Türk sineması 70’li yıllarda üretimini arttırmış, Dünya’da uzun metraj üretiminde 4. sıraya kadar yükselmişti. 1975 yılında artık sektör tamamen renkli filme yönelmişti. 1970 yılında çekilen 225 filmin 78’i renkliyken, 1975 yılında çekilen 225 filmin tamamı renkli olmuştur. Ancak bu şaşaalı dönem bir süre sonra çökecekti. 1970 yılına 225 filmle giren Türk Sineması, 1980 yılına sadece 68 filmle girmişti.
Toplam 13 hükümetin kurulduğu 70’lerde sinemamız, bölge-işletmecilerinin verdiği senetler, senetleri tahsil etmeye çalışan sektör, gecekondu yapım şirketlerinin başı çektiği erotik filmlerin arasında filizlenmeye çabalamış ve en güzel örneklerini yine de verebilmiştir.
Pek çok yerde tabir edildiği biçimi ile 70’ler hem siyasal olarak hem de sinema olarak tamamı ile “Karşıtlar dönemi” olmuştur. Pek çok önemli isim hayatta kalmak için piyasa filmleri yapmak zorunda kalmış, oyuncuların bir kısmı erotik filmler de oynamış, bir kısmı ise başka işler yapmak zorunda kalmıştır.
Düzensizce büyüyen sektör kendisini geliştirmemiş, sinemada kazanılan para çoğunlukla sinemaya aktarılmamıştır. Ülkede yaşanan mali ve siyasi krizlerin de etkisi ile sinemamız 60’larda başlayan yükselişini 80 yılında duvara çarparak durdurmuştur. 80 darbesinin ardından tüm ülke gibi sinemamız için de yeni bir çağ başlamıştı. Yeni denemeler, yeni yönetmenler, yeni dertler ortaya çıkmıştı.
1982 yılında bu hengamenin arasında Çetin İnanç ve Cüneyt Arkın yeni bir şey denemeye karar vermişti. Bu sefer olaylar uzayda geçecekti. Fakat kader onlara hiç unutamayacakları bir deneyim sunacaktı. Çünkü, henüz yolun başında çıkan bir fırtınada film için kurulan set yerle bir olmuş ve buraya harcanan paralar çöp olmuştu. Çetin İnanç’ın bu yoldan dönmeye niyeti yoktu. Bu film çekilmeliydi! O günün ortalama bütçesinin üstünde bir bütçe ile başladıkları “Dünyayı Kurtaran Adam” filmini, çeşitli filmlerden aldıkları görsellerle bitirmişlerdi. Nihayetinde film Türkiye’de çok iş yapmıştı. Çetin İnanç arabasını yenilerken, filmin yapımcısı olan Mehmet Karahafız hem ev hem araba alabilmişti.
90’lı yıllarda yurt dışına giden video kasetlerle birlikte film yurt dışında da Turkish Star Wars adıyla tanınmaya başlamıştı. (Bu yüzden röportajda Dünyayı Kurtaran Adam yerine Turkish Star Wars adı kullanılmıştır) Aradan geçen yıllarda Türkiye’de ara ara çıkan “Dünyanın en kötü filmi seçildi” dedikosu dışında film üzerine çok fazla konuşulmadı.
Geçenlerde ise filmin restore edilmiş versiyonu Mubi Türkiye’de yayına girdi. Filmi restore eden kişi ABD’li yapımcı, yönetmen ve sinema tarihçisi olan Ed Glaser’dı. Türkiye’de önemsenmeyen bir filme o neden ilgi göstermişti? Bu sorunun üzerine kendisi ile bir söyleşi gerçekleştirdik…
"Keşfettiğim İki Şey Oldu"
Restorasyon sürecine nasıl başladığınızı ve neden bu projeyi seçtiğinizi anlatır mısınız?
Dünyayı Kurtaran Adam'ın 35 mm'lik baskısı, filmin restorasyonu için Türkiye'de ortak bulmak isteyen arkadaşım ve meslektaşım Ali Murat Güven tarafından keşfedildi. Ne yazık ki konuştuğu kimse ilgilenmemişti. Filmin büyük bir hayranıyım, bu yüzden onu satın almayı ve son 20 yılda restorasyon işleminin çok popüler hale geldiği Amerika'da neler yapılabileceğini görmeyi teklif ettim.
