İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin grup toplantısında konuşuyor.
Dervişoğlu konuşmasında daha önce yaptığı “Merkezde buluşma” çağrısına değindi.
İYİ Parti lideri çağrısının yanlış anlaşıldığını belirterek, "Bazı çevreler, bu çağrıyı yalnızca siyasi partilere yapılan bir davet olarak algıladı. Buradan açıkça belirtmek istiyorum ki, benim merkez çağrım Türk milletinedir." dedi.
Dervişoğlu'nun açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
İsrail-Lübnan Meselesi
"Yeni yasama yılının ilk grup konuşmasına güzel bir konuda umut dolu mesajlar vererek başlamak isterdim. Ancak coğrafyamız yangın yeri. Bildiğiniz üzere İsrail'in Filistin'de on yıllardır süren kanlı işgali ve sistematik zulmü artık bölgenin sınırlarını aşmış ve bu barbarca saldırılar Lübnan'a kadar yayılmıştır. Bu işgalci terörist devletin saldırıları uluslararası hukukun zerrece umursanmadığı, pervasız bir tutumla yürütülmekte; sivil yerleşim alanları bilerek hedef alınmakta, çocuklar, kadınlar, masum siviller acımasızca katledilmektedir. İsrail, Filistin'de gerçekleştirdiği insanlık dışı politikalara ilaveten Lübnan'da da şehirleri yerle bir etmekte, masum insanları yerlerinden yurtlarından koparıp göçe zorlamaktadır. Bu vahşi saldırılar sadece bölgenin istikrarını değil; tüm Orta Doğu'yu bir ateş çemberine sürüklemekte ve büyük bir yayılmacı stratejinin tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne var ki Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplum bu insanlık dışı olaylar karşısında yazık ki utanç verici bir sessizliği tercih etmektedir. Bu sessizlik zulmü onaylayan, İsrail'in işlediği savaş suçlarına ortak olan bir tavırdır. Birleşmiş Milletler'in acizliği ve etkisizliği adaletin köküne kibrit suyu dökmekte, insanlık vicdanında derin yaralar açmaktadır. Eğer Birleşmiş Milletler ve dünya toplumu gerçekten barıştan yana bir duruş sergiliyor olsaydı; İsrail'in bu pervasız saldırıları karşısında cesur ve kararlı adımlar atarlardı."
Erdoğan'ın Açıklaması İçin "Devlet Ciddiyetine Yakışmadı" Dedi
"Dünyada durum böyle, peki bizde durum nasıl? Cumhurbaşkanı Erdoğan dün bu konuyla ilgili devlet ciddiyetine yakışmayan bir açıklamada bulundu. Türkiye basit ajitasyonlarla, hamasetle yönlendirilebilecek bir ülke değildir. Bölgemizde böylesine önemli meseleler söz konusu olduğunda popülist korku siyasetiyle halkı kandırmaya çalışmak ülkemizin uluslararası itibarını yerle bir etmekte ve bizi diplomatik alanda ciddiyetsiz bir aktör olarak göstermektedir. İsrail'in insanlık dışı politikalarına karşı durmak mecburiyettir ancak Türkiye gibi kadim bir devletin bu meselede akılcı ve stratejik bir diplomasi yürütmesi gerekirken, hamasi söylemlerle dış politika oluşturmaya çalışması asla kabul edilemez. Türkiye Orta Doğu'da krizleri abartan bir ülke değil; çözüm üreten, tarihsel misyonuna uygun bir biçimde barışı savunan güçlü bir aktör olmalıdır."
