.

Bünyesinde 35 milyondan fazla Türk barındırdığı düşünülen İran, Türkiye ve Azerbaycan'ın bu tür bir bağlantı kurmasının en nihayetinde işgal altındaki Güney Azerbaycan'ın azad olması ile sonuçlanacağının farkında. 

Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın makalesinde İran'ın Türk ülkelerine karşı bu düşmanca tutumuna karşılık bölgesel iş birliği önerisi sunuluyor. Fidan şunları söylüyor: 

"Ermenistan'la iyi komşuluk ilişkileri ve tam normalleşmeyi hedefleyen bir süreç başlattık. Aynı zamanda “Tek Halk, İki Devlet” sloganıyla hareket ediyor ve iki Cumhurbaşkanının Haziran 2021'de imzaladığı Şuşa Deklarasyonu rehberliğinde Azerbaycan ile ilişkilerimizi her alanda daha da derinleştiriyoruz. Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki müzakere sürecinde, Ermenistan'ın önümüzdeki bu tarihi fırsattan yeterince yararlanmasını ve bunun sonucunda bu bölgede yeni bir barış, refah ve işbirliği sayfasının açılmasını umuyoruz.

Güney Kafkasya uzun süredir çatışmalardan muzdarip olmuş ve keşfedilmemiş potansiyelini gerçekleştirmede günümüzün küreselleşmiş dünyasında geride kalmıştır. Bölgenin bu bakış açısını değiştirmenin zamanı çoktan geldi. Mayından arındırmadan, en son teknolojiyle yeniden inşa etmeye kadar yapılacak çok şey var. Bu bağlamda Türkiye, koşullar olgunlaştığında çeşitli altyapı ve bağlantı projeleriyle bölgenin yeniden inşasına yatırım yapmaya hazır. Türk şirketlerinin küresel inşaat pazarındaki lider konumu göz önüne alındığında, Türkiye'nin bunu yapabilecek iradenin yanı sıra kapasiteye de sahip olduğu görülüyor. Altyapının oluşması ve bölgenin dünyanın geri kalanıyla iyi bir şekilde bağlantı kurması halinde, ticaretten enerji güvenliğine, turizmden yeni yatırımlara ve istihdama kadar bölgedeki herkes bundan payını alacaktır. Zengezur Koridoru'nun hızla açılması bu açıdan hayati önem taşıyor. Tam olarak faaliyete geçtiğinde bu yol herkes için daha fazla refaha yol açacaktır.

Türkiye'nin yüzyıllardır barış içinde yan yana yaşayan İran'la derin tarihi ve kültürel bağları vardır. Bölgenin önde gelen iki ülkesi olarak İran'la özellikle coğrafyamızda terörle mücadelede ikili ve bölgesel işbirliğimizi güçlendirmeye hazırız. Cumhurbaşkanı Reisi'nin önümüzdeki ziyareti sırasında gerçekleştirilecek olan Türk-İran Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi'nin 8. Toplantısı, yalnızca sınır güvenliğimizin artırılması ve terörle mücadele açısından değil, aynı zamanda ticaret, enerji, ulaşım ve yüksek öğrenim gibi pozitif gündemimizde yer alan konular açısından da hayati önem taşıyor."

Fidan'ın bu ifadeleri Türkiye'nin, Asya ve Avrupa arasındaki köprü olma görevine yeniden talip olduğuna ilişkin bir sinyal olarak görünüyor. Nitekim Zengezur Koridoru başta Hazar'daki gaz ve petrolün Türkiye'ye ve Avrupa'ya naklinde etkin olacak.

Ticaret ve kültür her zaman birlikte ilerler.  Zengezur Koridoru'nun açılmasının Türkiye ve Azerbaycan ulusları arasındaki ilişkilerin gelişmesine de katkı sağlanması bekleniyor. Nitekim bu koridor her ne kadar diaspora Ermenileri zengin olsa da ekonomisi pek de iyi olmayan Ermenistan Devleti için de faydalı olacak.