Ne yazık ki taradığımızda filmin zamanla hasar gördüğünü ve bazı bölümlerinin eksik olduğunu gördük. Dolayısıyla, sunulabilir bir HD sürümüne sahip olmak için, en azından onu video bant kaynaklarından gelen öğelerle “Yamalamamız" gerekiyordu.
Restorasyon sürecinde karşılaştığınız zorlukları ve bunların üstesinden nasıl geldiğinizi anlatabilir misiniz?
Eksik olanın tam olarak ne olduğunu belirlemek oldukça zorlu bir süreçti. Kaybolan sadece sahneler değildi; bazen bir çekimin bir parçası veya sadece birkaç kare eksik oluyordu. Bu yüzden iki farklı video kopyasını karşılaştırmak zorunda kaldım ve filmin içindeki yapıştırma izlerini inceleyerek eksik olan kısımları tam olarak belirlemeye çalıştım.
Bunun yanı sıra, kısmen solmadan dolayı ama aynı zamanda filmin "Flat" olarak taranmış olmasından kaynaklanan düşük kontrast nedeniyle de film tamamen renk düzeltilmesine ihtiyaç duyuyordu. Bu biraz zaman aldı. Ayrıca video kasetlerinin düşük kalitesi bazen bir sahnenin gündüz mü yoksa gece mi çekilmiş olduğunu belirlemeyi zorlaştırdı.
Bu süreçte ilginç veya beklenmedik şeyler keşfettiniz mi?
Restorasyon sırasında keşfettiğim iki önemli beklenmedik şey vardı. Biri sanatsal, diğeri teknikti.
Birincisi, aksiyonun büyük bir kısmının göründüğü kadar saçma olmamasıydı. Dövüş sahnelerinin çoğu, bir blenderde düzenlenmiş gibi görünüyor. Olaylar genellikle devamlılık içermiyordu. Ancak onu kare kare izlerken aksiyonun genellikle çekimler arasında sürekli olduğunu fark ettim; bu rastgelelik hissini yaratan şey, sahnelerde kullanılan kamera açısıydı. Hızlı çekim yapıyorlardı ve bence, bazen “180 derece kuralını” ihlal ediyorlardı ya da kendi başlarına sarsıcı olan, birbirlerine benzeyen ya da tezat oluşturacak şekilde sahneleri yan yana dizerek kurguluyorlardı. Halbuki kamera konumlarını değiştirin veya daha az kesme yapın; kavgalar daha "Doğru" görünecektir.
Teknik keşif, filmin PAL video kasetine nasıl aktarıldığıydı. Elbette film saniyede 24 karedir ve PAL video kaseti saniyede 25 karedir. Ancak her saniyede bir kareyi kopyalamak veya fazladan bir kare oluşturmak için kareleri karıştırmak yerine, video aktarımı için film yalnızca 25 fps'ye kadar hızlandırılmıştır. Bu, video kaset görüntülerini taranmış film görüntüleri ile eşleştirmek için tek yapmam gereken videoyu %4 oranında yavaşlatmaktı ve bu, uğraşılacak herhangi bir yabancı kare olmadan mükemmel bir şekilde eşleşecekti. NTSC videosu olsaydı kâbus olurdu.
Türk Yıldız Savaşları’nı değerlendirecek olursak, Türk sinemasının yeniden yapım (remake) filmleri ile diğer ülkelerdeki yeniden yapım filmler arasında gözle görülür benzerlikler ya da farklılıklar var mıdır?
Türk Yıldız Savaşları’na yeniden yapım demek gerçekten yanlış bir isim. Flash Gordon, Planet of the Apes (Maymunlar Gezegeni), Forbidden Planet( Yasak Gezegen), Battlestar Galactica(Yıldız Savaşları) gibi birçok filmden öğeler içeriyor ve konusu Star Wars'tan çok farklı. Adını Star Wars'ın özel efekt görüntülerini kullanmasından alıyor. Yani bu açıdan diğer Türk filmlerine benzemiyor.
