Bu haftaki köşe yazısına ünlü heykeltıraş; Burhan Alkar’ın bir sözüyle başlamak istiyorum. Diyor ki duayen “Heykel, hele günümüzde beton yığınlarından boğulan kentlerin canlanıp nefes aldıkları, kişilik, renk ve anlam kazandıkları kültür değerleridir. Meydanları parkları, heykelsiz kentler, duyarsız, göremeyen, konuşamayan, durgun, bir yaratıktan farksızdır”.
Usta heykeltıraş, toplum olarak konuşamamanın ve duyguları dışa vuramamanın tarifini çok güzel tarif etmiş ve ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Sanat; toplumun ve ferdin yüksek sesle konuşamadığını, dertlerini tam orta yerde daha etkili söyleme şekline dönüşür. Baskıcı kültür veya sistemin çarkından bunalan fert ve toplum ancak sanatçı duyarlılığı, yazar ve şairlerin kelimeleriyle kendilerini ifade ederler. Tabii olarak sanatçı; toplum dertlerini estetize ederek daha anlaşılır hale getirendir. Sadece topluma değil geleceğe bile ses ve dil olur. Kültür aktarımı ardıllara bu şekilde yani sanatçı ve yazarlarla aktarılır. Kısaca milli bir misyon yüklenmiş olurlar.
Ünlü sürrealist yazar Franz Kafka’nın “Dönüşüm” isimli eseri buna en iyi örnektir. Eserinde bir böceğe dönüşmesiyle simgelediği anlatımında; sistemin dayatmalarından kurtulmak ve bunu ironiyle anlatmak, çareler üretmek, yermek yazarın topluma ses olmasını görmekteyiz.
Aynı şekilde ressamlar müzisyenler protest müzikleriyle, heykeltıraşlar meydanlara yerleştirdikleri anıt eserlerle toplumun sessizliğine ses olmuşlardır. Bu anlamda toplum sanatçıların ferahlık veren gölgelerinde nefes almışlardır. Buna benzer örnekler Anadolu’da sıkça görülmektedir, orada da kadınlar ve kızlar kilim nakışlarında, başlarına bağladıkları yazmaların renkleri veya motifleriyle de ruh hallerini yansıtmışlar, sözlerle söyleyemediklerini, kilim nakışlarıyla, renklerle, işleme desenleriyle haykırmışlardır. Özlemlerini, sevgilerini, hasretlerini, kızgınlık ve üzüntülerini bu dille söylemişlerdir.
Dünya milletlerine bakıldığında da kültürlerini en kısıtlandığı an da bile sıkıntılarını nesillere aktarmayı sanatla seçmişlerdi. Afrika tınısı taşıyan Blus-Jazz müziği aslında Afrika acısını nota nota geleceğe aktarmaktadır.
Alışılagelmiş estetize edilmiş bir sanat, zamanla sanatçı ruhunu tam yansıtamadığından, kendilerini, sanatlarını tam ifade edemediklerinden, akımlar oluşmaya başlamıştır. Arayışlara gidilmiş, bu nedenle gerçeküstücülük (sürrealizm) denen bir sanat anlayışı içsel sıkıntıları dile getirme konusunda daha etkili olmuş, sanatçı hem kendi sanatını hem temsil ettiği kültür veya toplumun dertlerini daha çarpıcı olarak böyle dile getirmeyi uygun bulmuşlardır. Sanatçılar böylece; konu olarak insanların bilinmeyen bir evre olan bilinçaltını resimlemeye yöneldiler. Sürrealit ressam ve heykeltıraşardan başlıcaları; Salvador Dali, Max Ernst, Giorgio de Chirico, René Magritte, Marc Chagall, Kay Sage, Carlo Carrà, Yves TanGuy, Man Ray, Joan Miro, Hans Arp olmuştur. Ülkemizde elbette bu akıma karşı durmamış, 1920'li yıllarda eserler verilmeye başlanmıştır.