Afganistan

Fidan, şeriatçı terör örgütü Taliban tarafından yönetilen Afganistan konusunda da Türkiye'nin desteğinin devam edeceğini, silahlı mücadelenin yeniden canlanmasından kaçınılmasını ve muhalefetin ülke yönetimine dahil edilmesi gerektiğini belirtti. 

"Siyasi saikler ne olursa olsun yarım asırdır zor günler yaşayan Afgan halkının, insani yardım ve desteğe ihtiyacı var. Türkiye, yıllardır süren çatışma ve istikrarsızlıktan acı çeken Afgan halkının yanında olmaya kararlıdır. Türk diplomatik misyonlarının ülkede faaliyet göstermesinin ardındaki sebep de buydu." diyen Fidan, "Toplumun tüm kesimlerinin temsil edileceği kapsayıcı bir hükümet; kadınların ve kız çocuklarının insan haklarına ve temel özgürlüklerine tam saygı gösterilmesi ve topluma eşit ve anlamlı katılımları, ülkede sürdürülebilir ekonomik ve politik kalkınmanın, sosyal uyumun, istikrarın ve barışın önkoşullarıdır."  ifadeleriyle Afganistan konusundaki önerilerini sıraladı.

Fidan'ın önerileri teoride her ne kadar güzel dursa da Afganistan gerçekliği çok daha farklı ilerliyor. Taliban, her geçen gün başta kadınların ve kız çocuklarının ülkedeki haklarını kısıtlamaya devam ediyor. Taliban ayrıca kendisine muhalif gördüğü Güney Türkistan Türklerini katletmekten de çekinmiyor. Bu nedenle Fidan'ın bu önerileri kısa ve belki de orta vadede gerçekleşmesi imkansıza yakın. 

Yunanistan ve Kıbrıs 

Türkiye'nin sadece tehditleri ortadan kaldırmak için değil bölgesel istikrar ve büyümenin lokomotifi olmak için de diğer ülkelerle birlikte çalışmaya hazır olduğunu belirten Fidan, bu ilişkileri "kazan-kazan-kazan" formülüyle tüm bölgenin yararına olumlu bir yayılma etkisi yaratacak pozitif gündemle ilerletmek istediklerini belirtti.

Yunanistan'la ilişkilerin de bir istisna olmadığını belirten Fidan, mevcut olumlu atmosferin, "tartışmalı konulara çözüm bulmak ve olumlu bir gündeme dayalı işbirliği yol ve araçlarını keşfetmek için değerli bir fırsat" sunduğunu belirtiyor. Hakan Fidan, "Türkiye, meşru hak ve menfaatlerinden taviz vermeden, Yunanistan'ın da aynı samimiyetle karşılık vermesi şartıyla bu çabasında samimidir. Böylelikle karşılıklı güveni geliştirebilir ve mevcut olumlu siyasi iklimi sürdürülebilir bir hale getirebiliriz." dese de başta Geri Kabul Anlaşması'na binaen göçmenlerin Türkiye'ye geri itilmesi ve Yunanistan'ın işgal ettiği adaları Türkiye'ye karşı silahlandırması gibi konular hala çözüme kavuşmuş değil. Geçmiş yönetimlerin bu konulardaki pasifliği ve basiretsizliği yeni dönemde de devam edecek mi henüz bilinmiyor. 

Kıbrıs meselesine de değinen Fidan, Kıbrıs sorununun çözümünün Kıbrıs Türklerinin doğuştan gelen haklarının, egemen eşitliğinin ve uluslararası eşit statüsünün yeniden teyit edilmesi ve Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığının tanınması yoluyla olacağını belirtti. 

Batı ve NATO'yla İlişkiler

İlginç bir şekilde Rusya ve Çin'le ilişkilere değinilmeyen makalede Batı ve NATO'yla ilişkiler geniş yer buldu. 

"İkinci hedefimiz dış ilişkilerimizin yapısal temelde daha da kurumsallaşmasıdır." diyen Hakan Fidan, "Bu hedefin de iki yönlüsü var: Mevcut stratejik ilişkilerimizin güçlendirilmesi ve yenilerinin kurulması." ifadelerini kullandı.