Türk yeniden yapım filmleriyle diğer ülkelerdeki uluslararası yeniden yapımlar arasında çok temel bir fark olup olmadığından emin değilim. Kendi başına gerçek bir tür değil, bu yüzden çok fazla çeşitlilik var. Bazıları sahneleri bire bir aynı çekiyor; Şeytan(1974) buna yakın bir örnek. Kartal Yuvası (1974 yılında Straw Dogs'dan uyarlanan) veya Cellat (1975 yılında Death Wish’ten uyarlanan) gibi bazıları, farklı politik veya sosyal durumlara uyacak şekilde değiştiriliyor.
Belki de Türk yeniden yapımlarını diğerlerinden ayıran tek şey tekniktir. Yeşilçam filmleri 60'lı yıllarda Hollywood'da pek yaygın olmayan 70-75 dakikalık bir gösterim süresini hedefleme eğilimindeydi. Ve hepsi benzer (ve sınırlı) ekipmanlarla filme alındığı için homojen bir görünüme sahip olma eğilimindeler. Bu filmler 60'lı ve 70'li yıllardaki birçok Amerikan filmlerine benziyor; hepsi aşağı yukarı aynı şekilde yapıldı, dolayısıyla içerik farklı olsa bile çoğu benzer görünüyor.
Restorasyonun tamamlanmasının ardından filme yönelik izleyicilerin ve eleştirmenlerin tepkileri nasıl oldu?
Gördüğüm ve duyduğum tüm yorumlar çok olumluydu! İngiltere'de birçok gösterim yapıldı. Birkaç tanesinde ben de bulundum ve kalabalık bundan gerçekten keyif alıyor gibi görünüyordu. Çoğu kişi filmi daha önce düşük çözünürlüklü, çok düşük kaliteli YouTube sürümüyle izlemişti.
Filmle ilgili kişisel anılarınız ve projeyi tamamladıktan sonraki duygusal deneyimleriniz nelerdir?
Dünyayı Kurtaran Adam'ı ilk kez Google Video'da gördüm. Bir arkadaşım bilgisayarını eski tüplü televizyonuna bağladı ve birkaç arkadaş birlikte izledik. Bulanıktı ama vahşi, büyüleyici ve amansızca eğlenceliydi. Aynı zamanda filmlerin sınırları aştığı uyarlanma, yeniden mikslenme ve yeniden yapılma biçimlerine ilgimi çeken, kafamda bu kıvılcımı başlatan ilk filmlerden biriydi.
Restorasyonu izleyicilerle paylaşabilmek heyecan vericiydi. Mükemmel olmasa da daha fazla insanın bu çılgın fantastik macera filmini, düşük çözünürlüklü YouTube videosundan çok daha yüksek kalitede izleyebildiğine çok sevindim.
Türk sinemasının öne çıkan yönetmenleri ve filmleri hakkında düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
Bunu uzmanlara bırakmam gerektiğini düşünüyorum…
Türk sinemasının uluslararası alanda tanınırlığının artması için neler yapılabileceğini düşünüyorsunuz?
Bunun bir dereceye kadar başladığını düşünüyorum. Örneğin, son birkaç yıldır bir sürü Türk TV programı ve filmleri Amerika'da Netflix'te izlenebilecek hale geldi. Bu büyük bir başarı!
Türk sinemasında en sevdiğiniz film ve yönetmen hangisidir?
Favorileri seçme konusunda iyi değilim. Yine de şunu söyleyeceğim. Yıllar boyunca Türkiye'de Yılmaz Güney'den Metin Erksan'a, Nuri Bilge Ceylan'a kadar muhteşem, parlak yönetmenler çıktı. Her ne kadar onların çalışmalarına her zaman hayran olsam da en çok keyif aldığım filmler macera ve kaçış dolu olanlar. O yüzden iş oraya geldiğinde Çetin İnanç, Yılmaz Atadeniz gibi yönetmenlere, 3 Dev Adam, Çeko ve Cüneyt Arkın’ın aksiyon filmlerine yöneleceğim.
Adem Sercan Kaba