Türkiye bu coğrafyanın kadim bekçisi olarak tarihsel sorumluluklarını asla unutmamalıdır. Türkiye hem coğrafi konumu hem ekonomik gücü hem de tarihsel bağlarıyla bölgesinin en önemli ekonomik güçlerinden biridir. Türkiye'nin bölgesel gücü elleri kolları bağlanmış şekilde hareketsiz bırakılmıştır. İktidarın akıllanmaz yönetim hataları Türkiye'yi hem mazlum halkların yanında durma şansı yitirmiş hem de küresel siyasette ağırlığını kaybetmiş bir ülke konumuna sürüklemiştir. Böyle bir ortamda ve özellikle Hakan Fidan, kamuoyuna yaptığı açıklamalarda bir üçüncü dünya savaşı riskinden söz ederken, Dışişleri Komisyonu'na ve TBMM Genel Kurulu'na bilgi verilmiyor. Bu fevkalade kaygı verici bir durumdur. Buna bir de Sayın Cumhurbaşkanı'nın İsrail'in müteakip hedefinin Türkiye olduğu yolundaki beyanları eklenince iktidar milli güvenliğimiz için ne yapıyor sorusunu sormak durumundayız. Bana sorarsanız hiçbir şey yapılmıyor."
"Merkez Çağrım Siyasilere Değil, Türk Milletine"
"İYİ Parti olarak iktidara çağrımız sorunun insani boyutunun öne çıkarılarak çabalara öncelik verilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi ve siyasi partileri de gerektiği biçimde bilgilendirmeleri yönündedir. Çatışmaların bir yansıması olarak yeni sığınmacı dalgaları olasılığının da göz ardı edilmemesi gerektiğine inanıyoruz. 22 yıldır ülkeyi yöneten AK Parti dış politikada olduğu gibi iç politikada da sanayide de ticarette de tarımda da her alanında bu potansiyeli zayi etmekten öteye geçememiştir.
Kullanılmadığı gibi yitip gitmeye başlayan bu potansiyelin farkında olarak geçtiğimiz günlerde bir televizyon yayınında çağrıda bulundum. Bu çağrı 'merkezde buluşma' çağrısıydı. Bu çağrı ülkemizin kurtuluşu ve geleceği için oldukça önemli olduğuna inandığım bir adımı beraber atmaya ve hatta yolu beraber yürümeye açık bir davetti. Ancak bu çağrının yanlış anlaşıldığına şahit oldum. Bazı çevreler bu çağrıyı yalnızca siyasi partilere yapılan bir davet olarak algıladı. Buradan açıkça belirtmek istiyorum ki benim 'merkez' çağrım siyasi partilere değil, büyük Türk milletine yapılmış bir çağrıdır.
Öncelikle 'Merkez' dediğimiz kavramın ne anlama geldiğini tanımlamak gerek. 'Merkez' demek 'bu büyük milletin milli ve manevi değerlerinin ve kıymet hükümlerinin buluştuğu yer ve noktadır. 'Merkez' demek 'Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucu felsefesi olan Türk milliyetçiliğinin merkezde de bulunduğu bir siyasi anlayışın ve yaklaşımın adıdır. 'Merkez' demek 'makul' demektir. 'Merkez' demek 'makul'ü 'makbul' hale getirme çabası demektir. AK Parti ile birlikte merkez siyasetin dışına itildi. AK Parti, Merkez'deki ortak aklı ve toplumsal dengeyi bozarak siyaseti uç noktalara doğru kaydırdı. Merkez siyaseti devre dışı bırakarak, kendi iktidarlarını kutuplaşma üzerine kurmak hep ana stratejileri oldu.
Bugün geldiğimiz noktada iktidarın izlediği politika Türkiye'yi bir arada tutan o güçlü yapıyı da yok etti. Sürekli olarak toplumu kutuplaştırarak biz ve onlar söylemini yaygınlaştırdılar. İktidarlarını korumak için toplumu bölerek halkı kamplara ayıran bir siyaset yürüttüler. Oysa merkez tam da bu kutuplaşmalara karşı toplumun geniş kesimlerini birleştiren ortak akıl ve sağduyunun temsil edildiği yerdir. Bizim çağrımız AK Parti'nin yok ettiği sağ duyuya, aklı selime ve toplumsal barışa geri dönme çağrısıdır. Bu yüzden merkezde buluşmak ülkemiz için bir zorunluluktur. Bizim amacımız birkaç cambazın üzerinde dengesizce yürüyebileceği ince ipleri değil, toplumun tüm katmanlarını bir araya getiren sağlam bir köprüyü inşa etmektir."