Türk SİHA'sının Suriye'de ABD tarafından düşürülmesinden bir gün önce kaleme alınan makalede Hakan Fidan, "Türkiye'nin NATO müttefiki olarak ABD ile uzun süredir devam eden bir stratejik ortaklığı bulunmaktadır. Bazı farklı bakış açılarına rağmen, birçok bölgesel ve küresel meselede ilgilerimiz ve yaklaşımlarımız örtüşüyor. Yakın çevremizde ve ötesinde barış ve güvenliğin sağlanması açısından hayati önem taşıyan ABD ile önümüzdeki dönemde ortak çıkarlar temelinde ve geniş alanlarda işbirliğimizi güçlendirmeye çalışacağız. Ancak böyle bir işbirliğinin olmazsa olmaz koşulu, müttefik dayanışması ruhudur. Bu, birbirlerinin ulusal güvenliğini baltalamayı değil, güçlendirmeyi gerektirir." diyor. 

Fakat tam da ertesi gününde ABD'nin terör örgütlerine operasyon düzenleyen Türk SİHA'sını müttefik dayanışması ruhuna aykırı bir şekilde düşürmesi kafalarda soru işaretleri uyandırıyor. Türkiye, SİHA'nın düşürülmesine henüz sert bir tepki vermedi. 

Bu tepkisizlik, son yıllarda giderek gerginleşen ve bölgede Türkiye'den başka müttefikler arayan hatta bu kapsamda Kürtçü terör örgütü PKK'yla da ilişkiler kurup PKK'nın Suriye kolu YPG'ye büyük destek veren ABD'yle ilişkilerin AKP iktidarının ilk dönemlerindeki gibi olacağı endişesini yaratıyor. AKP iktidarının ilk döneminde Irak'ı işgal eden ABD, 1 Mart  2003'te TBMM'de Irak tezkeresinin kabul edilmemesinin adeta bir intikamı olarak 4  Temmuz'da Süleymaniye'deki Türk askerlerini esir almış ve başlarına çuval geçirmişti. Türkiye bu konuda da sert bir tepki vermemiş, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ABD'ye nota verilip verilmeyeceği sorusuna "Ne notası? Müzik notası mı veriyorsun?" diyerek yanıt vermişti. 

Hakan Fidan'ın makalesi ABD'yle iyi ilişkilerin yeniden tesis edilmesine ilişkin sinyaller içeriyor ancak bunun nasıl yapılacağı ve ABD'nin tutumu ise henüz muamma. 

NATO ve AB'yle ilişkilere değinen Fidan şu ifadeleri kullanıyor: 

Türkiye, transatlantik bağlantının Avrupa'nın güvenliği ve refahı açısından hayati önemde olduğunu düşünüyor. Türkiye, NATO'nun önde gelen üyelerinden biri olarak “güvenliğin bölünmezliği” ilkesine temelden katkıda bulunuyor. İttifakın karşılaştığı zorluklara ilişkin 360 derecelik bakış açımızı koruyacağız. Terörizm, tüm biçimleriyle ve tezahürleriyle NATO'ya yönelik iki temel tehditten biridir. Bu doğrultuda, Madrid Zirvesi'nde kabul edilen ve “terörle mücadelenin kolektif savunmamız için esas olduğunu” öngören NATO Stratejik Konsepti doğrultusunda, terörle mücadeleyi İttifak'ın gündeminin üst sıralarında tutacağız. 

