İyi de neden milliyetçi olmalıyız?
İlk bölümde millet ve çevresindeki tamamlayıcı kavramların tanımını yaptıktan, ve bir milleti oluşturan vasıtalar nedir sorusunu yanıtladıktan sonra, ‘Milliyetçilik – Faydacı Bir İdeoloji’ başlığı altında yazar basitçe ‘iyi de neden milliyetçi olmalıyız?’ sorusunun cevabını arıyor, ve cevabın aslında gözümüzün önünde olduğunu çeşitli kanıtlarla gösteriyor; çünkü bu hepimizin yararına.
Ancak, meseleye faydacılık açısından bakıldığında ortaya ikinci bir soru çıkıyor; milliyetçi olmayan ideolojiler de toplumun faydasını istemiyor mu? Örneğin, bir liberal yahut bir komünist de günün sonunda -elbette ki- içinde yaşadığı toplum için en güzelini istiyor. Eğer fark toplumun nihai faydasını istemek değilse, milliyetçiliğin alamet-i farikası ne?
Dinçaslan bu soruya, ‘Faydalar ve Faydacılık’ başlığı altında yanıt vermiş. Bu ilk bakışta iddialı gözüken savın, milliyetçi olmanın hepimizin faydasına oluşunun temel dayanağı aslında basit ve rasyonel bir önermeye dayanıyor; millet olma hali kitlesel organizasyona dair kolaylaştırıcı ve teşvik edici etkilere sahip, ve bu düzeyde bir organizasyonun getireceği potansiyel verim artışı organizasyonun tüm üyeleri için faydalı. Dolayısıyla bir insan topluluğunu harekete geçirecek, ona kendini dönüştürecek ve ileriye taşıyacak devrimleri yapmasını sağlayacak dinamizmin ancak ve ancak o toplumun kültürel kodlarına seslenen, o toplumun dilini konuşabilen bir milliyetçi söylemle olabilir. Bölüm içerisinde detaylıca anlatılan Botswana’nın hikayesi ise kitap içindeki çarpıcı hikayelerden bir diğeri.
Bu teoriyi tersine çevirirsek de, eğer bir toplum nihai bir tatmin seviyesine ulaşmışsa -ki bunun ne kadar mümkün olduğu şüpheli, o toplum için milliyetçiliğin de bir anlamı olmayacaktır: ‘Yarın müstakil bir milliyetçiliğe ihtiyaç duyulmayan bir zaman gelebilir. Toplumun mekanizmaları iyi işliyorsa, millet olma halini tehdit eden iç ve dış yapılar yoksa, milliyetçilik bir tür tabii yönelim olarak hemen bütün siyasi akımlara sirayet edecektir ve ayrışmasına gerek yoktur.’
Milliyetçiliğin toplumları dönüştürecek gücünün yanısıra, bireyin de toplumsal köklere, yani burada milliyetçiliğe olan ihtiyacını, modern toplumun bireyler üzerinde yarattığı yabancılaştırıcı ve köksüzleştirici etkiler ekseninde ve Simone Weil’ın ‘Need for Roots’ teorisinden beslenerek ilerleyen bölümlerin (bkz. Batı’ya Ağıt) incelemesini yapmak üzere şimdilik ileriye bırakıyoruz.
Yukarıda özetlediğimiz yaklaşım aynı zamanda milliyetçiliği ‘ideolojiler-üstü’ bir yerde konumlandırıyor. Yani toplumu daha ileriye götürecek politikaların ister eşitlikçi bir sosyalizmle, ister katı bir liberalizmle, ister başka herhangi bir ‘-izm’le geleceğine inanırsanız inanın, yolunuzun başarılı olması için milliyetçilik şemsiyesinin altına sığınmanız gerekiyor.