Genç Teğmenlere Destek
"22 yıllık iktidar toplumu kutuplaştırdı. Halka kamplara ayırdılar. Milletimiz çatışmak değil, barışmak istiyor. Sürünmek değil, şahlanmak istiyor büyük Türk milleti. Bunu yaparsa anca İyi'ler yapar. Başarmak zorundayız. Tarih de şahit olsun ki başaracağız.
Bu milletin hürriyetine ve bağımsızlığına ben de genç teğmenler gibi kılıcımı kaldırıyorum."
"Cumhuriyetine Bağlı Türk Gençleri Değil, Parya İstiyorlar"
"Cumhuriyetine bağlı Türk gençleri değil, parya istiyorlar. Kul istiyorlar. Ekmeğe muhtaç çaresiz kalabalıklar istiyorlar. İşte o pırıl pırıl gençler de tam bu yüzden; Halk ekmek büfelerinde ekmek kuyruğu, Şehir hastanesi kapılarında muayene kuyruğu, iş ararken mülakat kuyruğu beklemek yerine, elçilik kapılarında vize kuyruğuna giriyorlar. Peki, herkes yurt dışı diyor. Peki neresi bu yurt dışı? Hiç fark etmiyor ki! Gençlerimize burası olmasın da neresi olursa olsun dedirten bir düzen bu. Lanet olsun bu düzene ve bu düzeni inşa edenlere
Sadece şu son 5 yılda pırıl pırıl bir milyon gencimizi ülkelerinden göç etmek zorunda bırakarak, onların yerine mahpushane kaçkını 10 milyon kişiyi almak ve bir de bu durumla övünmek bir siyasetin değil, ancak ve ancak vatana ihanet kanununun konusu olabilir."
"Beka Tarımdadır"
"Beka tarımdadır kıymetli kardeşlerim. Kendi toprağında kendine yetemeyenin ne bugünü, ne yarını rahattır. Tarım milli güvenliktir kardeşlerim. Her çiftçi ektiği vatan toprağının hamisidir. Bu toprak bir dönüm de olsa, üzerinde on ağaç da olsa onu eken, onunla rızıklanan bir çiftçi varsa yalnız değildir. Toprağı sadece rant alanı olarak görenler, çiftçiyi üç beş kuruş sadakayla teselli edebileceklerini zannedenler bu gerçeği göremezler. Biz İYİ Parti olarak, tarımda adil, eşit ve özgür bir Türkiye için çalışacağız. Ve bu yolda, çiftçilerimizle omuz omuza mücadele edeceğiz. Millet bu niyetimizi takdir edip, mevcutların nasıl kullanmaları gerektiğini bilmedikleri yasama ve yürütme gücünü bize teslim edene kadar da, mevcut güç sahiplerine doğruyu göstermeye devam edeceğiz. Cumartesi günü Aydın Söke'de çiftçilerimizle pamuk tarlasında buluşacağız"
Adalet-Eşitlik-Hürriyet Vurgusu
"Adalet, eşitlik ve hürriyet kavramları yalnızca siyasi söylemlerden ibaret değildir. Bunlar, Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu, en çok özlemini çektiği ve her geçen gün daha fazla eksikliğini hissettiği değerlerdir. Bu kavramlar, güçlü bir gelecek inşa etmenin yegâne yoludur ve bizler, bu üç temel değeri siyasetimizin merkezine koyarak Türkiye’yi hak ettiği refaha ve huzura kavuşturacağız. Eşitlik, toplumun her bir bireyinin, hangi koşullardan geldiğine, kim olduğuna bakılmaksızın, aynı haklara ve fırsatlara sahip olması demektir. Eşitlik, ülkemizin en büyük sorunlarından biri olan fırsat eşitsizliğinin panzehiridir.