Avrupa Birliği'ne üyelik stratejik bir öncelik olmayı sürdürüyor. Bölgesel ve küresel zorlukların giderek daha karmaşık hale gelen doğası, Türkiye'nin katılım sürecinin ilerlemesini artık her zamankinden daha fazla zorunlu kılmaktadır. Eğer katılım müzakereleri, olması gerektiği gibi, tamamen teknikse, o zaman müzakerelerin, belirli üyelerin siyasi motivasyonları tarafından kaçırılmadan, kendi yararları doğrultusunda ilerlemesi gerekir. Genişleme yine jeopolitik nedeniyle ivme kazandı, o zaman Türkiye'yi geride bırakmak stratejik bir hatadan başka bir şey olmayacak. AB'li mevkidaşlarımızla uzun yıllardır sürdürdüğümüz müzakereler, Türkiye'nin katılım müzakerelerinin liyakate dayalı bir metodoloji üzerinden ilerlemediği ve Birliğin Türkiye'ye yönelik kararsızlığını belirleyen şeyin kimlik politikaları mı yoksa Türkiye'nin nüfus büyüklüğü mü olduğu sorusunu gündeme getirdi. AB, Türkiye'yi farklı alanlarda rakip ve tek başına baş edemeyeceği zorluklar karşısında işlem ortağı olarak görmek yerine, ortak bir geleceğe yönelik liyakate dayalı bir katılım sürecini sürdürmeli. Avrupa Birliği'nin nihayet vizyoner bir yaklaşım benimsemesini ve ülkemize karşı uzun süredir ihmal edilen yükümlülüklerini hızla yerine getirmeye başlamasını bekliyoruz. Öte yandan reform çalışmalarımıza şimdiden yeni bir ivme kazandırmaya başladık."

Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırısı nedeniyle Avrupa'nın NATO'ya yeniden muhtaç olduğunun farkında olan Fidan, bununla birlikte Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye karşı tutumunda düzelme olmazsa Türkiye'nin AB'ye sırtını döneceğinin de sinyalini veriyor ki bu husus Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da defaatle dile getirildi. 

Türk Devletleri Teşkilatı: TURAN Özel Ekonomik Bölgesi

AKP'nin MHP'yle ortaklaşması sonrasında kurulan ve henüz büyük bir atılım gerçekleştirmeyen Türk Devletleri Teşkilatı konusuna da değinen Hakan Fidan, burada sürpriz bir şekilde "TURAN Özel Ekonomik Bölgesi" projesinden de bahsediyor. 

Fidan şu ifadeleri kullanıyor: 

"Türk medeniyetinin kültürel mirasına sahip çıkan, ileriye dönük ve gelecek vaat eden bir proje olan Türk Devletleri Teşkilatı (TDT), dış ilişkilerde daha güçlü kurumsallaşma çabalarımızın en güzel örneğini teşkil ediyor. Teşkilat, Türk dünyasında karşılıklı güvenin güçlendirilmesi, siyasi dayanışmanın yoğunlaştırılması, ekonomik ve teknik iş birliği imkanlarının hızlandırılması, ortak tarihi ve kültürel mirasımızın tanıtılması yoluyla Türk dünyasının birlik ve beraberliğinin pekiştirilmesinde kilit rol oynamaktadır. Çeşitli ülkelerin ve bölgesel kuruluşların TDT ile etkileşime geçme istekliliği, hem başarısının hem de potansiyelinin bir kanıtıdır. TDT için henüz kullanılmamış büyük bir potansiyel var. 8. Toplantısında kabul edilen “Türk Dünyası Vizyonu-2040”  daha fazla kurumsal iş birliği çağrısında bulunuyor. Bu çağrı doğrultusunda Türkiye, bu örgütü daha derin düzeyde entegrasyon arayışında ilerletmeye devam edecektir. Bu bakımdan TURAN Özel Ekonomik Bölgesi iş birliği ve entegrasyon çabalarımızda bir mihenk taşı olacaktır."

Detaylarından bahsedilmeyen projenin Türk milliyetçilerinin ağzına bir parmak bal çalmak için mi dillendirildiği yoksa gelecekte Türk dünyasının faydasına bir iş mi olacağı henüz bilinmiyor. Ancak Fidan, Türk Devletleri Teşkilatı'nın ileriye dönük ve henüz kullanılmamış potansiyeli olan bir oluşum olduğunu ifade ediyor.

Türk milliyetçileri ise geçmiş tecrübeleri nedeniyle AKP hükümetine bu konuda pek de güvenmiyor. 