Bütün bunlara karşılık Orta Asya’daki eski Türk boyları mezarlarının başına ”Balbal” denilen yontulmuş mezar taşları dikerlerdi. Yaklaşık olarak 1250 yılından beri heykel yapmayı bilmekteydiler. Daha sonra çeşitli nedenlerden dolayı heykel geri plana atılmış, çok uzun yıllar yasaklar ve sanat dahi kabul edilmeme gibi şanssızlıklar yaşamıştır. Ülkemizde bu akım şahıslar üzerinde kalmış, zaman zaman gerçeküstücülük alanında eserler verilse de bazı zamanlar gerçek formunda eserler yaparak sanatlarını sürdürmüşlerdir.
Bu akım; sanat dünyasında önceleri pek kabul görmese de André Breton bir adım öne geçerek bu sanat anlayışı hakkında çarpıcı bir tespit yapmıştır ve demiştir ki; "Sürrealizm her şeyden önce, bir devrimci harekettir".
Dünyada her alanda yavaş yavaş bu anlayış doğrultusun da çok çarpıcı örnekler vermeye başlamışlardır.
Görüneni resmetmek veya sanatın her hangi bir koluyla bunu ortaya çıkarmak elbette çok güzel ve harikulade bir şey ki; Michelangelo, Musa heykelini tamamladıktan sonra heykele “Konuş” dediği ve bir iki adım geriye giderek elindeki çekici fırlatıp “Kalk gidelim” dediği rivayet edilmiştir. Görünen bilinen şekliyle harika bir eser meydana getirmiştir ama sürrealist akım konuya farklı bakmayı tercih etmiştir, bu bağlamda da güzel eserler vermiş, sanat zevkine farklılık katmıştır. Sanat böylece gelişerek büyümenin adımlarını atmıştır. Sanat ve sanatçı pencereleri farklılaşmış, kendini ifade alanı çoğalmıştır.
Memleketimizde bu akımda eser veren sanatçı ismi elbette saymak mümkündür. Uluslararası yarışmalarda ödül alanlar, birçok ülkenin park ve bahçelerini, saraylarını süsleyen sanat eserleri vardır. Ancak bu haftaki köşe yazımda Heykeltıraş Burhan Alkar’dan bahsetmek istediğim için konuyu kısaltarak, Burhan Alkar’a geçmek istiyorum.
Alkar; 1930 yılında Filibe’de doğdu. 1951 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümünden mezun oldu. 1958 yılında aynı bölümün açtığı Modelaj Asistanlığı sınavını kazandı. 1960 yılında Fransız bursu ile gittiği Paris’te, Jülien Akademisinde Heykeltıraş Monsieur Mougene’in atölyesinde 1 yıl Heykel ve Rölyef çalışmaları yaptı. Daha sonra kazandığı devlet bursu ile 1961-1965 yılları arasında Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulunda (Beaux-Arts) Monsieur Leyque ‘in atölyesinde 4 yıl süreyle Heykel İhtisası yaptı. Fransa ‘da Non-figüratif akıma yönelmiştir ki bu akım, gerçek biçimsel değerlerden en etkili yollardan başlıcalarıdır. Hocaları onu formaları bozarak sanat eserleri meydan getirmenin ustası olarak adlandırmışlardır.
1965 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümünde başladığı modelaj öğretmenliği görevini 1977 yılında emekli olana dek sürdürdü. Bu süre zarfında, heykel eğitiminin Gazi Eğitim Enstitüsünde başlamasında, yaptığı çalışma ve uygulamalar, yetiştirdiği öğrencilerle, o günlere kadar yalnızca İstanbul’a ait bir uğraş olarak görülen heykelin önce Ankara, sonra da İzmir, Samsun ve Çukurova’ya ulaşmasında katkıları oldu.
İkisi yurt dışında olmak üzere ülke genelinde, çoğu yarışmalar sonucu gerçekleşen ve 25 dolayında Anıtın sahibi olan sanatçı, atölyesinde ayrıca gerçekleştirdiği küçük heykellerle de 15 kadar kişisel sergi açtı ve bir o kadar da karma sergiye katıldı.