Bugün eğitimde, sağlıkta, iş gücünde ve toplumsal hayatta ne yazık ki herkes aynı imkanlara sahip değil. Adeta doğduğun yer, kaderindir anlayışıyla karşı karşıyayız. Eşitlik yoksa, bir ülkede refah olmaz. Çünkü toplumu ileri taşıyan, fırsatların herkes için erişilebilir olmasıdır; zenginleşme sadece belli bir kesimin tekelinde kaldığında, ülkenin bütünü gelişemez. Geldiğimiz noktada ülkemiz gelir eşitsizliğinde Avrupa birincisidir. Dünya Bankası’nın 2021 yılına dair veri sunduğu 71 ülke arasında ise gelir eşitsizliği açısından beşinci sırada yer almaktadır. TÜİK bile diyor ki; ülkemizin bir yerlerinde 1 milyon 300 bin hane var, bunların 2022’deki hane geliri ortalama 816 bin lira. Yani bu hanelerdeki fertler ortalama bir Fransız’dan, İtalyan’dan iyi yaşıyorlar. Ancak yine aynı ülkenin bir yerlerinde öyle bir 1 milyon 300 bin hane daha var ki bunların ortalama yıllık geliri sadece 26 bin 700 lira. Bu hanelerdeki vatandaşlarımız ise Gine’nin, Zambiya’nın ortalamasından kötü yaşıyorlar. Eşitlik yoksa, bir ülkede demokrasi olmaz. Çünkü demokrasi, herkesin eşit haklara sahip olduğu bir düzenin varlığı ile mümkündür. Demokrasi, ancak her bireyin aynı oranda katılım ve temsil hakkına sahip olduğu bir ortamda yaşatılabilir. Oysa ülkemiz The Economist’in verilerine göre 2017’den beri hibrit rejim kategorisinde. Demokrasiden çok otokrasi ile yönetiliyor noktasına daha yakın. 167 ülke arasında da 2023 itibarıyla 102. sırada. V-DEM adında başka bir çalışma daha var. Demokrasinin daha geniş bir tanımı üzerinden hesaplama yapıyor. Bu çalışmanın kullandığı eşiğe göre ise otokratik bir ülke konumundayız. Ancak bu verinin ima ettiği daha vahim bir durum, 2005’ten 2023’e kadarki 19 yılın 16’sında demokratik açıdan gerileme yaşadığımızı söylemesi. Eşitlik yoksa, umut yoktur!"