Dışişleri'nin Dönüşümü

Dışişleri Bakanlığı'nın bir dönüşüm geçirdiğini belirten Fidan, göreve başladığı ilk günden itibaren Dışişleri'nin organizasyonel dönüşümünün hızlandırılmasının öncelikli konu olduğunu ifade ediyor. 

"Günümüzde uluslararası ilişkiler artık klasik anlamda diplomasi ile sınırlı değil." diyen Fidan diğer bakanlıkların da dış politika süreçlerine dahil olacağını ve Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye'nin dış ilişkilerde tek ses olarak konuşmasını ve hareket etmesini sağlayacak koordinasyon merkezi  haline geleceğini şu sözlerle aktarıyor:

"Güvenlik, savunma, istihbarat, ekonomi, ticaret, finans, enerji, çevre, kültür, iletişim ve sağlık, yoğun ve karmaşık bir uluslararası ilişkiler ağının parçalarıdır. İç içe geçmiş bu alanların çoğalmasına paralel olarak yeni aktörler ve paydaşlar da ön plana çıkmaktadır. Tüm bu gelişmeler küresel ölçekte dışişleri bakanlıklarının portföyünü genişletti. Ayrıca dışişleri bakanlarını, ulusal pozisyonların icracı bakanlıklar ve diğer ilgili kurumlarla koordine edilmesinde daha aktif bir rol üstlenmeye zorladılar.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı da bir istisna değildir. Diğerlerinin yanı sıra, tüm dış ilişkilerin etkin koordinasyonu da kendisine emanet edilmiştir. Dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı, önümüzdeki dönemde de Türkiye'nin dış ilişkilerde tek ses olarak konuşmasını ve hareket etmesini sağlamak amacıyla bu görevini yerine getirmeye devam edecektir. Bu, diplomasi ve uluslararası ilişkilere daha bütünsel, uyumlu ve koordineli bir yaklaşım sunarken, aynı zamanda farklı politika alanlarında alınan dış politika kararlarının hızlı ve tutarlı bir şekilde uygulanmasını da sağlıyor."

Sonuç

Geçmişteki maceralar Türkiye'nin uluslararası alanda itibarını ciddi şekilde sarstı. Bilhassa Ahmet Davutoğlu dönemindeki "komşularla sıfır sorun" politikası, "Türkiye'yle sorunu olmayan sıfır komşu" politikasına dönüştü. İhvancı politika bilhassa Arap Baharı sırasında Türkiye'yi keskin sınırları olan bir taraf haline getirdi ve Türkiye'nin manevra kabiliyetini kısıtladı.

Bunların sonucunda Türkiye, AB'nin sınır koruyucusu ve göçmen deposu haline geldi. Güney ve doğu sınırlarımız adeta yolgeçen hanına döndü. Milyonlarca göçmen Türkiye'ye akın etti. Bu gelişmeler ayrıca Türkiye'nin ekonomisini de sarstı. Yaşanan ekonomik krizden çıkış için hala acı reçeteler aranıyor.

Türkiye Cumhuriyeti muzafferiyet ve çalkantılarla dolu 100 yılı geride bırakırken önümüzdeki dönemler hem Türkiye hem coğrafyamız hem de dünya için pek aydınlık değil. 

Türk milleti ne yazık ki 20 yılı aşan AKP iktidarında en çok ileriyi görebilme yetisini kaybetti ve dünyanın hem keskin sınırlara sahip olduğu hem de iç içe geçtiği bu çağda bilhassa dış politikada etkin ve tutarlı bir tutum yerine idare-i maslahatçılıkla yıllar geçti. Yarınların ne olacağı Türk milleti için en büyük belirsizliklerden biri haline geldi. 

Bu kapsamda Hakan Fidan'ın kaleme aldığı Türk dış politikasının önümüzdeki döneme ilişkin makalesi bir değişim vadediyor. Ancak bu değişimin ne kadar gerçekleşeceği ve gerçekleşirse ne kadar faydalı olacağı ise şu an bir muamma...

Semir Yapıcı

hakan fidan türk dış politikası dışişleri bakanlığı azerbaycan iran israil yunanistan dışişleri nato dış politika ermenistan Filistin suriye suriyeli sığınmacılar