Ankara’daki heykellerinden tanıdığım, sanatına hayran olduğum bir heykeltıraşı ODTÜ Sanat Galeri’sinde açtığı kişisel heykel sergisini görme bahtiyarlığına erdim, ancak; benim için geç kalınmış bir zevkti ve şimdiye kadar yüz yüze tanışamamanın verdiği üzüntü birbirine karışmıştı.
Burhan Alkar’ın ODTÜ Sanat Galeri’sinde sergilenen eserleri hayranlık uyandırdı. Âlicenap davranışları sanatçı egosunu yerle bir etmiş, “Çok çalışan herkes heykel yapar, çok çalışmak lazım” diyerek mütevazı duygularını dile getirmiştir.
Yurt dışında birçok eserleri olan ve ulusal anlamda da ödülleri bulunan heykeltıraş; Başkent Ankara’da Seymen Parkın‘da Seymenler Anıtı, Ankara TMO Hasat Sonu Anıtı, Ankara Sakarya Caddesinde yaya bölgesi heykelleri, ODTÜ Gençlik Anıtı, TBMM'de Egemen Anıtı ile Ankara’nın görsel güzelliğine değer katmıştır.
Ayaküstü sohbetlerinin ortak görüşü; sanatçının eserlerinin geleceğe aktarılması ve ülkemiz için milli servet kabul edilmesi olmuştur. Bu eserlerin milli servet olarak korunması dile getirildiğinde, bu bağlamda bazı girişimlerde bulunulduğunu, bunun bir vakıf olabileceği bilgisini aldık.
Şu var ki ülkemizde vakıf kurmak, vakfı düzenli ve verimli tutmak, yeri geldiğinde müze, yeri gelince öğrenci yetiştirmek gibi fonksiyonlarının olmasını sağlamak oldukça zordur. Bu maddi ve manevi bir güç gerektirmektedir.
Bu bağlamda Ankara Büyükşehir Belediyesinin kültür hizmetlerine duyarlılığını bildiğimiz için bu değerli eserleri, bir an önce korumaya alacağını, bunun için gerekli hassasiyeti göstereceğini, gerekli destek verilerek müze ve çalışma platformuna dönüştüreceği kanaatine sahip olduk. Sanatseverler olarak böyle bir çalışmanın başlatılmasını heyecanla beklemekteyiz.
Sanatçının Ankara’da yaşaması hasebiyle ve Ankara’ya sanat adına değerli eserle kazandırması Burhan Alkar‘ın hem sanatı hem şahsı adına bu sahiplenmeyi hak ediyor diye düşünmekteyiz.
Birçok eserlerin yanı sıra Atatürk Orman Çiftliğindeki Atatürk evi karşısında bulunan “Tarımcı Atatürk” rölyefleriyle göz zevkimiz okşayan bu eser, maalesef ki; bu rölyefler zaman içinde yerinden söküldüğü ve eserin büyük zarar gördüğü tespit edilmiştir. Yetkililerin bu konuyla da ilgilenecekleri, bu muhteşem rölyefin de onarılacağı umudunu taşımaktayız.
Sanatçısına değer veren toplum medeni bir toplum olduğu düşüncesinden hareketle, birçok öğrenci yetiştiren bu heykeltıraşa minnetle, saygıyla sağlıklı uzun bir ömür diliyorum. Gelecek nesillere kalıcı sağlam eserler bırakmak güzel bir milli miras diye düşünüyor, sağlık ve esenlikler diliyorum
Esen kalın.
Köşe Yazıları
19 Ocak 2020 - 17:01
Ankara'da Bir Duayen Heykeltıraş Burhan Alkar
Bu haftaki köşe yazısına ünlü heykeltıraş; Burhan Alkar’ın bir sözüyle başlamak istiyorum
Köşe Yazıları
19 Ocak 2020 - 17:01