Narin Güran Cinayeti, Şehit Polis Şeyda Yılmaz ve Sıla Bebek
"Adalet bir kalkan olmalı, silah değil. Ama bugün, gücü eline alanlar, onu bir silah gibi kullanıyor. Adaletin yerini bulması gereken yerde baskı var. İftiralar, tehditler, karalamalar sıradan bir hale geldi. Gerçek adalet peşinde koşanlar ise ya mahkemelerde süründürülüyor ya da susturuluyor. Bu kabul edilemez! Adaletin olmadığı yerde, ne güven vardır, ne de huzur. İnsanlar devletin gücüne değil, adaletin gücüne inanmalıydı. Ancak bugün, maalesef, güce boyun eğen bir adalet anlayışıyla karşı karşıyayız. Adaletin rengi olmamalı, adaletin partisi olmamalı, adaletin efendisi hiç olmamalı! Adalet, herkes için aynı olmalı, aynı! Bir an durup düşünün: Eğer adalet sizin başvurabileceğiniz bir mekanizma olmaktan çıkmışsa, nerede duracaksınız? Biz nereye başvuracağız? Adaletin olmadığı yerde kaos başlar. Herkes kendi adaletini kendi sağlamaya çalışır, çünkü adaletsizlik insanın içindeki güveni kemirir, çürütür. Bugün Türkiye’de insanlar yargıya güvenmiyor, adalete inanmıyor. TÜİK verilerine göre yasaların herkese adil ve tarafsız olduğu konusunda sorun var mı sorusuna fikir beyan edenlerin yüzde 61,7’si sorun olduğunu beyan etmiş. OECD verilerine göre ülkemizde yargı sistemine güven duyanların oranı 2017’de yüzde 67 iken 2022’de yüzde 33’e gerilemiş. Bu alanda verisi bulunan 43 ülke arasında sondan altıncı sıradayız ama güvenin gerilemesinde açık ara farkla lider durumdayız. Neden durum böyle? Çünkü biliyoruz ki, ülkede artık haklı olmak yetmiyor. İlk derece mahkemelerin aldığı kararların yüzde 67’si istinaf ya da yargıtayda bozuluyor. İşte makul diye dayatmaya çalıştıkları bu düzen yüzdendir ki, küçücük bir kız çocuğunun merhum bedeni üzerinde insanımız bu kadar ihtimamla durmuştur. Ve 1 aydan fazla bir süre boyunca, “Bu sefer de mi suçlu bulunamayacak?” "Bu sefer de mi suçlular aklanacak?”, “Bu sefer de mi birileri bir şeylerin, birilerinin arkasına sığınacak ve kurtulacak acaba?” demiştir. Peki netice nedir? Aynı hamam, aynı tas! Sorarsanız da diyorlar ki cezaevlerinde yer yok! Çünkü cezaevleri 7’den 77’ye “Cumhurbaşkanına hakaretle tutuklanan” muhaliflerle doludur. O yüzden cezaevlerinde katile, sapığa, caniye, çetelere yer yoktur. Yani, "taşları bağlamışlar, itler serbest, eşkıya düze inmiş, yiğitler derdest" Ve diyorlar ya her seferinde, cinayetler, “siyasetin malzemesi yapılmasın!” İşte bu Narin’in narin ve kırılmış bedenini de, şehit polisimiz Şeyma Yılmaz’ı da, rahmetli Sinan Ateş’i de siyasetin tam da odağına taşımaktadır. Adaletin tecelli etmemesi, bir türlü etmemesi, hiç etmemesi, bu sefer dahi etmemesi; saray ve AKP İktidarının ahtapot misali Türk milletini 8 koldan boğan kollarınca adeta bir amaç haline getirildiği içindir ki, bu mesele “hakiki siyasetin” yegane amacıdır. Bir avuç iktidar seçkini ve iktidar sahibinin fütursuzca zenginleşmesinin diyeti olarak tüm kutsallar çöküyor, çökertiliyorken siyasetin tek amacı vardır: Hakkı, hakikati ve adaleti tecelli ettirmek. Narin’in katillerinin bulunmasını, Sıla bebeklerin korunmasını, Şehit Şeyda Yılmaz’ı öldürme cesaretini bulan canilerin içeride tutulmasını ve Sinan Ateş’i güpegündüz öldüren kiralık katillerin yakalanmasını sağlayacak gerçek adalet sistemini kurmaktır. Biliyoruz ki, doğruyu söylemek yetmiyor artık. Biliyoruz ki, güç kimdeyse, adalet de ona hizmet ediyor artık. Ancak buna göz yummanın, bir toplumu çöküşe götürdüğünü çok iyi biliyoruz! Onun için kararlı bir yolculuk başlatıyoruz."
Bu Ülkede Gazeteciler Baskı Altına Alınıyor
"Bugün Türkiye’de insanlar, neyi söyleyip neyi söyleyemeyeceklerini iki kez düşünmek zorunda kalıyorlar. Bir Tweet atmadan önce, bir yazı yazmadan önce, hatta bir dost sohbetinde bile acaba söylediklerim beni tehlikeye sokar mı diye düşünür hale geldiler. Bu, bir toplumun ruhuna vurulmuş zincirlerden başka bir şey değildir! Hürriyet, korku duvarları arasında yaşayamaz.