Peki öyleyse, biz neye karşı-neyin aksine milliyetçiliği savunuyoruz, eksenimiz nedir? Türkiye’de milliyetçilik denince akla hala anti-komünizm geliyor -ilk bölümdeki skeumorph kavramını hatırlayın. Evet, genel anlamda komünizmin, millet-ekseninin üzerinde bir sınıf kavramının toplumlar üzerindeki esas belirleyici etken oluşunu savunduğunu kabul edersek, komünizm elbette ki milliyetçilikle karşıt pozisyonlar almak durumundadır. Fakat öte yandan bir milliyetçi pekala ekonomi politikası olarak sosyalizmi savunabilir. Ve dengenin öteki ucunda, pek tabii ki liberal bir milliyetçi de olabilir. Dolayısıyla milliyetçilik, diğer politik ideolojileri kapsayan bir makro-eksen sayabileceğimiz globalleşme/yerelleşme skalası içerisinde bir pozisyonun savunusudur esasında. Dinçaslan kitabında miliyetçiliği diğer -izm’ler karşısına koyup çarpıştırmaktansa, ‘birey mi toplum mu?’ gibi çok daha temel konular üzerinden milliyetçilik anlayışının pozisyonunu belirliyor.
Yazar her ne kadar ilerleyen bölümlerde doğru ve müstakil modernleşmenin yolu için uygun bulduğu ekonomik ve sosyal politikalar hakkında ipuçları verse de (bkz. Serbest Piyasa: Mücehhez Birey, Dinamik Toplum başlığı), ben bu konulara çok daha pragmatik yaklaşılması gerektiği kanısındayım. Neticede ekonomi politikası, yahut herhangi diğer sosyal politika, toplumun o günkü şartlarına göre en doğru yolun seçilmesiyle bulunmalı. 20. Yüzyılın en büyük ekonomistlerinden J.K. Galbraith’ten alıntıyla: "Ben pragmatik yaklaşırım. Piyasanın işlediği yerde, onun yanındayım. Hükümetin gerektiği durumlarda, onun yanındayım. 'Özelleştirmeyi destekliyorum' veya 'kamu mülkiyetini derinden destekliyorum' diyen birine derin bir şüpheyle yaklaşırım. Ben, belirli bir durumda işe yarayan şeye yanayım." Ben de, bu çok sevdiğim ekonomistin görüşüne benzer bir şekilde, güncel politikalara dair herhangi bir köktenci tutumun belirlenip ne pahasına olursa olsun takip edilmesindense, faydacı/pragmatik olmanın ve o anki özel durum ne gerektiriyorsa onu yapmanın taraftarıyım.
Bu bölümün -ve de kitabın- en kayda değer kısımlarından birisi ise, ‘Kültür Marazlıysa?’ alt başlığı. Öyle ya, Türk kültürüne ve bugünün Türkiye’sine dair her şey elbette ki güzel değil, hatta aksine bir çok şey çok kötü. Ama yine de milliyetçilik yapma, mensubu olduğumuz millete aidiyet ve sevgi duyma nedenimiz nedir?
Dinçaslan bu bölüme esaslı bir ‘Doğu’ eleştirisiyle başlıyor. Pasifist, sorumluluk almaktan kaçan ve kaderci doğulu anlayışa meydan okuyarak bu görünürde ahlakçı, yüzeyin altında ise çıkarcı ve ikiyüzlü kültüre dair eleştirilerini kimisinin çok sert bulacağı bir keskinlikle eleştiriyor: ‘Görünenin hemen arkasında, özelliksiz ve cazibesiz yüzeyin hemen altında, ortalama bir Türk insanının zihninin karanlık dehlizlerinde, kolektif bilinçaltımızın nem ve küf kokan zindanlarında bir köpekbalığı, yosun kaplamış, çürümüş dişlerini sırıtarak gösteriyor.’ Ve tam da bu sebepten milliyetçi olmamız gerektiği sonucuna vararak kapatıyor: ‘Şu halde milliyetçilik, millet olma halini korumakta olduğu kadar, milleti dönüştürmekte mahir olduğu için (belki de bunu yapabilecek yegane aktördür) faydalıdır.’
Hayli ufuk açıcı, ve kitabın olgunlaştığı, esaslı savlarını ortaya koyarak başarılı bir şekilde savunduğu bu bölümü, kitabın okurlarının eminim ki en çok merak ettiği bölüm takip ediyor: Sekülarizm. Bir sonraki yazımızda bu bölümü tartışacağız.
Ömer Faruk Engin
Yazı Dizisinin Birinci Bölümü İçin Tıklayınız