Hürriyet, bir çiçek gibidir; ona nefes alan bir ortam sağlarsanız büyür, açar, yayılır ve çoğalır. Ancak bugün Türkiye’de o çiçeği soluksuz bırakıyorlar. Gazeteciler, akademisyenler, sanatçılar, yazarlar; özgür düşüncenin temsilcileri baskı altına alınıyor. Fikirlerini özgürce ifade etmek isteyen herkes ya tehdit ediliyor, ya susturuluyor, ya da cezaevlerine tıkılıyor. Bunun adı baskıdır, bunun adı özgürlük gaspıdır! Bir ülkede hürriyetin olmadığı yerde, yalnızca bir tür sessizlik olur; bu sessizlik, huzurun değil, korkunun sessizliğidir. Korku ise bir toplumu içten içe kemiren bir virüs gibidir. Hürriyet yoksa, toplumun sesi kısılır. Bu yalnızca bir bireyin değil, tüm milletin susması demektir. Sessizliğe boğulan bir toplum, geleceğini kaybeder! Hürriyetin olmadığı bir ülkede, yaratıcılık yok olur. Hürriyetin olmadığı bir ülkede, bilim gelişemez, sanat yeşeremez, ekonomi büyüyemez. Çünkü özgür olmayan insanlar, yenilik üretemezler. Yenilik üretmeyen toplumlar ise geriye gider. Bugün Türkiye, hürriyetin olmadığı bir labirentin içinde sıkışmış durumda. İnsanlar, özgürce düşünmenin, eleştirmenin, sorgulamanın önündeki engellerle boğuşuyorlar. Bu labirentten çıkmak zorundayız! Adalet ve Kalkınma Partisi sadece ekonomiyi değil, insanların hürriyet anlayışını da vasatlık tuzağına hapsetmiştir. Vasatlıktan yükselen sefaleti yönetmenin tadını alanlar, elbette vasatlığı beslemeye devam etmek isteyecektir. Hürriyet, sadece sözle değil, eylemle korunur. Hürriyeti savunmak demek, ona sahip çıkmak demektir. Bu yalnızca bir grubun, bir kesimin mücadelesi değil; hepimizin mücadelesidir. Eğer bir kişinin hürriyeti tehdit altındaysa, hepimizin hürriyeti tehdit altındadır. Eğer bir ses susturuluyorsa, aslında hepimizin sesi kısılıyor demektir. Eğer bir birey özgürce düşünemiyorsa, aslında hepimiz düşünemez hale geliyoruz demektir. Ama şunu çok açık söylemeliyim: Hürriyet, susturulamaz. Hürriyet, tutsak edilemez! Hürriyet, bastırılamaz. Hürriyet, yok edilemez. Çünkü hürriyet, bir insanın ruhunda, bir toplumun kalbinde yaşayan bir ateştir. Ne kadar üzerini örtmeye çalışsanız da, o ateş bir gün yeniden alev alır. Yüz yaşını geride bırakan cumhuriyetimiz, hürriyetin, hürriyet arzusunun en büyük örneğidir. Ne güzel diyor Akif, İstiklal Marşı’nda: “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım” Bir milletin en güçlü silahı, hürriyete olan inancıdır. Biz işte bu yüzden çok güçlüyüz. Hürriyetin olmadığı yerde, yalnızca bir karanlığın var olacağının da farkındayız. Ve biz o karanlığa dün boyun eğmediğimiz gibi bugün de eğmeyeceğiz! Yaşasın hürriyet, yaşasın adalet, yaşasın eşitlik! Hepinizi saygıyla selamlıyorum."